Siz hiç kendi cenazenize katıldınız mı ? ~ Deepweb,2018,illuminati,korku,hikaye,cin,hack,credit,card,uzaylı,aog


İnci Sözlük yazarı ve AOG Üyesi |Tugay Sr.| Bilginin arasında jupitere kadar koşanların arasına hoş geldin.Artık başımdan geçen ibretlik/komik anıları Başıma geldi menüsünden okuyabilirsin.

Siz hiç kendi cenazenize katıldınız mı ?



Geçen sene 17 haziran'da intihar ettim.
hepimiz ama istisnasız hepimiz merak ederiz... güneşin sıcağını, rüzgarın serinliğini, denizin üzerine düşen bulutların gölgesini bir daha yaşayabilecek miyiz?

açıkcası kendimi öldürdüğüm gün aslında o kadar da kötü bir gün değildi.
otopside ipten son anda kurtulmaya çalıştığım ama başaramadığım detayı yer alıyor. yine de daha fazla üzülmesin diye anneme bundan söz etmemişler.
uzun bir serüven olacak lakin önce kendi cenaze günümden başlamam gerekiyor anlatmaya.
sanırım bir insanın yaşayacağı en enteresan deneyimi yaşadım.
kendi cenazemi arkalardan bir yerden seyrettim.
freudsal bir vaka gibiydim bilemiyorum belki de dante'nin öteki tarafı anlattığı ilahi komedya'dan bir sayfaydım.
açıkcası bir cenazenin olmazsa olmazı tüm unsurlar oradaydı.
yalandan ağlayan akrabalar, başsağlığı dileklerini mağrur ve kırgın karşılayan babam, eski arkadaşlar,
mahalle esnafı, bir kaç eski sevgili, komşular, üniversite hocalarım.
bunlar yaşanırken dayım cenaze aracının yanında sigara içmek için bir boşluk kolluyordu,
hoca yarınlar yokmuşcasına yüksek sesle dualar ediyor, sağa sola bayılan aile üyeleri ortalığı mohaç meydan savaşına çeviriyordu.
ah evet. işte orada. beni tam 3 yıl boyunca dinlene dinlene reddetmiş müge hanım kızımız da teşrif ettiler. hayır sakın... evet tahmin edeceğiniz üzere anneme sarıldı. gerek yoktu buna.
keşke gözükebilsem dedim tam o an.
halam geldi. ama sanırım zengin cenazesi zannetti. o gözlükler ne öyle.
biliyor musunuz kendisi sonradan görmedir. kendisini elitist tabakaya ait hisseden bir alt sınıftır.
mutlaka vardır öyle tanıdıklarınız, bu sanırım sosyal statünün yıllar boyu ezdiği insanların toplumdan intikam alma güdüsü sonucu başımıza geliyor.

intihar etmiş bir gencin depresif bir cenaze merasimi oldu zannediyorsanız yanılıyorsunuz.
cenazemden story paylaşan yazıyla beş arkadaşım vardı.
açıkcası tam o an gözüküp mezarımı da kadrajlarına alan selfie'lerinde poz vermek vardı da...
lakin hayalet olmanın kötü yanı işte. gerizekalı herifler öldüm ulan, öldüm... story paylaşacak zaman mı demeyi isterdim. işin kötü yanı paylaştıkları fotoğrafların beğeni ve üzgün smile'Lı yorumlar alması oldu. sanırım orada bana gerçekten üzülen annem hariç kimse yoktu.
gömüldüğüm sırada değişik hissettim. kendi bedenimi beyazlar içinde üzerine toprak atılırken görmek enteresan his. hararetli bir şekilde kürek sallayan amcam ağzına toz kaçınca mezara tükürmeseydi daha memnun olabilirdim ama sonra ben de ciddiyetimi kaybettim.
içimdeki pişmanlık azaldı. annemin yanına kadar gidip sarılmak istedim.
tabii ki dokunamadım ve duyurmadım kendimi.
bu ufak vedalaşmadan sonra kendimi şehrin sokaklarına attım.

şehrin sokaklarını arşınlarken bir sigara yakmak istedim.
bu mümkün müydü? evet mümkündü insanlar hariç her şeye dokunabiliyordum.
bir tekele ağır adımlarla girdim. televizyon açıktı adam bir yandan gazete okuyordu.
sigara reyonuna gidip bir chester mentollü aldım. sonra zaten lanet bir ölü olduğumu fark edince elimdekini yerine koyup marlboro alıp çıktım. bir kaç adım attıktan sonra geri döndüm 5 tane daha marlboro 2 paket sakız 2 tane de bisküvü aldım. sanırım ölü olmayı sevebilirdim.
dükkandan çıktıktan sonra bir kaldırıma oturdum. etrafta sevgililer yine gülüşüyor,
bir kızın en mutlu günü, bir erkeğin en mutsuz günü, minibüsler yine trafik yapıyor, dönerciler yine sokağa kadar çıkıp müşteri için bağırıyor ve şehir her zaman olduğu gibi yaşıyordu.
tam olarak o an ölümümün dünyada hiçbir şey değiştirmediğini fark ettim.
bu aslında ego kırıcı ve üzücü bir durum. lakin yine de abraham lincoln değilim. ulusal yas olacak hali yoktu elbette.
şimdi nereye gidecektim ne yapacaktım. nasıl bir şey olacaktı bu?
aklıma müge geldi. ilk defa onun ne yaptığını izleyebilecektim.
hayır ciksüel anlamda değil ben onurlu sevmiştim onu. sadece en yalın haliyle ne yaptığını görmek, bilmek, izlemek istiyordum.
taksi durağına kadar yürüdüm. bir yandan sigaramın dumanını içime çekip üflerken bir yandan
milyonlarca şey düşünüyorum. acaba gerçekten ışınlanabiliyor muyum? kapadım gözlerimi.
hayır hala olduğum yerdeyim. bu çok canımı sıktı zaten taksi durağına da varmıştım.
durağın başında bekledim ve müge'Nin evinin yakınana gidecek ir müşteri gelene kadar bekledim.
neyse ki biri o tarafa gidiyordu ve atladım taksiye.
kadın arkada ben ise önde oturuyorum. radyoda türkçe pop çalıyor.
daha fazla dayanamadım ve rock fm'i açtım.
taksici bir an ürküp radyo bozuldu heralde dedi.
bir süre sonra müge'Nin evine vardım.

cenazemdeki kalabalık artık dağılmış olmalıydı.
ben de müge'yi bekliyordum onun odasında.
bence bana gerçekten değer veriyordu. odasına gelecek, kapısını kilitleyecek ve kafasını yastığa basıp hıçkırıkları duyulmasın diye saatlerce ağlayacaktı evet böyle olmalıydı.
kapının açılma sesi geldi. daha sonra gülüşmeler. hayır yanlış duyuyorum umarım.
odaya erkek arkadaşıyla öpüşerek girdiler. çocuk yanımda müge'yi soyuyor ben ise boş ve şaşkın gözlerle olanları izliyorum. ulan bugün benim cenazeme katıldın biraz bekleseydin en azından
diyorum içimden. gerçi dışımdan da desem duymaz.
tüm bunlar olurken çocuk müge'yi soyuyor, müge çocuğun boynunu ısırıyor.
ben ise 3 yıl boyunca takıntı yaptığım kızın gerçekliğini görüyorum en çıplak haliyle.
not; çıplak mecazi değil. gerçekten soyundular.
bundan sonrası özel hayatın ihlaline girer dedim ve kalbim daha fazla zarar görmeden odadan çıktım. salonlarına geçtim. televizyonu açtım, dolaplarından nutella ve cips alıp 3'Lü koltuklarına yayıldım. bu arada sevişme seslerini duymamak için salonun kapısını da kapattım.
bunları hak etmedim bence. bir kaç saat önce cenazeme katılmış kıza who s your daddy dememeleri lazımdı. olan oluyordu.
bir süre sonra sesleri kesildi. sanırım çocuğun erken gelme sorunu vardı.
bu biraz mutlu etti beni. niye bilmiyorum.

daha sonra çocuk üzerini giyinip evden çıktı.
müge de televizyonu açık unuttuğunu zannederek gelip kapattı.
ee takip ediyordum programı deyip tekrar açtım. tekrar kapadı. biraz korkmuştu daha fazla korkutmamak için tekrar onu izledim.
banyoya girip duş aldı. sonra odasına girdi tekrar. 5 dk sonra ben de girdim.
hüngür hüngür ağlıyordu. şaşırdım ne diyeceğimi bilemedim.
bilgisayarından https://www.youtube.com/watch?v=mt8jifKlbTc bu parçayı açıp sulu gözlerle fotoğraflarıma bakıyordu.
benim de boğazım düğümlendi o an. anlaşılan kafası dağılsın diye sevişmişti ama olmamıştı.
yatağında onun yanına uzandım. ellerimi kafamın arkasında birleştirip öylece tavana bakarken ağlama seslerini dinledim sadece.

17 haziran'da 25 yaşındayken intihar etmiştim.
peki insan neden ölür? umudu kalmadığında mı? umut etmeye gücü olmadığında mı?
hayatta her şeyi yaşadığında mı? yaşayacak bir şey kalmadığında mı?
ne fark eder artık bir ölüydüm.
müge'nin ağlaması kesilince yatağın üzerinde bağdaş kurarak oturdu.
ve kendi kendine konuşmaya başladı.
neden yaptın bunu ? bunu neden yaptın
o an aklıma bir şey geldi. yazdığım herhangi bir şeyi görebilir miydi?

laptobunu alıp not defterini açtım.
' bunu o kıl kuyrukla sevişmeden önce sorsaydın daha duygusal bir cevap verebilirdim' yazdım.
kafasını çevirip laptobun ekranını görünce çığlıklar atarak odadan koşarak çıktı.
biliyorum geri dönecek. bu yüzden de yatağına uzanmaya devam ettim.
kitaplığına göz attım. jack london'ın deniz kurdu kitabını elime aldım. okumuştum güzel kitaptı.
sayfalarını karıştırırken kapı tekrar açıldı.
parmak uçlarında odaya girdi, yastığının yanından telefonunu alıp erkek arkadaşını aradı.
- bak bunu sen yaptıysan hiç komik değil büyük şerefsizlik. / dedi. sanırım çocuk gerçekten bir şey yazmadığını söyledi ki telefonu kapatıp tekrar odadan kaçtı.
1 saat sonra tekrar girdi odaya. titreyen bir sesle sen misin gerçekten dedi.
tekrar laptobu alıp ' evet benim naber' yazdım. ardından yine yeniden çığlık atarak odadan kaçtı kızcağız.
kıza kafayı yedirtmeden o'Nun korkusunu geçirmem gerekti.

elime kağıt kalem aldım. elektronikten uzak durmalıyım diye düşündüm.
sanırım daha korkutucu oluyordu. kağıt kalem bir nebze daha samimi.
' evet benim, biliyorum inanması güç, biliyorum kafayı her an yiyebilirsin ama benim, nasıl oldu bilmiyorum ama arafta kaldım sanırım, lütfen benden korkma sana asla zarar vermem' yazdım.
salona gitmiş, koltuğun arkasına saklanmış ve yapılacak en mantıksız şeyi yapmış.
evet tahmin ettiniz. polisi aramış.
ben o'na yazdığım kağıdı veremeden polis geldi eve.
müge lütfen bana inanın deyip uzun cümleler kuruyor, polislerin yüzünde 'yazık ulan kafayı yemiş kız' ifadesi var.
yalandan sağa sola bakıp gittiler. hatta onlar eve bakarken bir ara ekip otosunun içine baktım ben de. hep merak etmiştim. korna da çaldım ama pek anlamadılar.
tekrar müge'Nin yanına çıkıp yazdığım kağıdı koydum görebileceği bir yere.
bir süre sonra kağıdı gördü. korkusu biraz olsun geçmiş gibiydi.
'bu mümkün olamaz' dedi ve ağlamaya başladı.
bir yandan kafayı yiyorsun müge diye kendi kendine söyleniyor.
evde deli dana gibi dolaşıyor, mutfağa gidip ne bulduysa içiyor,
tekrar odasına geliyor.
ben onu izlemekten yorulunca odasının ışığını yanıp söndürerek sinyal verdim. ne sinyali dörtlü flaşör bunlar. ama neyse ki bu defa çığlık atmadı.
tamam ne istiyorsun diyebildi etrafına bakarak. sesinde bir parça korku biraz da hüzün vardı.

elime ufak kağıtlar alıp diyaloğa girmeye karar verdim.
- bir şey istemiyorum seni merak ettim. (yazdım)
+ ben kafayı mı yiyorum ( dedi )
- arafta kalmış bir ölünün hayır sen sağlıklısın demesi seni rahatlatacaksa hayır yemiyorsun.
+ allahım korkuyorum lütfen artık yazma.
- işin iyi yanı müge buradan engelleyemiyorsun.
o an ufak bir güldü. sanırım stresi azalmaya başlıyordu.
+ iyi misin oralarda (diyebildi şevkatli bir tonla)
- sizin salondayız işte ne demek oralarda.
bu sefer kahkaha attı.
- yok ben kesin kafayı yiyorum. travma sonrası normal bunlar (dedi)
+ sen bilirsin gidiyorum o zaman.
-hayır gitme.
sanırım hayatımın en güzel anını bir ölüyken yaşıyordum.
bu ufak sohbet sırasında kafasını koltuğun başına koymuştu ve bir süre sonra yazdığım ufak kağıtlar elinden düşüverdi ve derin bir uykuya daldı. çok normaldi, büyük travma yaşatmıştım ona.
dünyaya dair bildiği tüm gerçeklik sarsılmıştı. realist bildiği dünya ona sürrealist bir gece vermişti.
üzerini örttüm ve oradan çıktım.
bir sigara yaktım ve gideceğim yerden emindim artık . *annem* dedim.
bizim eve gittim. kalabalık yeni dağılıyordu. annem ise ilaç almış uyuyordu.
hala teyzelerim ve halalarımın hıçkırıkları duyuluyordu odadan.
annemin yanına uzandım. gözlerinin altı mosmordu. bir günde yaşlanmıştı.
kokusunu duyabiliyordum. bir süre kokladım onu. sonra onun da üstünü örterek tekrar sokağa attım kendimi.

sigaraları ardı arkası kesilmeden yakıyordum.
önüme gelen irili ufaklı taşlara şut çekerek ilerliyordum.
kalabalıkların arasından görünmeden akıp yoluma gidiyordum.
hayat enteresandı, dünya sandığımızdan daha gizemli bir yermiş ama bir anda öldüm ben, gerçekten ölüyüm artık dedim ve bu düşünce nedensizce acıttı.
cennet ya da cehenneme neden gitmedim. neden arafta kaldım bilmiyordum.
kafamı gökyüzüne kaldırıp komik değil bu dedim.
ilahi bir şey olmadı, her şey normaldi, bir sinyal de çakılmadı tekrar yürüdüm. tekele uğrayıp iki tane malt bira aldım.
uzun süre yürüdükten sonra kendi mezarıma kadar geldim.
henüz mezar taşı yoktu sadece tahta koyup üzerine ismimi kazımışlar altına da,
27 5 1992- 17.6 2016 tarihlerini eklemişler.
değişik hissettim. bunu anlatabileceğim ya da anlamanızı kolaylaştırmak için benzetebileceğim bir şey yok. en fazla depresif bir huzur var diyebilirim johny cash parçaları gibi.
biramı açıp sigaramı yakıp mezardaki cansız bedenimle sohbet etmeye başladım.

biramı yudumlayıp sigaramı içerken mezarımın yanında söylemeye başladım.
• noldu şimdi? tak yoluna gittin. muhtemelen kıçını başına fareler yiyor şu an.
annen evde perişan halde, oğlum enteresan adamsın lan sen. aksiyon mu aradın tak mu vardı.
tamam zor şeyler yaşadın ama herkes zor şeyler yaşıyor lan. tamam gücün kalmadı, yalnız olmak yordu, kalabalıklari ikiyüzlü insanlar, çıkarcılar, pragmatistler tamam hakkın vardı ama niye lan?
şimdi hayaletsin lan, kimse fark etmiyor bile seni.
bir süre sonra gaza gelip kendi mezarımda küfürler etmeye başlayınca sakinleşmem gerektiğini anladım. o an çok ilginç bir şey oldu. mezarlığın köpeği geldi ve elimi yaladı.
içten ve derinden bir hasgibtir çekip 'lan yoksa' dedim.
hemen bekçi kulübesine doğru koştum ama hayır. hala bir hayalettim.
ama bir şeyi anlamış oldum hayvanlar beni görebiliyordu. onlar için hala canlıydım.
henüz 10 saattir ölüydüm ama yaşamayı öyle özlemişim ki köpeği alıp sarıldım.
kafasını okşadım.
daha sonra köpeği de alarak mezarlıktan çıktım.

tekrar sokaklardaydım, yanımda ise sadece köpeğim flash vardı.
kendisine flash ismini takma sebebim bu isme tezat olmasıydı. bir köpek ancak bu kadar
uyuşuk bu kadar yavaş olabilir.
bir kaç yüz metre yürüdükten sonra aklıma enteresan bir fikir geldi?
ben neden yürüyorum?

bir club'In önünde durdum. ağzımda sigara yanımda flash araba seçiyorum.
plan gereği gözüme kestirdiğim lüks bir aracı alıp kaçıracağım.
yürümekten oldum olası nefret ettim.
camları filmli bir ferrari gelmişti, evet aradığım buydu.
flash'In kafasını okşayıp hazır mısın oğlum dedim. kendisi havlayarak cevap verdi.
sigaramdan son bir nefes alıp yere attım. gömleğimi düzelttim ve arabaya doğru adımlarken omzuma bir el dokundu. bir ölü korkudan ölebilir mi? cevabı evet.
elin ağırlığı bir milyon ton gibiydi, soğuktu ve ürkütücüydü.
yavaşca döndüm ve karşımda yaşlı ve beyaz takım elbiseli bir adam vardı.
- merhaba (diyebildim kısık sesle)
+ bunu yapmamalısın (arabayı gözleriyle işaret ederek)
-siz neden intihar ettiniz peki ihtiyar?
+ben intihar etmedim.
-e o zaman nasıl?
+ ben meleklerden biriyim.
o an vücudumda bir titreme hissettim.
kekeledim konuşamadım. kendimi toplamamı bekledi o da.
- tam olarak hangisisiniz? dedim.
büyük ve tok bir kahkaha patlattı.
-anladım bu kesinlikle big four'dan olmalıydı.

karşımda ciddi ciddi cebrail vardı.
hayatının çoğunu ateist geçirmiş biri olarak bu bana ilahi bir kapaktı. gülümsedim bir an.
ölü olduğumu hatırlayıp aklımdaki soruları sormak için izin istedim.
kendisi ile yürümeye başladık. flash da arkamızda.
- size cebrail mi demeliyim sayın ya da hz cebrail mi?
+ buna sen karar ver (dedi tok ve kendinden emin bir sesle)
- neden arafta kaldım neden cennette ya da cehennemde değilim.
+ efendimizin planları vardır evlat, hepimiz için. nedenini ben de bilmiyorum.
- hep burada böyle mi kalacağım?
+hayır yalnızca bir süre.
-ne yapmam gerekiyor.
+ferrari çalmamaktan başla.
o an güldüm. neden güldüğümü merak edercesine gözlerini gözlerime dikti.
- marka adıı ağzınıza almanız enteresan oldu ne bileyim ( dedim)
kendisi de gülümsedi. ve gitmesi gerektiğini söyledi. son olarak bir uyarıda bulundu.
çok yakınlarınla irtibata geçebilirsin ama toplum düzenini alt üst edecek kadar büyük eylemlerde bulunursan sonsuz cehenneme çarptırılırsın. tek bildiğim bu. dikkat et kendine dedi ve yok oldu.
kendisi cool biriydi, ne diyebilirim ki? aslında o'na sormak istediğim milyonlarca şey vardı ama
gitmişti.
o sırada gün doğdu ve güneşi tekrar kucakladım. flash ise dişi bir köpek bulmuş bir köşede
çiftleşmeye başlamıştı. sonra aklıma müge geldi. ne yapıyordu acaba.
bir ölünün hayatın güzelliklerinden söz etmesi tuhaf olabilir ama denizin mavisi de, vapurun ardından atılan simit ve yakalayan martı da, sabahları işlerine ve okullarına koşturan kalabalıklar da bu gök kubbe de harika... o an anladım.

flash'I çiftleştiği dişiden çekerek ayırıp yanıma aldım ve müge'Nin evine kadar yürüdük.
saat bu arada 7.30 civarına kadar gelmişti. tekrar yangın merdivenine oradan da çaık pencereden müge'nin evine girdim.
yeni uyanıyordu. esnerken yerdeki kağıtlara baktı ve tekrar çığlık attı.
bu çığlıklar artık sıkıcı bir hale gelmişti. bir yandan da üzerine gitmek istemiyordum.
gencecik kıza kafayı yedirtebilirdim.
elindeki tüm kağıtları alıp karga tulumba evden çıktı. arabasına bindi, ben de arka koltuğa atladım.
deli gibi basmaya başladı. nereye gittiğimizi bilmiyordum. bir an not yazsam mı dedim sonra vazgeçtim. araba sürüyordu kaza yapabilirdi.
bir apartmanın önünde durduk.

müge arabadan indiğinde telefonu ve kulaklığı aldım ve royal deluxe dinlemeye başladım.
https://www.youtube.com/watch?v=i0E4KmSgUM4
ölü olmayı sevmeye başlamıştım. nereye gittiğini de bir yandan merak ediyordum.
arkasından çıktım. merdivenleri birer ikişer çıkarken kulağımda müzik, yüzümde bir gülümseme
ve nihayet onun hangi katta olduğunu tahmin edecek bir ipucu bulmuştum.
pgibolog ahmet nejat. evet burada olmalıydı.
kapıyı çaldım. sekreter kız açtı, etrafına bakındı, kameradan aşağıyı kontrol etti.
yüzünde allahalla der gibi bir ifadeyle kapatırken içeri girdim.
daha sonra terapi odasına doğru adımladım. kapıyı açtım.
müge çığlık attı pgibolog ise 'sakin olun rüzgar açmıştır' dedi ve tekrar kapadı.
müge'nin yanına oturdum.
müge ardı arkasına sıralıyordu.
'bakın ben deli değilim, başarılı bir mimar adayıyım bana inanmanız gerek'
pgibolog ise 'buna inanmam mümkün değil, çocuğun ölümü sonrası suçluluk duydunuz ve bu travmaya sebep oldu. lütfen sakinleşin dedi.
müge tekrar söze girdi.
-demin kapı açıldı burada biliyorum allah kahretsin.
+müge hanım sakin olun, babanızın hatrına bu saatte ofisi açtım sizin için lütfen.
- size burada diyorum burada!!
ben; evet buradayım öhöm.
+ müge hanım dediğiniz şeyin farkında mısınız?
-farkındayım hatta kanıtlayayım bir kağıt verin bana.
ben; ne duruyorsun keltoş kıza bir kağıt ver.
+ buyrun müge hanım.
- alan garrner senin burada olduğunu biliyorum şu kağıda bir şeyler yaz.
ben; yazamam tatlım yukarıdan kesin emir aldım.
+evet bekliyorum müge hanım.
-bekleyin yazacak.
ben; çok beklersin bitanem.
bir süre sonra müge bağıra çağıra oradan çıktı ve ben de arkasından.

müge yapmadıklarım yüzünden kafayı yiyebilirdi, pgibologun yanında onu yalancı çıkarmıştım lakin başka çarem de yoktu. cebrail'in kesin direktifleri vardı. toplum düzenini bozamazdım.
arabaya bindi ben de yanına öne oturdum.
- senden nefret ediyorum biliyorum buradasın eminim ki artık deli değilim biliyorum.
tekrar bir kağıt çıkarıp kurallar var yazdım ve önüne doğru koydum.
kafasını direksiyondan kaldırıp kağıdı gördü.
bu sefer sakin bir şekilde kağıdı okudu ve 'ne kuralı' dedi.
+ cebrail uyardı bilmiyorum ama herkese ulaşmam yasak yazdım.
- cebrail demek? dalga mı geçiyorsun benimle.
+ ne yani bir ölünün sana ufak kağıtlara yazdığına inanıyorsun da cebrail'in benimle konuştuğuna mı inanmıyorsun?
-bilmiyorum artık düşünmek de istemiyorum. ne istiyorsun benden?
+seni hep sevdim müge. gitmemi istiyorsan giderim.
derin bir nefes verdi, saçlarını geriye doğru attı. döndü ve bir an göz göze geldik.
ama o boşluğa bakıyordu. 'tamam kal madem' dedi ve gülümsedi.
sonra devam etti... ee ne yapacağız şimdi?
- bilmem
+beni çıplakken izlemiyorsun di mi? (gülümsedi)
-bu gece kısmetse
+ hiç değişmemişsin hala aynı taksun (gülümseyerek)
- aslında bir fikrim var? (yazdım her zamanki gibi)
+nedir?
-eğlenceli bir gün geçirebiliriz?

müge arabayı çalıştırdı ve evinin önüne geldik tekrar.
+flash'i almam gerek.
-flash kim?
+köpeğim.
-senin köpeğin de mi var?
+alınıyorum ölülerin köpeği olamaz mı?
flash'ı da arabanın arka koltuğuna alarak yola koyulduk.
- ee sayın ölü ? ne yapmak istersiniz? kendime inanamıyorum ya şizofren oldum ya da off neyse.
+aslında bu son kağıt kağıtlar bitiyor. kırtasıyeden kağıt al.
-hahaha kağıtların bitince iletişimin kesiliyor demek.
+telefona ya da laptoba yazabiliyorum ama böyle daha romantik.
-ölü ve romantiksin demek. neyse şurada bir kırtasiye var kağıt alalım sana.
gidip ufak bloknotlardan aldı bayağı ve tekrar arabaya binip torpidonun üstüne bıraktı.
ilk kağıda teşekkürler yazdım. ziyan etme ota taka dedi. bu defa ben de güldüm.
+ee ölü bey ne yapıyoruz?
-sinemaya gidelim.
+sen ciddi misin?
-evet tek kişi parası ödeyeceksin ne güzel.
yine güldü ve sinemaya doğru yol aldık.

flashı kapıda bırakıp sinemaya girdik. tek kişilik bilet aldı müge sonra,
- içim rahat etmedi böyle, bildiğin dolandırıcılık.
+aynen tekrar gişeye dönüp pardon yanımda bir ölü var ona da bilet almak istiyorum de. (yazdım)
- dalganı geç sen. allahım bu nasıl bir imtihan. (kağıdı atmadı cebine koydu hoşuma gitti)
oradaki çocuk; pardon kimle konuşuyorsunuz.
ben; sanane lavuk.
müge; yok kendi kendime.
çocuk; anladım bir sorun yok umarım.
ben; lan uza yavşağa bak ya.
müge; yok yok. iyi günler.
daha sonra film izledik. çıkışta flash'ı da alıp barlar sokağına içmek üzere adımladık.
yaşarken asla bu kadar iyi hissetmemiştim, güneş çok parlaktı, deniz kokusu burnuma geliyordu,
martılar peşi sıra uçuyor, gökyüzü rengini mutluluğuma yansıtıyordu.
kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım ve teşekkür ettim.
tanrı bize yukarıdan bakıyorsa biz neden ona aşağıdan bakmayalım ki...
o arada barın kapısındaki masalardan birine oturduk.

bir süre flash'la oynadım. insanlar flash'i deli zannetti muhtemelen.
size bir sır vereyim, enteresan hareketler yapan hayvanlar gördüğünüzde bilin ki bir ölüyle oynuyordur. o arada garson geldi.
garson; buyrun ne alırsınız.
müge; iki tane bomonti.
garson; tamam önce birini getireyim?
müge; yok siz ikisini de getirin.
ben; işte benim kızım. aslanım.
garson gülümseyerek iki tane bomonti alıp getirdi.
aslında dokunduğum cansız maddeler ben dokunduğum an diğer insanlar tarafından fark edilmiyor ben yerine bıraktığımda gözükmeye başlıyorlar. lakin yine de arka taraflara oturduk.
sonsuz cehennem vardı bir paranormal olaya yol açarsam. işimi sağlama almalıydım.
biralar geldi ve ben de ufak kağıtlarımı tekrar çıkardım. tam bir şeyler yazacaktım ki
siyah takım elbiseli bir ihtiyar eliyle 'buraya gel' şeklinde bir işarette bulundu.
bir ölüyü eliyle işaret ederek yanına çağıran siyah takımlı bir ihtiyar varsa oraya gitmemelisiniz.
25 yıllık hayatımda az çok korku filmi izlemiştim.
müge bir yandan konuşmaya başlamıştı ki önemli olabileceğini düşünerek 'geliyorum' yazdım ve siyah takımlı ihtiyara doğru adımladım.
- korkmam gerekiyor mu bilmiyorum ama biz sayın cebrail'Le konuştuk anlaştık. şimdi izninizle biram ısınıyor. dedim. gülümsedim. tam arkamı dönüyordum ki öyle bir gözüme baktı ki,
- aslında kalabilirim buyrun dedim.

siyah takımlı ihtiyar hiddetli bir tonda söze girdi.
+ kuralları ihlal ediyorsun. yakınlarınla bağlantı kurabilirsin demek onlarla gezip tozabileceğin demek değil.
- anlıyorum ama neden buradayım o halde.
+onu efendimiz bilir ancak bizim sorgulamak gibi bir şansımız yok. özgür irade size verilmiş bir şey.
-eğer tanrı beni bu halde arafta bıraktıysa belki de istediği bu.
+ siz adem oğlunun kibri... ne cüretle onun adına düşünürsün.
- siz de big four'dansınız değil mi? azrail?
+ yakınlarda efendimiz ile bu konuyu konuşacağım kural ihlallerine bir son vermelisin artık. (kararlı ve hiddetliydi)
sadece pekala dedim ve masaya döndüm. lakin müge ve flash gitmişti.
belki de kurallara uymalı uzak durmalıydım herkesten.
sadece son kez annemi göreceğim dedim ve evime yürüdüm.

eve doğru adımladım. kendi kendime bu parçayı mırıldandım.
https://www.youtube.com/watch?v=5A-4VGfx5lU
bir kaç saat sonra evime varmıştım. hava kararmıştı. babam balkonda sigara içiyor, gözleri dolu şekilde etrafa bakıyordu. içeri girdim annem odamda kıyafetlerimi kokluyordu etrafta eski aile albümleri, çocukluk fotoğraflarım, bodrum tatilinden bir kare, ve tüm bu keder içinde elime bir kağıt aldım...
buradayım anne yazdım ve görebileceği bir yere koydum. onu korkutmak da istemiyordum ama ona bunu yapamazdım. iyi olduğumu bilsin istedim. o yüzden buradayım anne, buradayım...
kıyafetlerimi kokladı uzun uzun, gözyaşları yanaklarından süzüldü, eliyle sildikçe yenileri çığ gibi akıp gidiyordu. kağıdı gördü eline aldı... ve o değil ben buz kestim çünkü okuduğu an
gülümseyerek biliyorum oğlum dedi.
gözyaşlarını sildi kağıdı aldı gögüsüne bastırdı ve yatağıma uzandı.
tüylerim diken diken olmuştu. ister ölü olun ister canlı, ister iyi olun ister kötü, anneler oğullarını hisseder...

annemi odada bırakıp babamın yanına balkona adımladım.
kendi kendine söyleniyordu, 'niye lan niye pekekent herif, şerefsiz it her şeyin vardı, paranı ekgib etmedik, elin yüzün güzeldi niye lan niye, gencecikken kendine kıyacak ne yaşadın'
ona da bir not yazmak istedim sonra vazgeçtim. bana kızgındı ama iyiydi yine de.
daha sonra gece lambalarının yer yer aydınlattığı kaldırımlar ve sokaklar, işte ait olduğum yerdeydim.
bir ölü başka ne yapabilir ki.
biraz yürüdükten sonra köşede oturan deri ceketli bir adam gördüm. kırklı yaşlarında keskin yüz hatlarına sahipti. sigara içiyordu. yanına adımladım. adamı dinlemek istedim.
o da söyleniyordu.
işte sana dünya, uğruna her şeyi feda ettiğin, sahibi olmaya çalıştığın ama olamadığın yer kim bilir belki de olmuşumdur dedi ve bana dönerek sence ? dedi.
kas katı kesildim. beni görüyordu. nasıl olur? ben şok üstüne şok yaşarken gülümsedi tekrar önüne döndü. sonra ağzından o cümleler döküldü.
+sana bir anlaşma sunmak istiyorum.
- kekeleyerek kimsiniz diyebildim.
+ ben mi? sinsi bir şekilde gülümsedi.
ayağa kalktı, ceketini düzetti, elini bana doğru uzattı. 'kibir en sevdiğim günah' dedi.
o an anladım ve buz kestim.
+şeytan?
-lucifer'i tercih ederim.
https://www.youtube.com/watch?v=JEgVI-IKpqk

lucifer karşımdaydı, ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemiyordum.
etraftan geçen insanlar, arabalar, kavga eden sevgililer, bağırışan çocuklar, gecenin karanlığı,
bildiğim şehir bildiğim hayatlardı. ben ve o hariç her şey normaldi. saatime baktım gece 1.16'yı gösteriyordu.
arkamı dönüp uzaklaşmak istedim. yrümeye başladım. ama sonra anlaşmasını duydum.
+sana bir beden verebilirim?
olduğum yere çakıldım. tekrar ona dönerek 'hayır veremezsin' dedim.
-güçlerimi o kadar hafife alma evlat.
+karşılığında sonsuza dek yanmak gibi bir niyetim yok.
-tanrı merhametlidir affeder.
+ ikna yöntemin berbat bu arada. hakkındaki efsanelere uymuyor.
-elinde müge'nin fotoğrafı vardı bana gösterdi. gerçekten ona dokunabilmek istemez misin?
sadece yutkundum ve hayır diye bağırdım. arkamı döndüm ve koşar adım oradan uzaklaşırken
ondan şu cümleleri duydum.
'tanrının seni sevdini mi düşünüyorsun, neden ? sana en büyük işkenceyi yapıyor. yanmak sevdiğine dokunamaktan daha iyi inan bana. onun egolarını tatmin etmek uğruna deneysel bir çalışmasına alet oluyorsun. sana bir sır vereyim sen özel değilsin. isa ya da musa gibi hatırlanmayacaksın, senin için özel bir planı yok, sen bir hiçsin. sıkılacak ve sonsuz cehenneme atacak. bana yaptığı gibi. bak evlat uzaklaştıkça sesimin azalmasını umuyorsun ama azalmayacak.
sana diyorum ki zaten sonunda cehenneme gideceksin. çünkü intihar ettin ama buradaki zamanını sevdiklerine dokunabilerek geçirebilirsin. sonunda bana geldiğinde sana bir jack d. ısmarlayacağım dikkat et kendine evlat, dikkat et' dedi. cümlesinin sonu yankılanarak azaldı.
ben de koşarak uzaklaşmıştım epeyce.
biriyle konuşmam gerekiyordu. kurallar umrumda değildi. müge'Nin yanına gittim.
bir süre sonra müge'Nin kapısında buldum kendimi.
kapıyı çaldım açtı, boşluğa bakarak 'hoş geldin' dedi.
bu durumu normalleştirmesi hoşuma gitmişti aslında. cebimden ufak kağıtlarımı çıkardım
- kurtar beni (yazdım)
+ne demek o, kim var ki peşinde?
- boşver.
+söyle lütfen iyi misin ne yapabilirim?
anlatıp anlatmamakta kararsız kaldım. kızcağız zaten kafayı yemenin eşiğinden dönmüştü bu kadarını kaldıramazdı. hayır bunu ona yapamazdım. biraz kendime gelince.
-beni neden yıllar boyunca reddettin? (yazdım)
+sen ukalaydın sabit fikirliydin tamam hoşuma gidiyordun aslında ama sana güvenemezdim. sevgine asla inanmadım... bunları boşver iyi misin, demin dediklerin?
- sevgime şimdi inanıyor musun?
+evet, neden soruyorsun bunları.
-bana dokunmak ister miydin?
+korkutuyorsun beni. neler oluyor?
sonra yazmamaya başladım ve o da bir süre bana sorular sorduktan sonra uyudu.
yanına uzandım ve sigara içtim.
gök gürüldedi ve yağmur başladı. ben öldükten sonraki ilk yağmurdu.
o sırada flash'ı da eve aldığını fark ettim müge'Nin. onu da aramıza aldım ve gözlerimi tavana dikip lucifer'in teklifini düşünmeye başladım. itiraf ediyorum beni manipule etmişti.
en iyi yaptığı iş.
ne yapacağımı bilmiyordum, kime sesleneceğimi bilmiyordum. tanrı beni terk etmişti.
kafamdaki soruların hiçbirine cevap bulamıyordum.
hayat hep enteresan olmuştur, geliriz ve gideriz yaşar ve ölürüz. ama bu kadarını tahmin edemezdim. benim olmayan bir şeyi yaşıyormuş gibiydim, uzatmaları oynayan yeni bir takım gibiydim. umudum vardı, benim için iyi bir son olacak mıydı, olsun istiyordum. lanetlendim mi?
bir daha güneşin sıcağını çamların kokusunu, toprağın yüzeyini hissedemeyecek miyim?
içimde büyük bir ağırlık oluştu ve camı açtım. yağmurun beni ıslatmasına izin verdim. yüzüme vuran rüzgarı içime çekip lucifer dedim.
https://www.youtube.com/watch?v=BcB75xwVc3U

'Lucifer' diye seslendikten bir süre sonra yanımda belirdi.
-kız uyuyor biraz turlayalım. beni duyabilir dedi.
hiçbir şey demeden onu takip ettim ve sokağa indik. yürümeye başladık.
- ne yapacağımı bilmiyorum? dedim.
+ tabii ki biliyorsun. insanoğlu her zaman ne yapacağını bilir yalnızca yapacak cesareti yoktur.
söyle bana sen cesur musun? çünkü öyleysen cesur gibi davranmalısın. sızlanmayı bırak, her zaman üçüncü bir seçenek vardır. ilk insandan bu yana türünüzü inceledim. açıkcası sizinle içli dışlıydım. havva bir elma için vazgeçti babamızdan, adem ise havva için. sonuç? sonuç harika,
insanlık büyüdükçe büyüdü. cennet bahçelerinde kalsaydınız ne olacaktı. oradan oraya koşturan aptal varlıklar olacaktınız. mutlu mesud hayatlarınızı sürdürürken tanrı sizden sıkılacaktı.
ama insan ihanet etti. havva adem ve oğulları. sonunda ne oldu.
tanrı sizi ilginç buldu. bak dostum tanrı tamamen deneysel takılır. ilginç bulmadığı hiçbir varlıkla ilgilenmez. bak melekler umrunda bile değil. varsa yoksa insan. neden? çünkü tanrı kendisine hayır diyebilecek kadar cesur olanları sever inan bana... sigara ister misin. kahireden bunlar.
tek kelime edemeden sigaradan aldım. ve içtim. saf tütündü içtiklerimin en iyisiydi.
cümleleri etkileyiciydi.
+ kaç yaşındasın lucifer?
- kaç gösteriyorum dedi ve gülümsedi.
+espri yapabilmen hoş.
-başka türlü 8 milyar yıl nasıl geçer? ben tanrının en büyük esprisiyim evlat inan bana.

bir süre daha yüdükten sonra lucifer'in kırmızı impala arabasına atladık.
mükemmel bir detaydı bu. tek sorun bir ölüyü bile tedirgin edecek derecede hızlı sürmesiydi.
bir ara bana dönüp merak etme evlat bu aracın kasko'su var dedi. ikimiz de güldük.
kesinlikle sevmek isteyeceğim en son kişiydi ama konuşabildiğim beni anlayan tek kişiydi.
radyodan bu çalarken https://www.youtube.com/watch?v=bmtbg5b7_Aw
yolları yara yara gitmeye devam ediyorduk. bir ara kafamı camdan çıkarıp rüzgarı saçlarımda ve yüzümde hissettim. tekrar arabaya girdiğimde 'teklifini kabul ediyorum' dedim.
artık ne olacaksa olsun istiyordum. sevdiğim kıza, dokunabilmeli, anneme ve babama sarılabilmeliydim. döndü ve biliyorum dedi.
bir süre sonra kendimizi tüm şehri yukarıdan gören bir tepede bulduk. güneş yeni yeni doğuyordu.
tan kızıldı, şehir uyuyor kuşlar ise yeni uyanmıştı. kargalar etrafımızda peşi sıra uçmaya başladı.
lucifer'e dönerek
-biliyor musun sen hiç hayal ettiğim gibi değilsin?
+ne zannediyordun evlat, kırmızı pelerin eşliğinde boynuzlu ve korkutucu bir ifadeyle etrafta salak salak 'ben şeytanım sürtükler' diye dolaşan birini mi?
-hayır ama?
+tanrı beni ve sizin türünüzü kendine benzer yarattı. bizler de sinirleniyor, gülüyor ve üzülebiliyoruz.
-ya melekler?
+onlar sıkıcı. zütür getir işlerine bakarlar. açıkcası sonsuz cehennem cezamdan memnunum cebraille 10 dakika sohbet de aynı azabı veriyor.
- teklifin hala geçerli mi?
+elbette
-karşılığında sen ne kazanacaksın?
+ bazı şeylerin ilki değerlidir evlat. bir futbol takımı gibi düşün. yeni stadyumunda oynayacağı ilk maç, genç kızın sevişeceği ilk erkek, ya da bir adaım öldürdüğü ilk insan.
-yani ne demek istiyorsun?
+sen tanrının ilk araf deneyisin. açıkcası senin benim tarafımda olman hoş bir galibiyet.
-senin tarafında değilim.
+ tüm insanlık benim tarafımda inan bana. dua ederlerken araya dünyevi isteklerini sıkıştırırlar,
iyi bir insan olmaya gayret ederken günahlar işlerler. sonuç olarak tanrının kurallarını sevgiden değil çoğunluk korkudan yapar. ben ise bir humanistim evlat. insanlıktan nefret ettiğim bir yalan.
ben insanlığı seviyorum. en önemlisi viski. evet insanlığı viskiyi bulduğunuz için bile sevebilirim.
- nasıl bir bedenim olacak.
+bir kadın olarak gözlerini açacaksın. bilirsin doksan atmış doksan.
- ne?
+espri yapıyorum. ayakta işemeyi sevdiğini biliyorum. ayrıca sana bir kıyak kendi bedenini seçebileceksin. katalog var elimde.
-dalga geçmeyi kes.
+katalog yok ama istediğin bedeni sana verebilirim.
onunla konuştuğum her an kafam daha çok karışıyordu.

bir süre günün sessizliğini dinledim. vapurun devasa korna sesi ise bana bir an için hayattaymışım gibi hissettirdi. sonra tekrar lucifer'in sesini işittim.
- söyle bana adem tohumu nasıl bir beden istiyorsun.
+ kendi bedenimi.
- aslında güzel çocuksun ama olmaz. kurallar var. benim bile sınırlarım var. yoksa (yukarıya baktı) sinirini tahmin edemezsin.
+o halde müge'Nin ilk görüşte dahi etkileneceği bir beden istiyorum.
-zevkime güvenebilirsin. ama bir kural daha var.
+ küfür edeceğim artık...
- müge'Ye o bedende sen olduğunu söyleyemezsin.
+ o neden?
- arabalar kırmızıda neden durur? yeşilde geçenlerle çarpışmamak için. fikir yürüt anlayacaksın.
+tamam kabul ediyorum.
-pekala evlat kağıt işlerini pek sevmem ama son kez sormak zorundayım. 'emin misin'
+evet eminim.
bir süre bakıştık. sonra
+ne yani tam bu an bir gök gürüldemesi, bir fırtına olması gerekmiyor mu? kritik bir andı. dedim.
-mikail bunların modası geçtiğini düşünüyorç uğraşmaz pek.
+tamam ama be...
gözlerimi yıkık dökük bir evde açtım.
https://youtu.be/dZWGH0ougJI?t=149

bu yıkık dökük evde uyanmıştım. ve irkilerek yerimden fırladım.
yanımda bir kağıt vardı. üzerinde *her gün sadece 1 saat bu bedene aitsin, imza L... not pazarlık payı bıraktım*
https://www.youtube.com/watch?v=l2S4GTD-AAw
birinin beni gördüğü andan itibaren bir saatim olduğunu fark ettim.
24 saatte yalnızca 1 saat emanet bir bedenim olacaktı. o'na güvenmemeliydim.
anlaşırken bundan bahsetmedi. yine de artık görünen bir bedene sahiptim.
harabeden sokağa çıktım. biraz adımladıktan sonra bir dükkan camından kendimi gördüm ilk defa. evet zevkli adamdı gerçekten. kafamı çevirdiğim an bir kızın gülümseyerek yanımdan geçtiğini fark ettim. lakin bu pek umrumda değildi şimdiden 50 küsür dakikam kalmıştı.
müge'Ye gitmeyi düşünsem de vicdanım beni evime zütürdü.
kapının önünde durdum ve evimi izledim. o sırada annem berbat bir halde çöpleri kapıya çıkardı.
yanına kadar hızlıca adımlayıp 'yardım edeyim teyzecim' dedim. ben hayattayken buna benzer bir acı yaşamamıştım. döndü sağol oğlum dedi ve yüzüme baktı.
bir süre baktı. nasıl olur? şevkatle baktı, ben ben değilim nasıl olurdu.
elini koluma dokundurup nasılsın dedi. yine tüylerim diken diken oldu.
ben söylemedim o'na kurallar? hayır bu ihlal sayılmamalıydı.
tek kelime edemedim bir süre. sonra iyiyim dedim. artık ben de iyiyim deyip tekrar apartmana girdi. annem her şeyi biliyor muydu? yoksa hissiyat mıydı?
size diyebileceğim tek bir şey var.
bu dünyadaki en yüce şey ne aşk, ne iyilik ne kötülük. bir anne ve oğul arasındaki sevgi
arafın griliğinden cehennemin ateşinden ve cennetin ışıklarından daha güçlü.

fazla vaktim kalmamıştı ve bedenim tekrar benden alınınca müge'Nin yanına eskiden olduğu gibi kağıtlarla haberleşmeye gittim.
evin kapısına geldiğimde flash üzerime atladı. bir süre köpeğimi sevdim ardından müge'nin yanına çıktım. her zaman olduğu gibi kağıtlara notlar yazıyordum ve sohbet ediyorduk.
ama ters bir şeyler vardı onda. sonunda boşluğa bakarak özür dilerim dedi.
-neden (yazdım)
+ buna artık devam edemem. kafayı yemek üzereyim ve günlük hayatıma devam edemiyorum.
-gitmemi mi istiyorsun?
+evet.
-beni sevdiğini sanıyordum.
+biliyorsun ki seni hiçbir zaman sevmedim. bak beni anlaman gerek. uyku uyuyamıyorum gün içinde senin gibi ölü hissdiyorum. intihar etmeyi bile düşünüyorum. bunlar ağır geldi. beni anlaman gerek. sana aşık değilim ve bu kadar büyük fedakarlık yapmak istemiyorum artık.
hiçbir şey yazmadım. kapıya çıktım flash'i aldım ve tekrar kendi mezarımın başına yürüdüm.

ucifer mezarımın başında dua ediyordu. çok şaşırdım.
yanına kadar adımladım.
+tam olarak ne yapıyorsun acaba? dedim.
-ne yani ben dua edemez miyim?
+eder misin?
-tabii ki etmem yemek tarifi okuyordum içimden.
acı bir şekilde gülümsedim.
+müge beni hiç sevmemiş.
-3 yıl reddetti kız seni bunu şimdi mi anladın?
+kadınlar neden böyle ?
- kadınları seviyorum. çünkü ne istediklerini her zaman biliyorlar.
+ nasıl yani.
-kadınlar her şeyi ister evlat. güç ister zeka ister para ister güzel bir görünüş ister ama mükemmel erkeği ararken kendilerinin mükemmel olmadıklarını asla görmezler. bu da onları doyumsuz yapar. doyumsuzluk ise hedonizmden gelir. kadınlar hedonisttir evlat. bağlanma aşık olma sadece onlara istediğini ver.
+istedikleri?
-bir çok erkekte istedikleri yok ama varmış gibi davranılabilir.
+kandırmak dürüstçe değil.
-onların kibri gibi?
+neyse sorularım var cevaplar istiyorum.

bir süre sessiz kaldık. mezarımdaki toprağın kokusu kesif bir şekilde geliyordu burnuma. daha sonra flash'in kafasını okşadı lucifer ve bana dönerek.
+hadi artık söyle söyleyeceğin şeyi evlat?
-pazarlık yapmak istiyorum.
+hmm.
-1 saat az bir süre. 8 saat istiyorum.
+olmaz.
-bence olur. ben ilk araf deneğiyim kaybetmek istemezsin.
+nasıl kaybedebilirim ki, üzerime kutsal kitaplardan sayfalar atıp hac mı göstereceksin. hac işaretlerini hep sevdim. kimseye bahsetme bundan.
- pazarlık yapmak istiyorum ve kararım kesin.
+ pekala sert çocuk 2 saat senindir.
-7 saat istiyorum.
+4
-6
+ anlaştık 5 saat senindir artık uzatmamalısın ademoğlu. (yüzüne sinsi bir gülüş takındı)
neyse ki artık emanet bedenimle 5 saatim vardı. müge'Ye kırılmıştım ama yine de yeni bedenimde onunla tanışacaktım. neler olacağını kestirmek güçtü ama eğlenceliydi de.. tam o an omzumda yine o milyon ton ağırlığındaki el belirdi.
arkamı döndüm ve cebrail oradaydı. bir süre bana ve lucifer'e baktı iri gri gözleriyle.
lucifer; hoş geldin eski dostum.
cebrail; benimle geliyorsun çocuk.
lucifer; çocuğun randevusu var lütfen.
ben; nereye geliyorum.
cebrail; kes şu sululuğu iblis.
daha sonra gözümü mermer bir koridorda açtım. büyük beyaz sütunların arasından gözü kör edercesine ışık hüzmeleri damlıyordu üzerime. başımı nasıl bir derde sokmuştum inanın tahmin bile edemiyordum. olaylar gittikçe karmaşıklaşıyordu.
lucifer'in bana verdiği emanet beden, melekler ailem, müge... ne doğru ne yanlış artık bilmiyordum.

ig four'un geri kalan üyeleri mikail ve israfil'i ilk defa orada gördüm.
onlar ise beyazlar içinde uzun ipek kumaşlar örtünmüşlerdi ve cennete ait parçalar oldukları çok belliydi.
benimle yalnızca kısa bir süre konuştular ama orada bu bir ömür gibi geldi.
ne dediklerini uyandığım harabede az çok hatırlıyordum yine.
ama aklımda kalan en keskin cümle 'ışığı kaybetme' idi.
kafamın tüm karışıklığına rağmen lucifer'in bana verdiği bedenle yerimden doğruldum.
bu defa daha uzun bir zamanım vardı. yeni bedenimle doğruca müge'nin yanına gittim.
bu benim için değil ama onun için ilk tanışmamız olacaktı.
sanırım artık her şeyin değişme vaktiydi.
https://youtu.be/K2b_Vk132_I?t=14

sanırım size 3 yıl öncesinden bahsetmem gerek, her şeyin başladığı o kötü, kusurlu ama daha mutlu olduğum, en azından hala yaşıyor olduğum zamanlardan.
(bkz: flashback)
soğuk bir kasım sabahı gözlerimi her zaman olduğu gibi 8 metre karelik odamda açtım.
size odamdan bahsetmem gerekirse ufak ama şirin bir odadır.
bilgisayarım, gitarım, duvarımda metallica slayer megadeth anthrax'ın tek karede birleştiği big four posterim. eski püskü radyolar ve bir kaç tane armut koltuklardan vardı.
telefonumu kontrol ettiğimde sena'dan mesaj geldiğini gördüm.
kendisi sosyoloji okuyordu aynı okuldaydık. okula beraber gidelim mesajını görünce
ben de dersim olmamasına rağmen duşa girdim giyindim ve çıktım.
bir süre okulun karşısındaki kafede oturduk, daha sonra biraz öpüşüp koklaştık.
sena'nın ders saati gelince bana dönerek 'sıkılma buralarda gel derse gir' dedi.
açıkcası o an kararsız kalsam da macera olur diyerek sınıfına doğru yürüdük.
sıraya oturduk, hoca geldi. ukala bir adam olduğu belliydi.
bir süre dersi anlattı daha sonra bana dönerek;
+sen bu sınıftan değilsin dedi.
-gözünüzden bir şey kaçmıyor (dedim sınıf güldü kendisi bozuldu)
+hmm. sosyoloji hakkında hiçbir şey bilmeden dinlemek sıkıcı olmadı mı? (ezmeye çalışıyor)
- sosyoloji hakkında her şeyi bildiğinizi düşünerek ders anlatmak da öğrenciler için sıkıcıdır belki. (sınıf yine gülünce adam mosmor oldu iyice sinirlendi)
+ toplum pgibolojisi hakkında bir fikrin var mı, ihtiyaçları neye göre şekillenir?
- maslow'un hiyerarşisinden bahsediyorsunuz demek hocam (sınırftan ufak bir oo geldi)
hoca bir süre sessiz kaldı. bu sefer çok sinirlendiği belliydi. dersten de atmıyordu çünkü yenilmek istemiyordu. tam bana 'peki o zaman söyle bakalım' diye dönerken, güzeller güzeli bir kız başka bir soru sorarak ortamı yumuşattı. konu dağıldı.
ders bitiminde sena masasındakileri toplarken ben de o kızın yanına gittim.
+ teşekkürler hocanın gazabından kurtardın.
- rica ederim. (gülümsedi)
+peki dikkat et kendine dedim dönmeye meylettim.
-ne yani tanışmayacak mıyız? dedi elini uzattı bana.
'memnun oldum müge ben'
https://www.youtube.com/watch?v=oV5OGh8D-ok

tanışmamızın ardından müge sınıftan çıktı, sena yanıma geldi.
+ne konuştunuz?
-senin çok şanslı bir kız olduğunu söyledi.
+dalga geç sen kıracağım kafanı bir gün yürü.
sena ile çimlere oturduk. ben dizine uzandım. üzerimde gök kubbe ben tüm o maviliğe dalmış müge'yi düşünüyorum. sena bir şeyler anlatıyor arada evet hayatım, haklısın diyorum ama ne anlattığını duymuyorum. bir ara dönüp sen beni dinliyor musun dedi, 'hayır' dedim. sinirlenip
kalktı. bazen aşırı bunaltıcı olabiliyor.
çimlerin üzerinde doğruldum, cebimden chester mentollümü çıkarıp yaktım.
o sırada arkadaşım altuğ geldi. bir süre sohbet ettik. hasta es es taraftarıdır.
+olm sende bir şey var bugün (dedi)
- sanırım aşık oldum.
+ ha ha gibtir kime?
hiçir şey demedim. o da sigara çıkardı. bir süre içtikten sonra.
müge tekrar göründü okulun bahçesinde.
+demin sorduğun sorunun cevabı bak orada (dedim)
-hmm hoş hatun. ilk görüşte aşk diyorsun.
+ teorik olarak bu ikinci görüşüm.
-olm aşk böyle bir şey değil. beğenmişsin tahrik olmuşsun.
+altuğ sen en son ne zaman bir kızla çıktın?
-ben bir kızla çıkmadım kardeşim. bilerek soruyorsun muallaksin.
yine bir süre sessiz kaldık. müge o sırada okulun büyük kapısına doğru yöneldi. gidiyordu.
+ olm tamam lan bakma artık. sen gerçekten aşık olmuşsun inandım (dedi)
- saolasın ya gerek yoktu.
+onu bunu bırak da bu kız için en fazla ne yaparsın?
-şeytanla bile anlaşırım, şeytanla bile, kardeşim.

bir süre müge'nin gidişini izledikten sonra 'neden duruyorum ki' dedim.
yerden paketi aldığım gibi çimlerden kalktım ve arkasından koşturdum.
kulağımda altuğ'Un 'olm nereye manyak mısın' diye seslenmesi vardı.
takmadan koşmaya devam ettim.
müge okulun önündeki caddeye park etmişti arabasını. çantasını arka koltuğa koydu,
ardından direksiyona geçti. o sırada gittikçe hızlandım kaçırmamak için.
seslendim ama trafik gürültüsünden ve kapısını kapattığından duyulmuyordu.
araba çalıştı, ben daha da hızlandım. gayri resmi rakamlara göre dünya rekorunu bolt'tan almıştım ki ön kaputa doğru bir hamleyle atıldım. müge de gaza basınca kaputun üzerine hafif çıktım.
bir süre korkudan gözleri yuvalarından çıkacak gibiydi sonra kapısını açıp indi.
+manyak mısın ya sen? dedi.
- şu an mı?
+yaralanabilirdin.
bir süre sonra sakinleşti.
+niye gelmiştin.
- yolumun üstüydü.
+ arabamın kaputu mu ? hep böyle dalgacı mısın sen?
- ben aslında teşkkür etmeye geldim derste olanlar için.
+ zaten etmiştin.
- arada ederim işte artık. şaşırma.
gülümsedi. atla hadi dedi. beni merkezi bir yere bıraktı.

merkezi yere gelmiştik. bir süre dönüp baktım. onun telefonu çalınca kafamı çevirdim.
telefonla konuşurken tekrar dönüp izledim onu. da vinci'Nin son akşam yemeğinden bir detay gibiydi, ya da bach'In toccata and fugue'sinden bir kaç notaydı. ondan sıkılma ihtimalim yoktu.
konuşması bitince bana dönüp gülümsedi.
+ inmemişsin hala ? dedi.
- biraz kabayız galiba müge hanım.
+ yok efendim ondan demedim yetişmem gereken bir yer var (gülümseyerek)
tamam dedim, kapıyı açtım, adımımı caddeye attığım an bir taksi küfür kıyamet korna ile son anda manevra yaptı. yoksa ezilecektim kapıyla beraber.. müge tekrar bana döndü.
+kendini öldürtmeden umarım inebilirsin.
- dikkat etmeden açtım kapıyı büyütecek bir şey yok. hem ölsem de sorun olmazdı. belki başka bir hayatta... (dedim gülümsedim)
+öğlenleri alkol alma, dikkat et kendine. (bu son cümlesi flörtten çok ukalacaydı)
kapısını kapattığım gibi gazlayıp gitti.

müge'nin arabasından indikten sonra anneannemin mezarına gitmeye karar verdim.
çalışan bir anne babaya sahiptim, beni o kadın büyütmüştü. henüz öleli 2 ay oluyordu.
bir minibüse atlayıp mezarlığa gittim.
soğuk bir sonbahar gününde mezarlıklar insanoğluna çok şey anlatır.
boş kasvetli ve gridir. bayramlardaki gibi insan dolup taşmaz. tüm o ısslızlığın ortasında
insan aslında gündelik hayatta yaptıklarının değerini veyahut değersizliğini anlıyor.
anneannemin mezarı başında bir süre dikildim. biraz sohbet ettim tek taraflı.
sorular soruyor onun adına cevaplıyordum. gözlerimden iki damla yaş süzüldü.
mezardan ayrılmak üzereyken 'aşık oldum ben anneanne' dedim.
arkamı dönüp adımlarken yavru bir köpek gelip paçamdan çekiştimeye başladı.
sevmek içip sırtını kaldırama yatırıp göbeğini okşadım. o kadar uyuşuktu ki o şekilde uyuya kaldı.
ben de daha fazla rahatsız etmeden eve doğru yol aldım.
bir süre sonra hayatımda yaşadığım en güzel şey oldu.
müge internetten beni eklemişti.
hemen kabul edip özelden nasılsın yazdım.
+ya aslında sana acil ihtiyacım var (dedi)
uçan ilk insan hazarfen zannedilir ama hayır bendim.
eve gidip duş alıp, en sevdiğim gömleği ve kotumu giyerek hızla o'nun verdiği adrese gittim.

attığı konuma gittikten sonra ufak bir şaşkınlık yaşadım.
bir halısahaydı bu. kapıda müge gözüktü. biliyorum ani oldu ama geldiğin için teşekkür ederim.
olayı idrak etmeye çalışırken müge tekrar kolumdan çekiştirerek beni sahanın dış kapısından içeri soktu.
https://youtu.be/VQH8ZTgna3Q?t=25
içimden 'ulan soyunma odasında sevişmek gibi bir fantezisi mi var acaba' diyorum.
kafamda milyon düşünce olayı anlamaya çalışıyorum derken, müge bana döndü ve;
+ erkek arkadaşımın ayağı alçılıydı, futbol delisidir kendisi, geçen hafta ayağı tamamen iyileşti ben de ona süpriz yapmak istedim.
- müge yanlış anlıyorsam düzelt ama sen beni erkek arkadaşına süpriz olsun diye mi çağırdın.
+bir tek seni değil sınıftan çocuklar da var.
içime öyle bir öküz oturdu ki. erkek arkadaşı olduğunu öğrendiğime mi sinirlensem, yoksa beni bu aptal süprize dahil ettiğine mi? diğer çocuklar da sağdan soldan formalarıyla çıkınca olay gerçekliğe iyice büründü.
ufak br tribün var oraya geçip sigara yaktım. müge'Nin umrunda değilim.
o olayı organize ediyor. lan 'selim'e izin verin gol atsın' dedi çocuklara.
bir erkek daha tanımadan bu kadar gözümden düşebilirdi.
ne demek lan bırakın gol atsın, down sendromlu çocuklar için yardım maçı düzenliyoruz sanki.
eli ayağı tutan normal bir adam.
tüm bu düşünceler aklımdan geçerken, nihayet kıl kuyruk da geldi.

kıl kuyruk da artık geldiğine göre maç başlayabilirdi. orada çekip gitmek vardı ama müge'yi kaybetmek demekti bu. mecburen oradan ayakkabı kiralayıp gömlek kotla çıktım sahaya.
https://www.youtube.com/watch?v=_Yr1-BBMaMA
maç başladı. bizim takıma müge seçip mi verdi bilmiyorum ziya doğan ve 7 önliberolar gibiydik.
herkes kalenin önünde elleri belinde çanakkale geçilmez oynuyor.
bu kıl kıyruk iki gol atınca müge'ye dönüp öpücük attı.
o öpücüğü havada tutup somutlaştırıp zütüne sokmak istesem de bu hırsımı maça yansıttım.
defanstan alıyorum, bir kişiyi çalımlıyorum 2-3 derken kaybediyorum.
pas veriyorum geri gelmiyor. top çıkarıyorum kale önünden, ama olmuyor. yedikçe yiyoruz.
bizim takım cern'e incelenmeye zütürse iq olarak eksi rekoru kırabilir.
defansımızdaki 3 numara bir ara verkaç diye bağırıp bana topu attı.
önüne yuvarladım, ama tahmin edin ne oldu. herif verip kaçmamış lan... ne diye verkaç diye bağırıyorsun o zaman diyemedim. müge vardı.
bir ara top ortada seker gibi oldu, 3 numara yine bıraaaağğğkk diye bağırdı.
topa öyle bir geldi ki, herkes maçı bırakıp onu izledi.
gavura vurur gibi vurduğu top kıl kuyruğun yüzünde patlayınca açıkcası ben tatmin oldum.
bu yerde kıvranıyor, müge içeri daldı. çocuğun yüzüne peçete basıyor.
millet panik oluş durumda. ''kırıldı mı burnu, yok lan kırılmamıştır' cümlelerini duydukça içimden sırıtıyorum.
'neyse benden bu kadar' dedim ve sahadan çıkarak eve geldim tekrar.

müge'nin yanına emanet bedenimle giderken geçmişi 3 yıl öncesini şöyle bir hatırlamıştım.
buruk bir şekilde gülümsedim. lucifer'i mezarlıktan sonra hiç görmemiştim.
mikail ve israfi'in 'Işığı kaybetme' uyarısı kulağımdaydı hala.
varoluşsal bir kaygı taşıdığım gerçekti. siyah bir boşluğun ortasında gibiydim.
nefes alıyordum, görüyordum, duyabiliyordum ama ekgib olan bir şey vardı.
hallac-ı mansur'un enel hakk demesi gibi, yanlış anlaşılmıştım. en önemlisi kendimi tanıyamamıştım. yaptıklarımın bir sonucu elbette olacaktı ama sonucu olmayan bir eylem var mı ki dünyada.
biz insanlık kendimizi uzun süre aradık durduk. kimi aşkta kimi cikste kimi bir futbol takımının armasında, kimi ailesinin yanında, kimi uzak diyarların hayallerinde, kimi de müzikte buldu kendini.
ben ise müge'de bulmuştum. benim için beklenmedik edilmiş bir yemin gibiydi.
ben onun sevgilisi olmak istemiyordum o'Nun tüm dünyası olmak istiyordum.
aşkın hastalıklı yanı da bu sanırım.
lucifer'in bana hediye ettiği emanet bedenle müge'nin karşısına çıkmak üzereydim.
o beni tanımayacaktı ama ben onu hep tanıyor gibiydim.
bir süre yürüdükten sonra müge'nin evinin öüne geldim.

müge'nin kapısına geldiğimde bir süre yeni bedenimin yansımasına alışmaya çalıştım.
sonrasında ise zili çaldım. otomatikten annesinin sesi geldi. buyrun kimsiniz dedi.
müge'nin bir arkadaşı olduğunu söyleyince müge yok sokağın başındaki kafede arkadaşlarıyla oturuyor dedi. teşekkür edip kafeye doğru adımladım.
kalabalık bir arkadaş grubu olarak oturuyorlardı.
karşı masalarına oturdum bir kahve söyledim. bir yandan emanet bedenle de olsa tekrar
gözükmek ve canlı olmak iyi hissettiriyordu.
masadakilerle sağdan soldan diyaloğa girip yanlarına oturdum.
müge'nin masasındayken arada göz göze geliyorduk.
sohbete katılıp espriler yapıyordum. grubun erkekleri bana saldıracak gibi bakıyorlardı.
aldırmadım. bir amacım vardı. ölümün soğukluğundan araf'ın griliğinden cehennemin ateşinden boş yere geçmedim ben.
erkek1; ee günlük hayatında neyle meşgulsun.
ben; bir bilsen (dedim gülümsedim)
müge; burada mı oturuyorsun? yeni mi taşındın görmedim seni hiç.
ben; görsen unutmazdın zaten.
sarışın; biraz ukalayız galiba.
erkek2; bir konuşalım senle bir ara.
ben; tehdit seziyorum. (ortam geriliyordu ki masaya kim oturdu dersiniz)
ben; bir sen ekgibtin.
lucifer; kaçıramazdım
müge; siz kimsiniz merhaba bu arada.
lucifer; bir dostuyum.
müge; ya bu arada ismini sormadık?
ben; ???
lucifer; ismini söylesene onlara rüzgar?
müge; demek ismin rüzgar.
ben; evet öyle ( aferin luci)
lucifer; benim ismim de... boşverin siz bana kısaca lf deyin. bilirsiniz feridun'un parçası gibi.
tüm masa bu binliğe gülmekle meşgulken müge'nin bana nasıl baktığını fark ettim.
ben gerçek ben iken hiç öyle bakmamıştı. benim o'nu üniversitede ilk gördüğüm an baktığım gibi bakıyordu. hayat enteresan güneş soğuk yol uzun dedim içimden.
lucifer ortalığı daha çok karıştırmadan bizim çıkmamız gerek dedim.
kapıya doğru yöneldik. lucifer'in kırmızı impala'sına bindik.
tam gazladığımız an müge arabanın önüne hızlı adımlarla geldi. neredeyse kaputa çıkıyordu.
camdan kafamı çıkardım.
+buyrunuz dedim. gülümsedim.
-seni bir daha görebilecek miyim? dedi gülümsedi.
+'hep göreceksin' diyerek arabaya tekrar soktum kafamı ve gazlayıp yola revan olduk.

emanet bedenimle müge'yle tanışmış hatta o'nu etkilemiştim.
lucifer'in kırmızı impala'sı ile yolculuğumuz devam ediyordu.
son sürat yolları terbiye ediyorduk, radyodan bunu açtı.
https://www.youtube.com/watch?v=iYFz4pKclyA
+yeni bedeninden memnun musun?
- neden soruyorsun.
+ rica ederim demek teşekkür ediyorsun evlat.
- hayır etmiyorum.
+güzel...
---
+ hey lucifer sana bir şey soracağım?
-benden sana bir tavsiye cümleye asla böyle başlama direkt sor. heyecanı kaçıyor.
+ neden bunları yapıyorsun. sonsuz cehenneme çarptırıldın. niye bu uğraşı?
-evrenin sahibi olmak için tabii ki
+kafayı yemişsin seni yaratan bir varlığı yenemezsin.
-elbette yenemem ama onun savaşı bırakmasını sağlayabilirim.
incil tevrat ya da kuran okumadın mı sen? orada kanun açıklarından bahsediliyor. ünlü hikayedir evlat. bilmelisin. dedi ve anlatmaya devam etti.
tanrıyla bir anlaşma yaptık. kıyamet günü geldiğinde eğer masumdan çok günahkar varsa bu savaşı ben kazanacağım. tanrı evrenin en onurlu varlığıdır evlat. sözünü tutacaktır.
+sözü neydi peki?
- evrenin yönetimini bana bırakacak ve insanlığı sonsuza dek terk edecek.
+ insanlar hala tanrıyı seviyor lucifer. kıyamet gününde senin etrafında değil onun etrafında daha büyük bir kalabalık olacak.
- bak şu dünyaya evlat. o kadar kötülük o denli büyük hedonizm var ki tanrı değil ben yaratmışım gibi değil mi?
+her neyse beni ilahi hesaplaşmalar ilgilendirmiyor.
yine tüm şehri gören bir tepeye geldik. güneş batmak üzereydi.
sonra lucifer bana döndü ve 3 günün var evlat, sonra seni bir yere zütüreceğim dedi.
+ne demek o? nereye zütüreceksin?
-eve evlat. orayı görmeni istiyorum.
+ ev dediğin neresi ( dedim meraklı ve tedirgin bir sesle)
lucifer gülümsedi. iç cebinden matarasını çıkarıp viskiden yudumladı. sonra bana döndü ve
evim yani cehennem... 3 günün var evlat

ucifer bana cehennemi gösterecekti. peki ama neden?
aklındakileri ancak tanrı bilir. matarasını bana uzattı onun viskisinden yudumladım.
arabasının kaputuna yaslandık. yan yana şehri seyrederken konuşmayı sürdürdük.
+ demek her şey bu kız içindi diye mırıldandı.
- neden? kötü mü ediyorum sence? dedim.
+ ah hayır evlat. aşk saygı duyduğum şeylerden biri. her takıntı gibi özünde hazcılık yatıyor.
-sen hiç aşık oldun mu lucifer?
+ evet bir kere olmuştum. cennet bahçelerindeki güzel bir kızdı. orada doğan insanlardan biriydi.
-sonra ne oldu peki?
+ onu yoldan çıkardım, ciks yaptım ve cehenneme attım. (çok normal bir şey anlatıyor gibi viskiden yudumladı)
-aşık olduğun kişiye bunu mu reva gördün.
+ aşkın ölçütü verdiği mutsuzlukla ölçülür evlat. karşı tarafı mutsuz ettikçe sana olan aşkı büyür.
pgibologlar bu tür vakalara borderline ya da obsesif tanıları koyuyorlar. hepsi bu işte.
-efendi adam yerine bin tercihi diyorsun yani iblis.
+bana böyle hitap etme, alınıyorum. ben kırılgan bir varlığım. (gülümsedi) ayrıca olay efendi ya da bin olmak değil.
-ne peki?
+ güçlü olmak. erkeğin sizin dilinizde kelime kökü erk'ten gelir. erk ise güç demektir. erkek her şeyden önce güçlü olmalıdır. kadınlar doğası gereği ona çekilecektir.
- kasanova gibisin lucy.
+sen beni bir de cehennemde gör.
bu sohbetten sonra 2 saatimin kaldığını fark ettim ve müge'nin evine doğru adımladım.

müge'Nin evinin sokağına geldiğimde o da arkadaşlarıyla yeni ayrılıyordu.
sokağın karşısında arabadan indi, adımlarken beni gördü.
+ aa rüzgar nasılsın? (bu isme de alışmam gerekti tıpkı emanet bedenim gibi)
- iyiyim sen.
+ bir anda kalkıp gittiniz öyle. numaranı da alamamıştım.
- benim biraz yürümem gerek moralim bozuk aslında (peşime takılacağını tahmin ediyorum)
+ ee, şey, ben de geleyim mi? konuşmuş oluruz.
müge'yle beraber sokakları arşınlamaya başladık. bir yandan gündelik şeylerden sohbet ederken bir yandan baştan aşağı beni süzmesini fark ediyordum. geçip bir bara oturduk.
üst katına çıkıp nispeten daha sessiz bir yerde konuşmaya başladık tekrar.
+ senin neyin var peki müge? aralarda kopup gidiyorsun sanki.
- anlatsam da inanmazsın ki?
+ bir dene sen yine.
geçiştirdi anlatmadı. bir iki bira içtikten sonra kendi konuyu açtı.
+beni seven bir çocuk vardı, yakın zamanda intihar etti.
- hmm. üzüldüm yazık olmuş.
+ ben de bunun travmasını yaşıyorum. hatta benimle iletişime geçtiğini düşünüyorum.
- ağır bir şey yaşadın. bu tarz hayallere kapılman normal. üzme kendini zamana bırak.
+ evet öyle, zaten gereksiz bir şeydi.
yüzünde umursamaz bir efadeyle söyledi bunu. o kadar canım yandı ki.
yutkundum sadece. gülümsedim, gözlerine baktım. dişlerimi sıktım.
+ sen gereksiz diyorsan gereksizdir. boşver. şerefe (dedim)
kafalarımız biraz kıyak olmuştu. o sırada barın karaokesi olduğunu gördüm.
istek parça var mı dedim gülümsedim. o bunun şaşkınlığı yaşarken ben karaoke mikrofonunu kapıp sahneye çıktım. insanlar da haliyle sahneye doğru dönüp dikkatli gözlerle izlemeye başladılar.
karaoke otomatik olarak bu parçayı atınca söylemeye başladım.
https://www.youtube.com/watch?v=mBTSG_Tryhc
insanlar eğleniyor gözüküyordu. müge ise telefon kamerasını çıkarmış beni kaydediyordu gülerek.
garsonun omuz hizasının üstünde taşıdığı birayı sahneden çekerek aldım. kim bilir kime gidiyordu.
bir süre sonra şarkı bitince sahneden indim. açıkcası jül sezar gibi karşılandım. benden sonra cesaret alan insanlar birer ikişer karaoke yapmaya başladılar.
daha sonra gelen bir mesaj üzerine müge yerimizi söylemek zorunda kaldı.
olabilecek en güzel şey oldu. kum torbam gelmişti.
müge'nin sevgilisi kıl kuyruk. hesap günü gelip çattı.
ben pek dahil olmak istemedim. sadece müge ile baraber barın kapısına çıktım.
çocuk zorluyor müge gitmek istemiyordu. doğru anı bekledim. akıllanmıştım.
çocuk en son müge'nin koluna sağlam yapışıp sürüklercesine çekmeye başlayınca bir ölünün sinirini kazanmış oldu.
kendisinin yakasından sol elimle tutup omuzdan sağlam bir yumruk çıkardım çenesine.
önce arkasındaki duvara çarptı ardından yere düştü. müge bana dönerek ;
+ buna gerek yoktu...
- evet vardı.
+ne diyeceğimi bilemiyorum. teşekkür ederim.
- benimle gelmelisin.
+nereye?
- bir önemi var mı?
orada bana aşık oldu. gözlerinden okuyabiliyordum. elinden tuttuğum gibi taksiye işaret ettim.
taksinin önüne kırmızı impala kırdı, lucifer inip taksiye bindi, camdan kafasını çıkardı.
hadi arabayı uçuracaklar evlat, atlayın şu lanet arabaya
o an şaşırsam da kafamla saol gibi bir hareket yapıp.
müge ile beraber kırmızı impala ile uzaklaştık oradan.

müge'yi alıp lucifer'in daha önceden anahtarını verdiği bir adrese zütürdüm.
4 katlı bir evdi, bahçesinde gıcırdayan salıncaklar vardı. gotik bir evdi. sanki yıllardır kimse uğraamıştı.
camlarında beyaz kağıtlar vardı, içeriyi göremiyorduk. müge ile beraber evin garipliğini düşünürken,
içine girdik.
üzerinde bez olan eşyalar vardı. hemen hepsi tarihi eser olabilecek kadar eskiydi.
birini kaldırdığımda ise güzel bir piyano gördüm. tozdan kaybolmak üzereydi.
daha sonra en üst kata çıktık beraber. arada burası senin mi sorularına bir tanıdığımın şeklinde cevap veriyorum. niye geldik dediğinde bekle diye geçiştiriyorum.
lakin evin terasına çıkınca ormanların ardı arkası kesilmeden uzandığını gördüm.
harika bir manzarası vardı. akşamın karanlığı her yeri kaplamıştı.
ayrıca sadece 40 dakikam kalmıştı emanet bedende.
https://www.youtube.com/watch?v=KwKPa0SFYhA

aşık olduğum kız uğruna senelerimi vermiştim. o kız karşımdaydı tüm güzelliğiyle.
handel'in sarabande'sini açtım oradaki plakların arasından.
https://www.youtube.com/watch?v=wXaKPl8V3-I
tüm bu doğa üstü şeyler içinde, tüm bu hengameye kapılsam da bir an durup düşündüm.
müge ve ben ilk defa yalnız kalmıştık böyle bir yerde. emanet bedenle de olsa gözlerinin içine, içine baktım. sanki son görüşümmüş gibi. sanki çakır keyf ve sarhoşluk arasındaymışım gibi, sanki bir sarılsa bana ağlayacakmışım gibi, sanki onu kıskandığım sevdiğim onca yılı bir gülüşüyle affedecekmişim gibi, sanki onun için ruhumu satmamışım gibi, onu seviyordum ne diyebilirim ki.
ona doğru adımladım. elimi beline doğru zütürdüm. o ise sadece gözlerime bakarak gülümsedi.
'bunu o kadar uzun süre bekledim ki' dedim kısık bir sesle dudaklarına bakarak.
gülümsedi, henüz çok kısa zamandır tanışıyoruz inandırıcı olmadı dedi. bu defa ben gülümsedim.
bir bilse dedim içimden.
elimi dudağına doğru zütürdüm. dokunabilir miyim dedim.
cevap vermedi. dudağına dokundum parmaklarımla. yıllar önce gördüğüm gibi taze ve aşk kokuyordu, kulağı ve omzunun birleştiği yere yaklaştım. koklayabilir miyim dedim.
yine cevap vermedi. kokladım. dudaklarımı oraya yakınlaştırdım öptüm.
dudaklarımı tıpkı tırpanın bir tarlayı sürmesi gibi kaldırmadan gögüsüne kadar indirdim.
belini iyice kavradım. gögüsünden öptüm.
kolarımın arasındayken ensemden tuttu tek eli diğeri ise gömleğim içinden içerideydi.
bir adım geri çekildim. tekrar ona baktım. seni seviyorum dedim, gözlerimin parladığını söyledi.
gülümsedi. sanırım ben de seni seviyorum dedi ve dudaklarıma yapıştı.
o kadar tutkulu öpüşüyorduk ki tüm öteki taraf bizi kıskanırdı.
melekler günah yazmaya kıyamazdı.

o ve ben.
ibadet eder gibi sevişmiştik. her bir santimini öpmüştük birbirmizin.
kafasını gögüsüme koydu ve o şekilde;
+ kimsin sen (dedi)
panikledim o an, belli etmedim ama anlamış mıydı? sonra cümlesine devam edince rahatladım.
+kimsin sen, nereden çıktın. ben tüm hayatım boyunca seni beklemiş gibiyim. sanki senden önce
hiç yaşamadım. bu kadar kısa zamanda bu denli yoğun hissetmem. kendime inanamıyorum. ama iyi ki buradasın ve benimlesin deyip kafasını çevirip gögüsümü öptü ve tekrar yasladı.
içimden düşündüğüm tek bir şey vardı o an. ben tak yoluna ölmüştüm aslında.
onun bana aşık olması başta mükemmel hissettirdi ama ya ben, gerçek ben... işte bu kadar basit.
karşısına biri çıktı ve aşık oldu. ben mi? mezarda çürüyorum. en azından o böyle biliyor. yazık.
bir süre sonra yanından kalkıp lucifer'e mesaj attım. 3 güne gerek kalmadı bu gece gidebiliriz evine dedim.
üstümü giyidim. son bir kaç dakikam kalmıştı.
müge ise uzandığımız koltuktan beni izliyordu.
yanına kadar adımladım. saçını okşadım. gülümsedim.
- seni artık görmek istemiyorum dedim.
bir an afalladı sonra güldü, espri yeteneğin çok kötü dedi. sarılmaya yeltendi.
ellerini boynumdan çözdüm. o'nu hala çok seviyordum ama öfkem. işte o öfke beni bitirebilidi.
bana şu çocuktan bahset. hani ölen çocuk? dedim. lucifer mesaj attı. 'yapma sakın yapma' dinlemedim.
müge; neden soruyorsun o'nu (şaşkın bir şekilde)
ben; seni çok mu seviyordu.
müge; evet.
ben; ne oldu acaba o'na nasıl kendisini öldürecek seviyeye geldi.
müge; bunlar seni neden ilgilendiriyor ne oluyor. neden değiştin bir anda.
ben; değişmedim müge. bana demin sorduğun soruyu sor. (artık saniyelerim kalmıştı emanet bedende) lucifer tekrar mesaj attı. bunu asla yapma... kurallar kurallar...
takmadım onun mesajını. kafama koymuştum. gözümü karartmıştım.
müge; sana demin ne sordum ki?
ben; hatırla?
mügei kimsin sen ? bu muydu?
ben; doğru düzgün sor.
müge; peki kimsin sen? (üzgündü korkuyordu merak ediyordu)
cevap vermedim. elime ufak bir kağıt aldım. üzerine 'sence kimim' yazdım.
müge o an buz kesti. göz göze geldik ve emanet bedenim o gün için yok oldu.
lucifer'in yanında cehennemde uyandım.
https://www.youtube.com/watch?v=O4irXQhgMqg

lucifer'in yanında cehennemde açtım gözlerimi. etrafta kırmızı bir parlaklık vardı.
devasa alev göletlerinin içinden insan çığlıkları yükseliyordu. başlarında ateşten varlıklar dikiliyordu.
hücreler vardı, devasa parmaklıklar. içinde sonsuz sayıda insanlar sırasını bekliyordu.
lakin bundan ibaret değildi. çok uzun süre orada kalanların olduğu bazı gruplar sohbet ediyorlardı, gülüştüklerine bile şahit oldum. kocaman bir tımarhane gibiydi.
etrafta bunlar olurken chopin'in eserleri çalıyordu bir yandan.
ilk şoku atlatıp lucifer'e döndüğümde.
+ kusura bakma hakkıyla karşılamak isterdim seni evlat dedi.
-dalga geçmenin sırası değil. ne yapacağız burada.
+ eş dost ziyaret evlat. tarihin önemli simarları da var.
-yani?
+ şanslısın bugün imza günleri (dalgacı ama ciddi)
bir süre sonra kül bulutları içinden yürümeye başladık. hayatımda daha çok korktuğum bir anı hatırlamıyorum. lucifer ise kazanda yananların elini tutuyor 'merak etme bronzluk sana yakışacak' şeklinde dalga geçiyordu.
sonra benim biraz önümdeyken iki elini yana açarak 'evim evim güzel evim' dedi.
onun neden cennetten kovulduğunu anlıyordum. evrenin en büyük dallaması.
her şeyi bilen manipulatif bir dallama hem de.
daha sonra yanıma geldi. elimi omzuma koydu.
evlat hazırsan artık başlıyoruz dedi.
merak ve tedirginlikle ne olduğunu sordum.
gülümsedi ve kendimize bir ordu kurmalıyız. ama buradaki işe yaramazlarla değil.
burayı sana gösterdim çünkü beni tam anlamıyla tanı istedim. bana güven istedim.
artık gerçek işimize dönebiliriz.
+ gerçek amacımız nedir?
-cennetin tahtını alacağım evlat. inan bana.

bu sıradışı sohbetin ardından lucifer koluma girerek
gel seni bir kaç dalkavukla tanıştırayım bu şans her zaman ele geçmez dedi.
büyük bir şaşkınlıkla onunla yürüdüm. bir hücreye girdik.
ben; gözlerim beni yanıltıyor mu bu gerçek hitler mi?
lucifer; bu ışık onu biraz yaşlı göstermiş ama ta kendisi.
büyük bir şaşkınlıkla lucifer'e döndüm. konuşmak istiyorum çevirebilir misin?
lucifer ise bana 'evlat burada her dil aynı duyulur ve aynı cevaplanır' kendi dilinde konuşabilirsin.
ardından hayatımın en enteresan deneyimlerinden birini yaşamak üzere hitler'in yanına kadar adımladım. bitkin ve yorgun gözüküyordu, üzerinde yırtık bir beyaz tişört vardı. kafasını yanındaki demire yaslamış ve zorlukla nefes aldığını fark ediyordum.
lucifer; hey şahane bıyık buraya bak. bu genç adam seninle tanışacak.
ben; bu haldeki birine daha nazik davranabilirsin. (lucy sadece gülümsedi viskisini yudumladı)
hitler; tam olarak ne istiyorsun?
ben; ne diyeceğimi bilmiyorum sadece tanışmak istedim.
hitler; tanıştık işte cehnnem ol...
lucifer; bugün regl gününde aldırma ona evlat. gel seni büyük büyük iskender ile tanıştırayım.
ben; yok bu kadarı kafi.
lucifer; pekala kapa gözlerini o halde.
ben; neden?
demem kalmadan. sonsuz boşluklardan geçiyor gibi oldu bedenim ve dünyada uyandım tekrar.
lucifer ve onun planı artık başlıyordu.

dünyada uyandıktan sonra yerimden bir anda doğruldum.
içimde bir ürperti vardı, ben gerçekten cehennemi görmüştüm.
bunu hayalbile edemezdim.
daha sonra müge'yi bıraktığım eve gitmek üzere bir taksi çevirdim lucy'nin verdiği bedenle.
yol haddinden uzun sürdü, kırmızı impala'da bir şey vardı çok daha kısa sürüyordu, zaman daha hızlıydı sanki, bilemiyorum. 3 saatlik yolun ardından taksiden indim.
dışarıdan ufak çaplı bir şatoyu andıran gotik evin önündeydim artık.
taksici ortamı şöyle bir süzdükten sonra bembeyaz oldu, geldiği yoldan epey hız yaparak gitti, gözden kayboldu.
neden ayaklarım beni yine müge'ye zütürüyordu, hala bu evde miydi, gitmiş miydi?
tüm bu düşünceler eşliğinde eve girdim. merdivenlerden çıktım.
gıcırtıları etrafta yankılandı.
odanın kapısını açınca gördüğüm şey, o an belki de benim sonumdu.
müge kendisini asmıştı.

donup kalmıştım. ne tek kelime diyebildim ne de hareket...
gün ışığı onun vücudunun bir kısmına pencerenin açık kalan kısmından kutsar gibi yansıyordu.
saçları iki yana ayrılmış, o güzel yüzünü sarmıştı, boynundaki çarşaf ve gözlerindeki morartı beni şoka
sokmuştu...
https://youtu.be/cE4YRnjrM1Q?t=36
tüm bu yaşadıkları ağır gelmişti, benim suçumdu.
en son kağıt bırakıp benim gerçek kimliğimi öğrendiğinde onu bu korkutucu evde bırakmamalıydım.
tam o an karşımda cebrail belirdi.

yaptığına iyi bak dedi. aslında bağırmamıştı ama kulağım patlarcasına yüksek gelişti sesi ve etrafta yankılanıyordu. hiddeti gözlerinden okunuyordu. kuralları ihlal ettin. artık emanet bedeni de hak etmiyorsun. iblis'le anlaşman geçersiz. sen tekrar arafına geri dönüyorsun...
bunları ardı arkasına söyledi. ve o anda gerçek bedenimle araf hayatıma geri döndüm.
artık tanrı beni tamamen terk etmişti. peki neden bana hiç ulaşmadı, neden aracılar kullandı, planı neydi? ne yapmak istiyordu. ben ne olacaktım. ya müge?
tekrar şehrin sokaklarını ellerim cepte arşınlamaya başlamıştım. insanlar beni görmüyor, duymuyor hissetmiyordu. harika. başladığım yere döndüm. nereden bilebilirdim ki.
müge'nin intiharından dolayı gögüsüme bir öküz oturmuştu. bir süre bir köşeye çekilip ağladım. duvarları yumrukladım.
biraz kendime geldiğimde yanıma lucifer gelip oturdu.
+ demek sana verdiğim bedeni aldılar ha?
- öyle oldu ama asıl konu müge.
+kızın intiharına üzülme. zaten iki yıl sonra trafik kazasında ölecekti.
-sen geleceği görebiliyor musun? dedim şaşkınlık içinde.
+ evet tabii ki evlat ama sadece yakın tarihi... 2017'de nba'i golden state kazanacak, avrupa kupasını ise real madrid alacak.
- şaka mı bu?
+ bahis yap istersen. ah pardon sen bir hayaletsin?
-dalga geçme lucifer ciddiyim yeri değil.
+ müge kendisini asmadı evlat.
- ne demek istiyorsun?
+ benimle anlaştı.
- ne ne ne?
+birazdan burada olur. etrafta o yokken salaklaşıyorsun alan garrner.
şaşkınlığımı üstümden atamadan müge gözüktü ufukta. bize doğru adımladı.
lucifer işte benim kızım harika gözüküyorsun şeklinde yanına gidip sarıldı.
ardından bana dönerek, siz aşıkları yalnız bırakmak isterdim ama daha önemli işlerimiz var.
gümüş tahtı ele geçirmek gibi.
müge yanıma kadar adımladı. bir süre bakıştık.
ardından hayatımda yediğim en sağlam tokadı yedim. 'sen tam bir pisliksin alan garrner' benimle oynadın kandırdın' dedi.
hiçbir şey diyemedim haklıydı. müge devam etti 'ama yine de senin için anlaştım lucifer'le' dedi.
ortamı yumuşatmak için.
+ hızlı alışmışsın ortama dedim.
lucifer; senden hızlı kavrıyor olayları, fazla soru da sormadı.
müge; ben nasıl düştüm bu işin içine bilmiyorum ama ne yapacaksak yapalım.
lucifer'in kızmızı impalasına atladık ve ufuk çizgisinde kaybolana kadar büyük bir hızla sürdü.
gümüş tahtı almak için plana başladık.
arabayla şehir dışında harabe bir kasabaya geldik.
ben; artık anlatacak mısın planın ne olduğunu?
lucifer; sabret biraz en heyecanlı yerine geliyoruz.
müge; o ne demek ? neler oluyor lucifer?
lucifer bir taş parçasının üzerine oturdu ve matarasındaki viskiyi bize uzattı.
duyacağınız şeyler biraz zor gelebilir. bir kaç yudum almak isteyebilirsiniz dedi.
önce mge kafasına dikti, sonra da ben.
meraklı gözlerle lucifer'e bakıp cevabımızı arıyorduk.
lucifer ise başladı; adem ve havva'Yı biliyorsunuz. hani kırmızı elma ısırıklar lanetler.
ben; şunu en azından dalga geçmeden anlat.
lucifer; adem ve havva aslında ilk insandan fazlası.
müge: ne anlama geliyor bu?
lucifer; adem ve havva tanrıya ihanet edecek tek günahın simgeleri yani aşkın.
siz evlatlarım bilmelisiniz ki dünyaya her yüzyılda bir adem ve havva gibiler gelir.
bu günahı biri işler de canına kıyarsa ritüel tamamlanmaz ama ikisi birden özünde aşk ve birbiri için intihar ederse... işte o zaman... hadi tamamlayın artık saksıları çalıştırın.
müge; cevap aşk için intihar eden tüm çiftler. yani ben ve alan garrner gibi.
lucifer; sen ondan daha akıllısın anladın güzel kızım.
ben; nasıl bir cevabız ne işine yarayacak?
lucifer; ikiniz de intihar ettiniz birbiriniz için ritüel tamamlandı. şimdi tek yapmak gereken şey merlin'den bir ricada bulunmak. duymuşsunuzdur, ihtiyar ve ölümsüz büyücü merlin?
müge; şaşırmıyorum bile artık. nasıl bir ricada bulunacağız?
lucifer; ritüel tamamlandığı için sizi diriltebilir.
ben; bu ne işe yarayacak.
lucifer; insan diriltmek sadece tanrının yapabildiği bir şeydir. eğer bunu biz yapabilirsek işte güçler dengesi tamamen değişecek. dünyada büyük bir kaos çıkacak.
ben; emanet bedenlerle de dünyaya kendimizi açıklayabilirdik. buna gücün vardı.
lucifer; kendin dedin dostum emanet beden yarı ölü. ayrıca sizi deli zannetmeleri muhtemeldi.
hadi oyalanıyoruz burada, bunu yapmadan sonuçlarını ben bile kestiremem. önce sizi bir diriltelim.
pardon önce bunak merlin'i ikna etmek gerek.
bir süre sonra harabe kasabada tek katlı derme çatma bir evin önüne geldik.
https://www.youtube.com/watch?v=lmc21V-zBq0
ben; ünlü ihtiyar merlin burada mı yaşıyor.
lucifer; hayır burası yazlığı.
müge güldü ben gülümsedim kapıyı çaldık.
kimse açmayınca ben bir omuz atıp kırdım.
lucifer; vay be ufaklık bir erkeğe dönüşüyor. etkilendim, ya sen mğge?
müge; kapa çeneni lucifer.
evin içine girdiğimizde her yerde mumların yanıyor olduğunu gördük. bir kaç kuru kafa, ve ayı postu vardı. ürkmedim bile. cehennemi görmüş biriydim. biraz adımladıktan sonra kehribar rengi koca gözlerin parladığını fark ettim. gölgede kalan yüzü zor seçiliyordu.
lucifer; öne çık eski dostum, kırışık kremi getirdim sana.
merlin adımladı ve ışığa geldi. gördüğüm en yaşlı yüzdü. bize dönerek ne istiyorsunuz dedi.
lucifer kendisine olayı anlatırken ben ise müge'yi yanıma alarak kapıya çıkardım.
müge'yi kapıya çıkardıktan sonra 'ne var ne' şeklinde çıkıştı bana.
ben; her şey için özür dilerim. bunlar olsun istemedim.
müge; ama oldu. şu yaşadığımız şeylere bak. kafayı yemek üzere değil misin sen de?
ben; teorik olarak yaşamıyoruz aslında.
müge; çok yardımcı oldun. saol.
o sırada lucifer'in sesi geldi... 'yemek hazır çocuklar gelin'
bazen çekilmez olabiliyor.
içeri girdiğimde merlin bize dönerek bunlar mı dedi...
lucifer; evet, ne gerekiyor.
merlin; önce beni ikna etmen gerekiyor.
lucifer; lanet olsun deminden beri konuşuyorum.
merlin; hayır sen olayı anlattın kim evrenin en güçlü varlığını karşısına almak ister ki...
lucifer; sen...
merlin; ben? neden?
lucifer; bilemiyorum dostum yaşlısın berbat haldesin, kaybedeceğin bir şey yok hem biraz aksiyon olur ha?
konu uzayacaktı. müge'yi alıp tekrar dışarı çıktım.
ben; bak ben sana aşığım.
müge; hmm.
ben; sorgulama bunu onca şeyden sonra.
müge; sorgularsam?
cümlesini bitirmeden kendime çektim ve öptüm onu.
tam o an lucifer kafasını evin camından çıkararak selfie yaptı kendisini öne alarak.
ben; hasta mısın sen?
lucifer; hayır... hadi içeri gelin ikna ettim sonunda.
https://youtu.be/EHkozMIXZ8w?t=65
tekrar eve girdiğimizde merlin buz gibi suratla tamam kabul ediyorum demişti.
lucifer'in hepimizden sakladığı korkutucu bir yanı olduğunu o zaman fark ettim.
merlin; yalnız ritüel henüz tamamlanmadı.
lucifer; nasıl?
merlin; ritüel'in tamamlanması için israfil'in borusu azrail'in orağı cebrail'in kalemi ve mikail'in yüzüğü gerekiyor.
lucifer yukarı bakarak 'hep bir süprizin var değil mi' diye bağırdı.
ben; bu saydıkların imkansız.
müge; kesinlikle katılıyorum.
merlin; aslında değil.
lucifer; hadi ihtiyar daha hızlı vakit nakit.
merlin; her sene içinde bir gün 4 büyük melek tanrıya cennette secde ederler. bu kutsal kitaplarda yazmaz.
ben; sen nereden biliyorsun
lucifer; umrumda değil, devam et ihtiyar. hangi gün.
merlin; aslında önümüzdeki ayın 3.perşembe gecesine denk geliyor tam olarak. işte o an cennetin kapılarında bırakacaklar dünyevi emanetleri. oradan alabilirsiniz? eğer yapabilirseniz.
ben; çalmak olur bu?
lucifer; ödünç almak diyelim. rahat edersin belki. ihtiyar bu tehlikeli değil mi?
merlin; tanrı her şeyi olduğu gibi bunu da görecek lucy, ama müdahale eder mi? hayır. o sadece izler.
lucifer; konu babam olunca emin konuşmamalısın merlin. her neyse bana biraz viski lazım.
ortalık fena karışacak madem, önce sarhoş olmalıyım.
ilahi bir oyun içindeydik. artık işin çıkmaz olduğunu görüyordum. müge o an elimi tuttu.
ellerimi açıp tanrıya yalvarıp affedilmek istedim bir an için.
ne yapacağımızı bilmiyorduk. bu bizim savaşımız değildi.

lucifer gereğinden fazla zekiydi. tekrar kapıya yanımıza çıktığında bir şeylerin ters gittiğini anladı.
biz onun elindeki büyük kozlardık. sonra ikimize de bakarak ilk defa şevkatli bir tonda söze girdi.
lucifer; farkıdayım bunca şey size ağır geliyor belki de kaçıp kurtulmak istiyorsunuz. ben ise size bir ödül vermem gerektiğini fark ettim. sizi buradan alacağım ve ayak basılmamış harika bir adaya bırakacağım. kafanızı toplayın ve düşünün. sıradan ve normal insanlar gibi uyuyun uyanın yemek yiyin ve biraz normalleşsin. kendinizi hazır hissettiğinizde sizi gelip alacağım.
müge ve ben koşulsuz kabul ettik bunu çünkü yaşadığımız şeyler artık dizlermizin bağını çözecek kadar ağırdı.
lucifer bizi söz verdiği gibi uzun bir yolculuğun ardından cennet parçası bir yere bıraktı.
matarasını da bizle bıraktı ve yine söz verdiği gibi gitti.
lucifer, müge ve beni o cennet parçasından bırakıp gittikten sonra
birbirimize bir süre baktık sonra yan yana oturup manzarayı izledik.
güneş içimizi ısıtıyor, dalgaların sesi kulaklarımızı okşuyor, çam ve çicek kokuları geliyordu.
rüzgar ise saçlarımızı okşuyordu.
müge; ne yapacağız biz?
ben; bilmiyorum gerçekten bilmiyorum.
müge; sonsuz cehennem... bunu görebiliyorum. tanrıyı kimse yenemez yanlış ata oynadık.
ben; biliyorum ama başka çaremiz yoktu. ben senden uzak kalmayı beceremedim.
bana döndü, elleriyle yüzüme dokundu, bir fikrim var dedi.
ben; yüzüneki bu ifadeyi biliyorum sonu hoş olmaycak.
müge; sorunlarımızın tek bir çözümü var biliyorsun.
ben; hayır bilmiyorum.
müge; lucifer'i öldürelim.
ben; ne??
ben; kafayı yedin heralde ölümsüz bir varlık o?
müge; öyle mi? kafanı çalıştır, meleklerin yanında neden bu kadar pasif?
ben; çünkü onları ciddiye almıyor.
müge; iyi düşün.
ben; ne ne ? anlamıyorum açık ol.
müge; merlin'in bahsettiği emanetleri hatırlıyor musun.
ben; evet.
müge; azrail'in orağı sözü geçtiğinde lucifer'in suratına baktım. ilk defa korkarken gördüm onu.
ben; ne yani azrail'in orağı onu öldürebilir mi?
müge; bilmiyorum ama denenebilir?
ben; etrafımdaki herkes manyak herkes...
müge; uzatma... benimle misin?
ben; rock me baby...
müge; başlıyoruz öyleyse...
müge'nin dedikleri kulağımda yankılanırken adayı dolaşmaya çıktım.
sanırım oradaki hayvanları gördüğümde flash'i ne kadar özlediğimi fark ettim.
lakin yabani hayvanlar değildi
https://www.youtube.com/watch?v=eNY9aCIHeR4
gerçekten nasıl bir işe bulaşmıştım bilemiyordum.
ama bundan kurtulmak da gerekti.
adada turladıktan sonra tekrar kumsala döndüm.
müge bana doğru adımlayıp sarıldı. kafasını omzuma o kadar bastırdı ki tüm gerginliğim geçti.
müge; bu defa bana güven. bizi kurtaracağım bu illetten.
ben; güveniyorum sana da kendime de kurtulacağız.
müge; bir planım var?
ben; yine mi?
müge; azrail'le konuşmamız gerek, bence bu işe tamamen tek başımıza kalkışmayalım.
ben; tamam ama nasıl.
müge; en kısa yoldan tanrıya bunun için yalvararak.
ben; bizi duymaz artık.
müge; ben inanıyorum terk etmedi.

müge saatlerce dua etti içinden. sanırım tanrıdan ikimiz için de merhamet diledi.
bazen insanoğlu başladığı yere dönme konusunda hiç zorlanmıyor.
adem ve havva'dan bu yana tanrıya ihanet eden aşıklar.
işte buradayız.
bir süre sonra müge uyuya kaldı. yanına uzanıp arkasından sarıldım. kokusunu içime çektim.
ardından ay ışığında bir gariplik olduğunu fark ettim.
her zamankinden daha parlaktı ve ışığın yansıdığı yere baktığımda irkildim.
azrail bize bakıyordu.
müge'yi uyandırmadan azrail'in yanına yürüdüm.
ben; biliyorum iyi bir geçmişimiz yok.
azrail; senin için değil onun için geldim.
ben; her neyse, yardım etmen gerek. lucifer'den kurtulmak istiyoruz.
azrail; orağımı çalarak mı?
ben; her şeyi bilmene şaşırsam mı bilmiyorum ama ya sen yaparsan.
azrail; bu yasak. ilahi varlık bir diğerini öldüremez. kurallar.
ben; biz ilahi değiliz. yapabiliriz.
azrail; babamızın hoşuna gitmedi bu. ama kız için başka bir yol olabilir.
ben; neden hep kız için diyorsun.
azrail; sen artık kurtarılamazsın evlat her şekilde cehennem seni bekliyor sonsuza dek.
boğazım düğümlendi, ne yapacağımı bilemedim. kendimi toparladım.
ben; peki müge?
azrail; onun için umut var.
ben; o bilmesin o zaman bunları. yine de onun için yapacağım ne yapmam gerek. o nasıl kurtulacak?
azrail; kız benimle gelecek. uyandırman gerek.
ben; ne demek nasıl?
azrail; iyi bak ona çünkü son görüşün olacak.
gözlerim doldu, her şeyi onun için yapmıştım ama ne hale gelmiştik.
uyandırdım, yanağından bir buse aldım.
müge; ne oldu?
ben; azrail geldi ikimiz için de umut varmış.
müge; harika... (sarıldı)
ben; ama gitmen gerek şimdi onunla.
müge; nereye ? sen neden gelmiyorsun.
ben; benim görevim daha farklı. sorun çıkarma lütfen. (güçlü durmaya çalıştıkça zorlanıyorum ama başarabilirim) dedim.
bir süre sonra azrail'in yanında iki adet melek belirdi.
gördüğüm en güzel varlıklardı. uzun beyaz saçları, pürüssüz ciltleri ve parlayan gövdeleriyle bir sanat eseri gibiydiler. müge'yi onların yanına görtürdüm. kollarına girdiler.
bana dönüp baktı.
müge; seni bir daha görebilecek miyim?
ben; hep göreceksin ( dedim dolu gözlerle) ve kayboldular...
kendimi bir süre toplamaya çalışsam da dizlerimin üzerine çöküp öylece bakakaldım.
azrail omzuma dokundu. kız iyiolacak istediğin oldu.
sen ise sonsuza dek yanacaksın. buna alışsan iyi olur. senin için üzgünüm evlat.
tekrar ayağa kalktım. göz yaşlarımı sildim.
ben; ne yapmam gerek artık?
azrail; cezan sabit ama yine de doğru olanı yapmak istersen lucifer'i sana dediğim yere getirmen lazım.
ben; onu öldürecek misin?
azrail; hayır sadece denileni yap ve dünya tekrar huzura kavuşsun.
ben; tamamdır. doğru olanı yapacağım. ona mesaj atıp dediklerini harfiyen yapacağım.
azrail; ondan önce bir yere uğramamız gerek.
ben; nereye?
azrail; seni görmek isteyen biri var evlat.
ben; kim anlamadım?
azrail: tanrı...
*LUCiFER ` spin-off azrail'Le tanrının huzuruna çıkmak üzere adadan ayrılmıştık. gözlerimi açtığımda daha önceden de hatırladığım büyük mermer sütunların olduğu, devasa pencerelerin içersinden türlü renklerde ışık hüzmlerinin damladığı o taş avludaydım yine... öyle ki büyük taş kolonlar birbiri ardına sıralanıyor ve bu sonsuz bir uzunlukta gözüküyordu. serin bir ortam olmasına rağmen üşümüyor, pencerelerin gümüş parmaklıkları arasından gelen çicek kokularıyla meşgul oluyordunuz. etrafıma bakınırken azrail, öncesinde efendimizin görmeni istediği bir yer var dedi. neresi olduğunu sorduğumda lucifer'in kayıt odası olduğunu söyledi. +kayıt odası mı? bu ne anlama geliyor? diye cevapladım. -her ilahi varlığın burada bir kayıt odası vardır. içinde yaptığı ve düşündüğü her şeyin bir kaydı vardır. +peki tanrı neden bu odayı görmemi istiyor? cevaplamadı ve onun arkasından bir süre yürüdüm. hayatımda ilk defa siyah gümüşü orada gördüm. çift bir kapı vardı siyah gümüşten. azrail kapıyı açtıktan sonra 'hemen solundaki sıranın ilk kısmı' dedi. içeri adımladığımda donup kaldım. çünkü lucifer'in yaptığı ve düşündüğü her şeyin sonsuz kara kitapla kayıt altına alındığını gördüm. peki tanrı neden bunları görmemi istemişti?
lucifer spin off 2

etrafıma uzun bir süre bakındım. odanın tavan yüksekliği binlerce metre olmalıydı.
ucu bucağı yoktu bu odanın ve alabildiğince lucifer'in kayıtları bir anlamda günlükleri ile doluydu.
bu günlükler sadece ilahi varlıklar için değil insanlar için de tutuluyordu. ama o oda lucifer'e ayrılmıştı tamamıyla.

iç güdüsel olarak insanlıkla ilgili olan kitabı istiyorum dedim raflara bakarak.
o sırada önümde 999 yazan ipek kaplı bir kitap belirdi.
ilk sayfasını açtım ve göz atmaya başladım.
o andan itibaren her şeyi lucifer'in, lanetlenmeden önceki adı azazel gözünden görmeye başladım o odada.

+baba sana yalvarıyorum dinle beni... insan ırkını yaratma, sana yalvarıyorum... ben senin 5 oğlundan en küçüğü ve özgür irade verdiğin tek varlık, ben azazel en sevdiğin oğlun... yalvarıyorum sana dinle beni... -onlara kendi suretimden bir şeyler vereceğim, onları topraktan ve sudan yaratacağım. onların ismi adem ve havva olacak. onları cennet bahçelerimde ağırlayacağım. şüphesiz ki özgür iradelerine rağmen, tıpkı senin gibi sevgili oğlum, yüzleri bana bakmaya devam edecek... +baba sana yalvarıyorum, hayır... hayır... sana ihanet edecekler. üstelik ilk yarattıkların... (tüm salonda yankılandı sesleri) -bu ne cüret... !! +sana ihanet edecekler baba, hayır bırakın beni... kardeşlerim cebrail ve azrail size yalvarıyorum bırakın beni. hayır... baba? inanmalısın bana, dinlemelisin beni... hayır bırakın, hayır... and olsun ki sana kanıtlayacağım baba sana kanıtlayacağım -artık sen!! (sesi tüm evrende yankılanacak kadar heybetliydi)... sen en sevdiğim oğlum değilsin, sen artık oğlum bile değilsin. sen bana karşı çıktın, itaatsizlik ettin. ismini senden alıyorum azazel... (lucifer ağlarken dizleri üstüne çökertildi, kollarında cebrail ve azrail vardı) mikail; efendimiz, babamız, o'na bir af dileme şansı tanıyınız en azından. size yalvarıyorum kardeşim adına. lucifer hiddetle göz yaşlarını sildi, yüzünde kindar bir ifadeyle 'aslaaaaaa' diye bağırdı. sesinde korku, öfke ve intikam vardı. tanrı hiddetlenerek gümüş tahttan kalktı, o sırada salondaki herkes secde eder pozisyona geçti... 'götürün' diye bağırdı, tüm evrendeki varlıklar korkudan titrerken lucifer ona son kez bakarak 'sonsuz cennet sizin olsun baba ama insanlığı ben alacağım and olsun ki onları alacağım' dedi ve götürüldü.

azazel yani yeni ismiyle lucifer insan ırkı henüz yaratılmadan cehenneme atılmıştı. cehenneme ilk atılan varlık lucifer o kadar uzun süre yanmıştı ki sonunda nurdan ve ışıktan bedeni ateşe dönüşmüştü. o artık ateşten bir varlıktı. onun kafayı kırıp dalgacı ve umursamaz bir varlık olması buradan sonra başlamıştı. tanrı yüzyıllar sonra ona cebrail'i gönderip af dileme şansı verdi ama lucifer gurur ve kibirle 'asla' dedi. tanrı daha sonra sırasıyla azrail, mikail ve israfil'i göndererek ona af dileme şansı sundu ama lucifer yine aynı cevabı verdi. sonunda lucifer insan ırkının yaratıldığını öğrenince cehennemden ilk ve son kez babasının karşısına çıkmak üzere dua etti. tanrı bunun bir af dileme olacağını düşünürken lucifer tanrıya bir anlaşma sundu. kıyamet gününe kadar iyi insan mı yoksa günahkarlar mı çoğunlukta olacaktı. bu anlaşmayı tanrı kuşkusuz kabul etti ve lucifer'e bir beden verdi. öyle ki onun ateşten vücudunu saklayan bir insan bedeniydi bu.

lucifer ilk iş cennet bahçelerinde gitti. önce havva'yı sonra havva yoluyla adem'i kandırdı. insanlık cezalandırıldı, dünya yaratıldı ve cennetten kovuldular. ve lucifer de arkalarından dünyaya kadar gelmişti... işte her şey böyle başlamıştı. kitabı kapatıp derin bir nefes verdim. lucifer'in kayıt odasında her şeyi onun gözünden görmek tüylerimi diken diken etmişti. bir süre titredikten sonra okumaya devam ettim, ve onun gözünden görmeye... hitler'in kulağına fısıldayan, cengiz han'a acımasız olması gerektiğini öğreten, vlad tepeş'e işkenceleri öğütleyen, katillere öldürmesini, hırsızlara çalmasını, sevgililere aldatmasını, tembih eden hep o'ydu. lucifer... her günahtan sonra gökyüzüne öylece bakıyor ve dur durak bilmeden yemini için çalışıyordu. lakin lucifer'in bile hesap edemediği şeyler vardı.

lucifer'in insanlar konusunda kafası bin yıllar içinde karışmıştı. onlardan hem nefret ediyor hem de seviyordu artık. 1666 yılının 6 haziran günü lucifer fransa'da margot adında bir rahibeyle tanıştı. kızın kendine has bir yüzü vardı. çok güzel sayılmazdı ama dünyadaki en masum suratlardan biriydi. lucifer marsilya'da bir kilisenin önünde görmüştü onu. bir öğle vaktiydi. hava yağmurlu ve kapalıydı. yer yer şimşekler çakıyordu ve ışıkları gündüz gözüyle seçilebiliyordu. lucifer bir süre onu izledikten sonra yanına kadar adımladı. hayatını bakire kalarak tanrı yoluna adamaya seçmiş rahibelerin kulağına günahı fısıldıyor başka erkeklerle yatarak yeminlerini bozmasından zevk alıyordu. lakin bu kızın yanına kadar adımladığında bu düşüncesinden nedense vazgeçmişti. elinde baston niyetine kullandığı şemsiyesi, 1600'lü yılların en şık takımlarından biri de üstündeydi.

lucifer margot'un yanına kadar adımlayıp şapkısını eline alarak bir centilmen selamı verdi. kız ise gözlerini ona büyük bir küçümsemeyle çevirdi masum suratına karşın. + senin kim olduğunu biliyorum dedi... lucifer bu şaşkınlığı atlatır atlatmaz cevapladı. -öyleyse cennet bahçelerinden olmalısın ve dünyaya gönderilenlerdensin sen... +evet. öyleyim. gitmem gerek. -söylesenize hakkımda ne biliyorsunuz. +şeytan olduğunuzu biliyorum ve bu yeterli. -siz babama gerçekten sadakatle bağlı mısınız? +elbette, kutsal babamız için her şeyi yaparım. -size bir teklifim var rahibe margot. kız dinlemeden arkasını döndü ve giderken neredeyse bir at arabasının altında kalıyordu. lucifer peşinden koşup kolunu kavradı ve sözlerine başladı. teklifim şu rahibe margot. bence sadakat sınanmadığı süre bir hiçtir. hayallerini karşısında görmeyen kimse sadık değildir, o hayallerden vazgeçebilecek güçte olduğunu ispatlamayan kimse sadık değildir. size diyorum ki hayatınızda olmama izin verin, ben de babamıza sadakatinizi ölçeyim? rahibe margot bir süre düşündükten sonra, babamız senin oyununa gelmediğimi görünce daha mutlu olacaktır... o yüzden bu işin sonunda reddetmek üzere kabul ediyorum. beni günaha bulaştıramayacaksınız diye cevapladı.
margot ve lucıfer daha sonra beraberce oradan ayrılıp, yürümeye başladılar... margot; beni günaha nasıl bulaştırmayı düşünüyorsunuz, ben cennet bahçelerinden geldim ve kökenim bir melek. lucifer; ama dünyaya gönderildin, bu sana özgür irade vermiş olmalı. kardeşlerim hariç dünyaya gönderilen her ilahi varlık özgür iradeye sahiptir. bir süre sonra şehrin doğu cephesindeki bahçelere geldiler... + kutsal babamıza karşı çıktığınız için pişman mısın? - pişmanlık geçicidir aslolan adanmışlıktır. bu dünyada herhangi bir varlık bir şeye adandığı sürece başarıya ulaşacaktır margot... + siz neye adandınız? pis işler ve günaha mı? - ben kötü birine evrildim margot lakin hiç pislik olmadım. size bir sır vereyim dünya 3'e ayrılır. iyiler kötüler ve pislikler. merak ediyorsunuz ama pislik ve kötü aynı şey değil. çünkü iyi ve kötü bir dengedir margot. doğada olması gerekir ve hep olacaktır. pislikler ise kendi başına varolamaz, bu neden iyi taklidi yaparlar. gerçek iyileri kandırırlar. kötülerin amaçları vardır pislikler ise çıkar üzerine yaşarlar. hayır margot yineliyorum ben pislik değilim sadece kötüyüm. margot bir süre sessiz kaldıktan sonra 'ama iyi olabilirdin' diye çıkıştı. +bana bu şans hiç verilmedi margot, 8 milyar yaşındayım ve insan ırkı yaratılana kadar her saniyem babamı memnun etmekle geçti. ben onun özgür irade verdiği tek varlıktım. tek arkadaşıydım. sonra ne mi oldu? benden sıkıldı. ben kibirden ihanet etmedim margot. kibir geçicidir. gücünü kaybeden herkes alçak gönüllü olmaya sığınır ben ona sevgimden ihanet ettim. bir süre yürüdükten sonra kiliseye varmışlardı.
+ ben kilise cami sinagog ya da havra'ya girmem rahibe. - neden sen kendine sadık değil misin? korkma gir. lucifer kızın ardından adımlayarak kiliseye girdi. canı her sıkıldığında davrandığı gibi yine kaçış yöntemi dalgacı olmaktı. https://www.youtube.com/watch?v=SGq2jPwudtM +biliyor musun çivileri çakarlarken oradaydım (hac işareti eline alarak) - kutsal babamız affet affet... sen ne diyorsun, saygısızlık yapma lucifer. diye cevapladı rahibe. +ne yani isa'nın tanrının çocuğu olduğuna mı inanıyorsun. o sadece bir peygamber tanrının çocuğu değil. margot nasıl yani diye cevapladı. lucifer kilisenin sıralarında uzanır halde anlatmaya başladı. hiç incil okumadın mı sen rahibe... ben sana incil'de ne yazdığını söyleyeyim. meryem annenizin yusuf adında bir nişanlısı vardı. margot; evet bunu biliyorum elbette incil'de bu yazıyor. lucifer; lakin yapmadığınız şey mantık yürütmek. meryem ve yusuf nişanlı sonra meryem hamile kalıyor? hadi çalıştır kafanı? margot; ne demek istiyorsun? lucifer; diyorum ki isa mesihiniz yusuf'Un oğlu tanrının değil. margot; çık buradan lucifer. derhal. lucifer; akşam benimle buluşur musun? margot; hayır. lucifer; oysa seni paris'e götürecektim. margot; neden? lucifer; merlin'Le tanışmak istemez misin? margot; o'nun bir efsane olduğunu sanmıştım. lucifer; asıl efsane karşında duruyor. margot; defol buradan lucifer defol.

+benimle paris'e gelmiyorsun yani. -hayır. +iyi ben de sana kutsal babanızı anlatacaktım. unutuyorsun ama oğluyum ve her şeyini bilirim. -cidden anlatır mısın? +tabi ki anlatırım. en sevdiği rengi bile biliyorum. -en ufak bir saygısızlık yaparsan anlaşma biter lucifer. tamam o zaman. hadi toparlan aşk şehri paris'e gidiyoruz. -lucifer!! böyle konuşmamalısın. lucifer gülümseyerek at arabasını aldı ve kilisenin kapısına geldi. +bu araba neden kırmızı (dedi rahibe) -gözlerimin rengini ortaya çıkarıyor. + esprilerinin iyi olduğuna kim inandırdı seni? - kardeşim cebrail. +ciddi misin sen lucifer? -tabii ki değilim. hadi gidiyoruz.
paris'in yeni yeni geliştiği dönemlerdi, etrafta o dönemin giyim mağazaları ve oturulacak yerler vardı. rönesansı etkileri her yerdeydi, sanat ve tarih kokuyordu şehir. heykeller, taş havuzlar, şehir yaşıyordu tam anlamıyla. +ah canım paris. cehennemden sonra en sevdiğim yer. -sen cehennemi seviyor musun? +tabii ki hayır. çok sıkıcı, sürekli yanıyorsun, ama bronz tenimi ona borçluyum. - belki de bu kadar dalgacı olma sebebi büyük acılar çekmendir lucifer? lucifer bir süre duraksadı daha sonra at arabasının kapısı açıp indiler. lucifer tekrar margot'a döndü. 8 milyar yıllık uzun yaşamımda bunu kimse söylememişti. dedi margot bir süre sessiz kaldı. adımlamaya devam etti. + özlediğin bir şey var mı lucifer? - babamı... ben babamı özlüyorum. margot şaşkınlıkla baktı lucifer'e o'ndan nefret ediyorsun sanıyordum. +oğullar babalarından babalar oğullarından asla gerçekten nefret edemezler margot. -o halde neden? + bize, ailesine dönmesi için. bu insanlar, bu kokuşmuş uygarlık o'Nu haketmiyor. bazen seviyorum insanlığı ama yine de o'nu haketmiyorlar. biz hak ediyoruz. gerçek ailesi. ben hak ediyorum gerçek oğlu... -yani kıskançlık mı bu lucifer? +hayır aile olmak. ben ailesini toparlamaya çalışan bir evlattan fazlası değilim. bu sonsuza dek yanmamı gerektirecek olsa bile...

lucifer ve margot aylar boyunca birlikte dolaştılar. sohbetler ettiler, hemen her konudan konuştular. bir şeytanın bir meleğe aşkından fazlası vardı. margot o'na ısınıyor gibi olsa da her zaman uzak durmayı başarıyordu. paris, floransa, londra, hemen tüm avrupa şehirlerini turluyorlardı. geceleri at arabasında yolculuk ediyorlar, gündüzleri ise şehirlerde zamanları geçiyordu. ve sonunda anlaşmalarının son günü gelip çattı. lucifer o'nu tekrar marsilya'ya kilisesine getirdi. arabadan indiler ve lucifer onu tutup sordu. + bir seçim yapma vaktin. bir anlaşma yapmıştık. margot onca ayın ardından lucifer'e öylece bakakaldı. lucifer 'pekala sen bilirsin rahibe, sonsuza dek hoşcakal babnızla mutluluklar' dedi ve arkasını döndü. adımlamaya başladı. son kez geriye dönüp rahibeye baktı evet rahibe de ona bakıyordu. lucifer tekrar arkasını döndüğü an margot o'na seslendi. ardından koşarak lucifer'in yanına kadar geldi. margot; yanacağız. lucifer; biliyorum. margot; sana aşık oldum. lucifer; biliyorum. margot; sen de bana aşık mısın? lucifer; biliyorsun...

azrail'in beni bıraktığı odada kitabı okumaya, lucifer'in gözünden onun yaşamını görmeye devam ediyordum ve bir anda donup kaldım. çünkü lucifer ve margot'un çocukları olduğunu öğrendim. bu nasıl olurdu... bir süre sonra arkamı döndüm ve odadan çıktım. karşımda azrail belirdi tekrar. tanrıyla görüşmeden evvel gerekli yeri okuduğunu sanmıyorum. +gerekli yer ne? milyonlarca kitap var orada? nasıl bulabilirim. -öyleyse sana kendisi açıklasın. arkamı döndüğümde lucifer karşımdaydı. +sen nasıl girebildin buraya lucifer? -burası cennet değil evlat kapıdaki büyük avlu... bir süre sessiz kaldık ve lucifer'e tekrar dönerek ne olduğunu sordum. -bana ihanet için buraya geldiğini biliyorum evlat. beni hafife aldın. +azrail nasıl alet oldu buna? -kimse bir şeye alet olmadı evlat herkes biliyor, evet benim babamla savaşım sürüyor ama anlaman gerek kıyamet gününe kadar ilahi varlıklar bir diğerini öldüremez. - kafayı yiyeceğim konu ne o zaman lucifer? +annenin yanına ilk gittiğinde ne oldu evlat. -neden soruyorsun? +cevapla beni (büyük bir hiddetle) + beni hissetti. korkmadı biliyor gibiydi. - evlat biliyor muydu biliyor gibi miydi? +biliyordu evet ama ne oluyor. azrail bana baktı ve konuşmaya başladı. 'sen cehenneme gideceksin evlat ama ne günah işlediğin için ne başka bir yüzden. cehenneme gideceksin çünkü o'Nun bir çok çocuğundan birisin. annen bu yüzden en başından beri biliyordu. annen senin intihar etmene değil, lucifer'e dönecek olmana ağlamıştı cenazende' donup kaldım. evet gerçekten de annem en başından her şeyi biliyor gibiydi. her seferinde hissetti her seferinde anladı. kekeledim konuşamadım buz kestim. lucifer; hadi evlat gidelim buradan kazanmamız gereken bir savaş var. azrail; önce efendimizle görüşecek. ben; kekeledim etrafıma baktım. lucifer; evet benim çocuklarımdansın, arafta kalma nedenin benim tanrıyla bunun için anlaşmamdı. hayatımın en büyük ters köşesini yaşamıştım. boş boş bakınırken tanrı'nın huzuruna çıkarıldım.

azrail ve cebrail'in yanında tanrı huzuruna çıkmak üzere gümüş tahta götürüldüm. geriye dönüp lucifer'e baktığımda, sadece gülümsedi bana cennetin kapılarında, bu gülümseme sinsice değildi. daha çok 'sana güveniyorum' gülümsemesiydi. adımlarımız mermer koridorlarda yankılanıyor, etraf gittikçe büyük bir ışıkla doluyordu. öz denilen şeye gitmek, kaynağa adımlamak gibi bir his bu, neden bilinmez gözleriniz doluyor ve boğazınız düğümleniyor. ama acıdan değil, kederden değil, karanlıktan, günahlardan değil, öze doğru gitmenin heyecanı bu. 1'den geldik ve 1'e dönüyorumun mutluluğu bu. yaratıcım beni bekliyordu. sonunda o devasa kapının önüne gelmiştik, gökyüzüne doğru sonsuzlarca uzanıyordu bu kapı. etrafında ise iki kanatlı melek bekliyordu. azrail ve cebrail beni orada onlara teslim etti. onlar ise sıcacık gülümsediler, daha sonra kapılar açıldı. o an gözleri kör edecek derecede bir ışık düştü tüm alana, nutkum tutulurken adımlamaya devam ettim ışığın içine... sanki hep oradaymışım gibi, sanki hiç orada olmamışım gibi, sanki zaman bir varmış bir yokmuş gibi, sanki o hiçliğin ve ışığın ortasında 'burada bekle' dese, sonsuza dek seve seve orada bekleyebilecekmişim gibi...

bir süre sonra ışıklar gittikçe silikleşmeye başladı, önümde ise sonsuz perdeler gördüm. arkasından silüetini seçmeye çalıştım. biriydi o, tanrıydı o, ama silüeti çözemedim. etrafta buna benzer bir tını vardı, sanırım melekler şarkı söylüyordu. https://youtu.be/yhp62HiSfws?t=4 etrafıma bakınırken hayatımda duyduğum en şevkatli sesi işittim. hayır korkutucu değildi. +pişman mısın? (dedi ve lucifer ya da diğer melekler gibi evlat eklemedi, evrenin yaratıcı sadece yalın bir soru sordu bana) bir süre hiçbir şey diyemedim. - bilmiyorum (diye cevapladım) + insanlığı neden yarattım biliyor musun? tüm salonda sesi bir müzik gibi yankılanıyordu. herhangi bir insan sesine benzemiyordu, ince ya da kalın değildi. tonlamaları ise kendine özgüydü, insan orada çok değişik bir şey hissediyor. aradaki milyon sayıdaki perdeleri yırtmak istiyor, önce sarılıp koklamak, ardından hesap sormak istiyor. bir evladın babasına kızdığı gibi kızmak istiyor. affedilmek istiyor anlaşılmak istiyor. melekleri anlıyorsunuz, tanrıyı gördüğünüz işittiğiniz an, işte o anlarda ona ilahi bir aşk beslememek imkansız. tanrıyı o an sevmemek imkansız... işte o an anlıyorsunuz gerçek aşkın tanrıya hissedilebilen bir şey olduğunu, bunu önceleri mevlana ve şems anlamıştı, belki de tanrı'nın insanlığa yanlış ya da aykırı gelen her şeyine rağmen... - insanlığı neden yarattığınızı bilmiyorum efendim (şeklinde cevapladım) + sonsuz sevgimi paylaşmak istedim... yalnız olmak istemedim, yalnız kalmak istemedim artık. bu kadar insani bir cevap beklemiyordum, gözlerimden iki damla yaş süzüldü. evet biz gerçekten onun suretindendik. duygu dediğimiz şeyler aslında tanrıya aitti. öfke, sinir, sevgi, nefret, kibir... hepsi o'na aitti. sonra olabilecek en saçma şey oldu... tüm o mükemmeliği başkası bozamazdı. kapıdaki melek gelip, 'efendim lucifer sizi görmek istiyor' dedi...

lucifer içeri girdi, herifte güneş gözlüğü vardı. (ışık rahatsız ediyor kusura bakmayın baba dedi) ceketinin yakasını düzeltti... gülümsedi. i'm a man şarkısını mırıldandı. https://youtu.be/e68c6whsO_E?t=175 ilk şoku atlatınca; ben; lucifer ne yaptığını zannediyorsun, çık buradan? lucifer; hadi ama evlat epey duygusallaşmışsın. tanrı; lucifer ! lucifer; baba ? tanrı; lucifer ? (hiddetli) lucifer; baba? tanrı; seni kül etmemem için tek bir sebep söyle. lucifer; anlaşma yaptık, hadi evlat ocakta yemeğim var. ben; sen tam bir dallamasın lucifer. azrail içeri girdi; azrail; bu ne cüret burada? lucifer; şimdi çıkıyorduk... tanrı; 200.bin yıl sonra karşıma çıkıyorsun ve bu ne cüret... lucifer; özür dilerdim ama bu bir şeyi değiştirmeyecek, bu arada dekoru sevdim. o an azrail büyük bir hiddetle lucifer'i boğazından tutup havaya kaldırdı ve ardından ikimiz de cehennemde uyandık...
gözlerimi açtığımda lucifer viskisini yudumluyordu. sinirlenerek kalktım olduğum yerden. +sen ne çeşit bir hastasın lucifer? -iş kazası bazen olur bunlar. neyse ki evdeyiz. cehennem... + her şeyiberbat ettin. tanrı beni affetmek üzereydi. - sarılıp ağlaşmanızı böldüğüm için özür dilerim. +sana yumruk atmak istiyorum. -atmalısın evlat. hadi gönder babana yumruğu (elinde viskiyle sırıtıyor, neredeyse kafasının iyiolduğuna inanacağım) +yumruk attıktan sonra beni burada bırakırsan? -hayır söz veriyorum, salla gitsin, hadi rocky. hadi sert çocuk. tanrıyla olan o mükemmeliği mahvetmişti saygısızca, dayanamayıp yumruğu çenesine doğru attım. eliyle çenesini sağa sola itip bıraktı. + bu iyi geldi dedi ve viskisinden bir yudum daha aldı. artık pes etmiştim. gerçekten kafadan kırık olduğuna orada ikna oldum. daha sonra bana dönerek şunları dedi; müge ve seni diriltme planım şimdilik suya düştü, lakin başka bir planım var. -senin hep bir planın vardır lucifer. ne söyle (umursamaz şekilde sordum) + kuralları yok sayma zamanı geldi evlat. -o ne demek? bir sigara çıkardı, zebaninin yanına kadar adımladı, o'nun yanan bedeninden sigarasını yakıp üfledi. bana dönerek son derece kendinden emin bir şekilde... şöyle dedi; 'kuralları uyguladığım yeter, cehennemin kapılarını açaçağım dünyaya'
cehennemin kapılarını dünyaya açacağım derken ne demek istemişti. bu kadar kafayı yemiş olamaz heralde diye düşündüm. cehennemdeki tüm o günahkarları katilleri ünlü simaları dünyaya salmak çok iyi bir fikir sayılmazdı... bir süre sonra hadi evlat gidip bir şeyler içelim dedi. pariste bir barın kapısında belirdik. o an sinirlenerek o'na döndüm. +madem istediğin yere böyle gidebiliyorsun ne demeye her yere arabayla gidiyoruz. -arabamı seviyorum evlat. her zamanki lucifer, her zamanki cevaplar dedim ve bara girdik. kendimize içki syöelyip içmeye başladık. ben; yaptığın bunca saçmalıktan sonra, tanrının huzurndan kovulmamız hakkında bir şey demeyecek misin? lucifer; babama benziyorum di mi? gözler aynı... ben; oraya gelmemeliydin. lucifer; olan oldu. ne derler bilirsin evlat. ben; bilmiyorum ne derler? lucifer; cennette olan cennette kalır. ben; o vegas'ta olan vegas'ta kalır değil mi? tuzlu fıstığı yerken cevapladı. 'hayır o'nun orjini cennette olan cennette kalır' ben; geyik mi yapacağız gerçekten? lucifer; geyik yapmıyoruz çıkarken kapıları açık bıraktım. ben; ne? ne? ne? lucifer; şu arka masaya bak evlat, sırasıyla hitler, cengiz, vlad tepeş, einstein ve nietzche oturuyor. şaşırmadım bile. ben; onları neden getirdin? ve neden güneş gözlüğü takıyorlar. lucifer; henüz tanınmamaları lazım. ben; bu diğerlerini anladım sonuçta insan öldürdüler de einstein ve nietzche niye cehennemdeydi. lucifer; einstein atom bombasına katkı verdi bilgisiyle, nietzche ise babamın öldüğünü iddia etmişti kitabında. sinirlerim bozuldu gülümsedim. lucifer'in planını dinlemeye devam ettim.

daha sonra içkilerimizi alarak onların masasına geçtik. yine cehennem dili konuşuluyordu. cehenneme bir kere giden o dili öğreniyordu... lucifer söze girdi; lucifer; sizi neden seçtim biliyor musunuz? cengizhan; hayır bilmiyoruz iblis. lucifer; bana öyle hitab etme kırılıyorum... her neyse, çünkü siz katil olduğunuz kadar toplumları yönetebilen liderlerdiniz... fikirleriniz önemli. einstein; peki ben ve niçe ? lucifer; sizin de zekanız çok değerli. hitler; sen kafayı yemişsin. lucifer; bir daha sözümü kesersen bıyıklarını keser cengiz'e yediririm. cengiz, ben neden yiyorum o'nun bıyıklarını? lucifer; çünkü iyi anlaşıyorsunuz. tam bir deli topluluğu arasındaydım. cehennemde uzun süre kalmış fıttırmıştı bir çoğu. o arada nietzche bara doğru adımladı ve sandalyeye oturdu. o normal gözüküyordu. yanına kadar gittim. dünyanın en zeki insanı olarak görmüşümdür hep o'nu konuşmak istedim. nietzche bana baktı ve tekrar önüne döndü. ben; memnun olmadığınız aşikar buradan? cevap vermedi önüne bakmaya devam ediyordu. ben; cehennemi m tercih ederdiniz? niçe; tercih diye bir şey yoktur, tercih bir ilüzyon. tek gerçek güçlü seçenektir. ben; nasıl yani? niçe; insanlar yol ayrımında kalmazlar, kaldığını zannederler. bilinçaltları çoktan karar vermiştir. bir katilin katil olmadan önceki son anı zaten katil olacağını söyler o'na. bir hırsız çalmadan çok önce hırsızdır. seçimler yoktur, her seferinde seçeceğim şey kişiliğimizde belli ve saklıdır. tanrıdan sonra beni en çok etkileyen kişi olmuştu bu sözleriyle. ben; pişmanlığınız var mı? niçe; pişmanlığı olmayan insan aslında hiç yaşamamıştır. hayat mutlu anların değil mutsuz anların toplamıdır. çünkü mutsuzken zaman tam anlamıyla yavaşlar ve yaşadığımızı hissederiz. oysa mutlu anlar öyle mi, rüya gibidir bir anda geçip giderler. o'nu sonsuza dek dinleyebilirdim. daha sonra lucifer banabir süprizi olduğunu söyledi.

lucifer'in yanına gittim tekrar. ben; ne istiyorsun iblis. lucifer; öyle deme kırılıyorum. ben; biliyorum. lucifer; sana bir süprizim var. sanırım tanrı karşısındaki mağrur ve sevgi dolu halin işe yaramış. ben; ne demek bu? lucifer; büyük aşkın dünyaya geri gönderilmiş. bir türlü kavuşamadığınız hani. kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. o'Nu son kez gördüğüme kendime inandırmıştım. bu cehennem manyakları içinde kafayı yememek mümkün değildi. beni kurtarsın istiyordum. bir süre sonra cehennem ekibiyle beraber paris sokaklarında yürümeye başladık. artık sonbahar olmuştu. paltolarımız rüzgarla beraber hareket ediyor, güneş gözlükleriyle slow motion havalı bir şekilde yürüyorduk.

lucifer müge'yi almak üzere yanımızdan ayrıldı. çok kısa bir süre ikisi de bize son sürat gelen lucy'nin kırmızı impalası içinde görüldü. hayatımın belki de en mutlu anıydı. müge arabadan indi, ben ona doğru adımladım. adımlarım sıklaştı, o koşmaya başladı, ben de o'na doğru koşmaya başladım. kollarımı açtım... o an etraf karardı. gelişine çeneme sağlam bir yumruk çıkardı. müge; beni kandırdın alan garrner yine yeniden kandırdın. ben; bu artık sıkmaya başladı (çenemi tutarak) müge; azrail beni almaya geldiğinde neden sonsuz cehenneme çarptırıldığını söylemedin? lucifer bana fısıldayarak kızın regl günü alttan al evlat alttan al ben; sana söyleyemzdim müge, müge; öyle mi? hitler; burada çok işimiz var mı? müge; bu da kim? ben; uzun hikaye seni özledim. müge; ben özlemedim. o sırada sarıldım, o önce itti, sonra sarıldı... lucifer; tamam koklaşmanız bittiyse planı açıklıyorum... müge ve seni diriltip, kaos çıkaracağım. daha sonra bu yanımda gördüğünüz cehennem insanlarını dünyaya tanıtacağım. çıkan kargaşa sonucunda yeni bir düzen kurmayı planlıyorum. her kriz bir fırsattır. tüm semavi dinlere tarihe gömme vakti millet. ama bir sorun vardı? merlin ortalarda yoktu...

lucifer telefonu çıkardı... birisini aradı. ben; kimi arıyorsun? lucifer; merlin'i ben; telefon mu kullanıyor merlin (güldüm) lucifer; avantajlı paketten hem de... (artık dalga mı geçti emin değilim) hayır açmıyor dedi lucifer. bir süre düşündükten sonra sanırım new york'taki evinde dedi bize dönerek. ben; nereden biliyorsun? lucifer; en iyi escortlar orada. müge; siz nasıl bir tarikatsınız acaba? ben; merlin'in cinsel ihtiyacı mı var? lucifer; o ihtiyar özünde sapyoseksüeldir. escortarı zeki buluyor evlat. bunlara artık şaşırmıyordum bile... bir süre sonra new york'a gitmeye karar verdik. kuralları artık açıktan çiğniyordu lucifer. müge ve ben ise oradan oraya savruluyorduk. güneşli bir pazar günü new york'a vardık öncesinde gemiyle avrupadan yola çıktık. müge benimle hemen hiç konuşmadı, ben de üzerine düşmedim. merlin'i bulmak için lucifer'in elindeki adrese gidiyorduk. o ihtiyar gerçekten de alem yapıyordu muhtemelen. müge ve benim dirilmem, lucy'in büyük planı sonunda gerçek olacak gibiydi. dünyada kaos çıkacak gibiydi. işte tam o an cebrail karşımızda belirdi. cebrail; merlin'in yanına gidiyorsunuz. lucifer; şu an geç kalıyoruz izin verirsen. cebrail; size babamızdan bir haber getirdim dedi ve elindeki eskitme kağıdı okumaya başladı. bilsinler ki istedikleri kaos ise buna izin vermeyeceğim, eğer bu gerçek bir savaş olsun istiyorlarsa zagrisya düzlüklerine gelsinler lucifer; bu iyi olmadı. cebrail o sırada kayboldu. ben; merlin'in yanına gitmeyecek miyiz. lucifer; gideceğiz evlat. ama bu hiç iyi olmadı. ben; zagrisya neresi? lucifer; ne cehennem ne cennet ne de araf, tarih boyunca hiç kullanılmamış çorak bir bölge. ben; ne anlama geliyor bu. lucifer; babam artık olaya el koyuyor. dünyada kaos çıkmasına izin vermek istemiyor. ben; yani. lucifer; zagrisya'da top yekün bir savaş başlayacak evlat. biz ve onlar... herkes donup kalırken lucifer ise ilk defa endişeli gözüküyordu.
tanrı'nın lucifer'i çağırdığı zagrisya düzlüklerinde büyük bir savaş başlayacağı aşikardı. bir süre birbirimize baktıktan sonra merlin'i de yanımıza aldık. lucifer ilk defa ciddi gözlüyor, viskisinden içerek şimdiden evrenin en büyük savaşının planlarını düşünüyordu. müge bana dönerek endişeli gözlerle baktı. üstelik bu sefer insanoğlunun her zor durumda yaptığı gibi tanrıya da yalvaramıyorduk çünkü kendimizi bu ateşin içinde bulmuştuk. tanrı ise karşı taraftaydı artık. new york'un yorucu kalabalığından sıyrılarak amerikanın batısına kadar hiç durmadan sürdük araçları. nihayet batı kıyısana geldiğimizde okyanusun ferahlığı bize bir an olsun iyi geldi, daha sonra konuşmaya başladık...
ben lucifer ile konuşurken geri kalan herkes birbirine zagrisya hakkında sorular soruyordu, herkes tedirgindi. daha sonra lucifer'e dönerek zagrisya'ya nasıl gideceğimizi sordum... bana atlantik okyanusundaki bermuda şeytan üçgenini duyup duymadığımı sordu. giiş kapılarından birinin orada olduğunu söyledi. bermuda şeytan üçgeni tarihten bu yana uçarkları gemileri içine çekip batıran, düşüren gizemli bir bölgeydi. oranın zagrisya kapısı olduğunu öğrendiğimde her şey yerli yerine oturmuştu. bir süre sonra lucifer'in ordusunu almak üzere cehenneme gittik. lucifer etrafa şöylece bakındıktan sonra cehennem halkına şu konuşmayı yaptı? -bazılarınız kısa süredir bazılarınız ise yüzyıllardır burada işkence görüyor, ben kurallar gereği buna alet oldum... uzun süredir tanrı'Nın kuralları bizi yönetiyor, uzun zamandır acılar çekiyoruz, uzun zamandır huzur ve mutluluk bize uğramadı. uzun zamandır tanrıya yalvarıyoruz lakin duymuyor... size bir şey diyeceğim... artık yeter... (diye bağırdı lucifer, sesi tüm cehennemde yankılandı) cehennem kalabalığı ise büyük bir gürültüyle karşılık verdi ölüm onlar için, acı onlar için keder artık onlar için diye bağırdılar uzun süre tempo tutarak... daha sonra lucifer ordusunu topladı ve dünyaya dönüp zagrisya'ya doğru yol aldık. milyonlar barındırıyordu ordumuz.
bermuda şeytan üçgeninin içine kadar geldiğimizde, gemimiz alabora olarak bizi zagrisya'ya attı. kıyısına kadar çıkmıştı gemimiz. etrafta alabildiğince çorak topraklar vardır. dağlar ardı ardına uzanıyor, etrafta devasa kayalar kanyonlar oluşturuyor, kızıl renkteki toprak her yeri kaplıyordu. etrafımıza sadece şaşkınlıkla baktık. lucifer burayı daha önce görmüştü. o normal karşıladı. biz ise bilmediğimiz bu yeni dünyaya alışmaya çalışıyorduk. hiç görmediğim hayvanlar çorak arazide dolaşıyor, devasa kuşlar gökyüzünde uçuyordu.

bir süre sonra zagrisya'nın içine doğru yol aldık. etrafta cennetten ve cennet ordusundan kimse yoktu. bu arada her saniye lucifer'in cehennem ordusu da zagrisya'ya varıyordu. orada yüzyıllar boyunca yanmış milyonlar ardı arkası kesilmeden zagrisya kıyılarına çıkıyordu. yürüyüşümüz devam ederken tüm o çoraklığın ortasında bir nebze yeşil alanlar gördük. daha önce hiç görmediğimiz devasa ağaçlar ve ortasından akan nehir... gökyüzü aydınlıktı ama zagrisya'nın güneşi yoktu... davut'un yıldızına benzer bir gök cismi vardı yalnızca semalarında. uzaklarda bir yerde seçiliyordu. lucifer'e dönerek savaşın olup olmayacağını sordum. bana gülümseyerek bu evrenin en büyük savaşı olacak evlat, insanoğlunun savaşları gibi bir anda olup bitmesini bekleyemezsin. hazırlanmalıyız. güçlenmeliyiz. planlar yapmalıyız. eminim onlar da yapıyorlardır. yani cennet orduları. ışığın askerleri...

zagrisya'nın o arazisine yerleştik ve kendimize bir yer inşa etmeye karar verdik. milyonlarca asker vardı, aklımıza koyduğumuz bir şeyi çabucak yapıp bitirebilirdik. lucifer; hep birlikte buraya devasa bir kale yapmalıyız. hepimizin yaşayabileceği korunabileceği... kalabalıktan sorular yükseliyordu... lucifer tekrar söze girerek; +aslında aranızda mimar var mı? dedi gülümsedi müge'ye bakarak. müge; sen ciddi misin? projre çizmemi mi istiyorsun? üstelik burada? lucifer; ne var bunda, staj defterine yazarsın dünyaya dönünce. dayanamayıp güldüm o an. müge karnıma dirseği attıktan sonra ikna oldu. büyük bir şato projesi çizgi, etrafını kilometrelerce çevreleyen kaleler kurulacaktı. daha sonra milyonlarca ölü lucifer'in direktifleri üzerine çalışmaya başladı. cennet ordularından hala bir ses yoktu, burası sonsuz arazilerle çevriliydi, belki uzaklarda bir yerlerde onlar da gelmişti...

tüm bu inşa etme süreci ne kadar sürdü emin değilim. çünkü bazen karanlık bazen de aydınlık oluyordu hava, gece ve gündüz düzenli değildi zagrisya'da. tüm o zamanlar içinde müge'yle aramı düzeltme çabalarım sonuçsuz kalmıştı. biz onunla hiç beraber olamamıştık, hiç mutlu da olamamıştık. yaşanılan onca şey hep eksikti. sonuç olarak artık benim olsun istiyordum. artık mutlu olalım istiyordum. tüm bu savaş son anımız olacaksa bile, yok olacaksak bile bir kez en azından mutlu olabilmeliyiz diyordum. konuşma çabalarım sonuçsuz kalınca her zaman olduğu gibi geri çekildim üstüne düşmedim. zamanlar akıp giderken heybetli bir şato, etrafına ise kilometrelerce sur ve kale inşa edilmişti. milyonlarca yorgunluk bilmeyen ölü dur durak bilmeden çalışarak inşa etmişlerdi bunu... lucifer her zaman yaptığı gibi büyük bir dalgacılıkla açılış töreni yapmak istedi cehennem halkına.

lucifer eline bir ağaç dalı alarak mikrofon gibi tutmaya başladı. karşısında milyonlarca kişilik cehennem ordusu yapılan şato ve kalenin önünde konuşmaya başladı. sesi kanyonların arasından yankılanarak herkesce duyuluyordu. öncelikle burayı inşa ettiğiniz için daha sonra yine burada benimle yok olacağınız için hepinize teşekkür ediyorum ordu buz kesti o an, herkes önce birbirine baktı daha sonra homurdular yükseldi... ordudan biri hiç umut yok mu diye sordu. lucifer; bilmem belki vardır, sonuç olarak savaşacağız. bana öyle boş gözlerle bakmayın, gören de inanılmaz renkli bir hayatınız vardı sanacak. zebanileri özleyen var mı aranızda, çünkü varsa geri gönderebilirim. uzatmadan herkesten alkış bekliyorum... 3-2-1 kalabalık biraz korku biraz şaşkınlıkla alkışladı... lucifer surun üzerinde inerek yanıma geldi. +nasıl açılış konuşmasıydı evlat? - daha iyisini duymadım +bak sen, benimle dalga geçiyorsun demek (diyerek gülümsedi) bir süre sonra biz şatoya, ordu ise kalelere yerleşti...

şotaya girdikten sonra lucifer'in deyimiyle kendi as kadrosu odalara yerleşti. odaların içinde zagrisya'daki ağaçlardan yapılmış yataklar, üzerlerinde yapraklarından yapılmış döşekler vardı. pek lüks sayılmazdı ama şatonun en azından dışardan görünüşü heybetliydi. bir süre sonra müge geldi yanıma. +çizimlerin için tebrikler, güzel olmuş plan dedim. -aslında daha sonra biraz değiştirdik cehennem halkı için tecrübeli mimarlar da vardı dedi. sonuçta normaldi, her kesimden insan vardı cehennem içinde. daha sonra müge'ye bakarak. +aramız böyle kötü olmaya devam mı edecek? ne zaman tam anlamıyla olacağız dedim. -bilmiyorum gerçekten. + biliyorsun, çünkü tam şu an olacak bu. - ne demek istiyorsun. üzerine doğru yürüdüm. be yürüdükçe oda gözlerime bakarak geriye doğru adımladı. sırtı duvara gelince durdu. kollarından tutup yaklaştım, verdiği nefes dudağımın üstünü ısıtacak kadar yaklaştım. ufak bir öpüp geri çekildim. elleriyle yüzümü tutup yaklaşıyordu ki '' zagrisya'da çocuk yapmayı düşünüyorsanız yapmayın'' dedi lucifer. ortam dağılmış müge ve ben lucifer'in arkasından büyük taş salona geçmiştik. lucifer komutan olarak seçtiği liderleri toplamıştı orada. masanın üzerinde bir harita vardı. üzerinde ise gümüş akçeler... bunlar judas iscariot'Un akçeleriydi. savaş planını konuşmaya başladılar.

biz plan üzerine konuşurken, odaya koşar adım gözcülerden biri girdi. cennet orduları geldi diye bağırdı büyük bir heyecan ve korkuyla. ne gördüğünü sorduğumuzda, 4 büyük melek ve arkasında ışığın askerleri olduğunu söyledi. tanrı'nın da geldiğini ama o mesafeden o'nu tam görmediğini ekledi. lucifer onlara bakması için bin kişilik bir gözcü ekip çıkmasında karar kıldı. daha sonra komutanlarıyla planı konuşmaya devam etti. lakin herkes artık endişeliydi, sonunda savaş kapıya dayanmıştı. lucifer'e dönerek ne kadardır buradayız diye ilk defa o gece sordum. zagrisya zamanıyla 650 sene 4 ay diye yanıtladı. dünyada ise sadece 8 saat olduğunu ekledi. zagrisya'nın kendisine has özellikleri vardı. bu şoku atlatamadan, gözcü ekibinden biri geri döndü. kapılardan bile çıkamıyoruz, çıkan herkesi kül eden bir asker grubu var dedi büyük bir korkuyla. lucifer bize dönerek sanırım artık başlama vakti dedi. ciddi kararlı ve kendnden emindi. lakin giden kimse geri dönmedi,

zagrisya'da kaybedilen savaşın ardından dünya'da her zaman bildiğimiz şşehirde uyandık müge'yle. her şey normal gözüküyordu. kent yine cıvıl cıvıl, mavilikler ve karanın birleştiği yerde yine simitçi ve çicekciler vardı. olan onca şey ? biz, lucifer... kafam darmadağın olmuştu. charles dickens'ın 2 şehrin hikayesi kitabının başlangıcı gibiydi. her şeyimiz vardı, hiçbir şeyimiz yoktu bir süre yürüdük kalabalık içinde... sonra enteresan bir şey oldu. çicekci ben ve müge'Ye doğru gelerek gül satmak istedi. nutkum tutulmuştu, kaybedilen savaş ardından dünyada uyanmak ilginçti ama kendi bedenlerimizde tekrar hayatta olmamız, işte bunun şoku bizi alıp götürdü bir kaç saniye.

müge ile birbirimize bakakaldık ve gülümsedik. evet yaşıyorduk. peki ama savaş? ne oldu ? nasıl oldu da tekrar her şey hiç olmamış gibiydi. +neler oluyor (dedi) -bilmiyorum ama sonu iyi bitmeyecek. +o ne demek? - benim başıma iyi bir şey geliyorsa müge hanım, sonra daha kötü bir şey geleceği içindir. +ahaha hayat motton mu o? -hayır alın yazısı. bir süre daha yürüdük. ben arafın griliğinden cehennemşin ateşinden, zagrisya'nın bozkırından kurtulmuştum ama sanırım kurtulamayacağım tek şey, sevgili gören bir çiçekciydi... hala peşimizdeydi kadın. bir kaç manevra yapıp atlattık. +lucifer sence yaşıyor mudur alan? -sanırım artık kalbiimizde yaşayacak. +dalga geçme, merak ediyorum? -umrumda değil müge, buradayız ve hayattayız, üstelik kendi bedenlerimiz. biliyor musun narsist tanrı, kafadan kırık lucifer, devlet memuru ciddiyetindeki melekler onların olsun, ben bu sıradanlığı seviyorum müge... +anlıyorum... -sinemaya gidelim mi,? (dedim gülümsedim)

sinemaya gittik. çıkışta yemek yedik. oradan bara gidip içtik. her şey gerçek olamayacak kadar güzeldi ikimiz adına da. gecenin karanlığı şehrin sokaklarını örterken patika bir yola girip yürüyerek ilerliyorduk. aldığımız alkol müge'Yi daha çok etkliemiş olacak ki, yolda zikzak çizerek dans ediyor, arada düşer gibi olduğunda kendisini tutuyorum. +her şey çok güzel değil mi alan... inanamıyorum tüm o kaostan kurtulduk. bu gerçek mi? -hayır değil. +ne? - dağ yoluna bak müge? +ne olmuş, çook uzaktan bir araba geliyor. -lucifer o... +nereden anladın? -ters şeritten giderken son ses judas dinleyen başka manyak tanıyor musun? araç yaklaştı, kırmızı impala olduğundan emin olunca, önümde duran ağaca yumruk atıp, şansıma bahtıma küfür ettim. lucifer; özlediniz mni beni? (arabadan inerken) müge; hayır... lucifer; alan ? ben; hayır.. lucifer; merak ettiniz mi? müge; hayır. lucifer; alan? ben; hayır. lucifer; her şey bıraktığım gibi yani harika, atlayın sizi bir yere götüreceğim.!! her zamanki dallamalığı üstündeydi. hayatımızın normal olma olasılığı? bir an için olamaz mıydı? bu o savaştan nasıl kurtulmuştu? ah tanrı ah... ne yapoacağı asla belli olmmuyor. tıpkı aşk acısı çeken kızlar gibi.

lucifer!'in aracının içinde rüzgarı delerek, son sürat yol alıyorduk. müge kafasını omzuma koydu, o şekilde bir süre kaldı. ben uyudu zannetmiştim ama sonra elimi tuttuğunda gözlerinin açık olduğunu fark ettim. camı açıp bir sigara yaktım o arada. lucifer'e bir kaç kez sorsam da söylemedi. süpriz dedi gittiğimiz yer için.
bir süre sonra harika bir sahilde, balıkçı restorantına geldik. karnımız da acıkmıştı zaten, bu iyi oldu dedim içimden. insanlara görünür olmak, gerçekten tekrar hayatta olmak ve bunun yanında mğge'Nin yanımda olması her şeye rağmen harika bir histi. o da bu durumdan oldukça mutluydu, yer yer bana bakıp gülümsüyordu, her gülümsemesi başka bir anlam içeriyordu ve ben hepsini anlıyordum. aşk değil, sevgi değil, bunlardan daha özel bir bağ var. adı konamayan. çünkü tanımlamak sınırlandırmaktır. bilinen kısıtlıyken bilinmeyen sonsuzdur. hisler için de böyledir. içeriye girdiğimizde gözlerime inanamadım. big four masadaydı. cebrail azrail mikail ve israfil. masalarına oturduk. hiç kimse tek kelime etmiyordu. ne oluyordu? ne dönüyordu burada. müge bana dönüp kısık sesle neler oluyor dedi. kafamı iki yana hafifçe sallayarak bilmiyorum dedim vücut diliyle. sessizlik giderek gerici bir hal almaya başlıyordu ki? lucifer; hiç tas kebabı yedin mi azrail? azrail: burası balıkçı lucifer. garson; azrail'i isim olarak hiç duymamıştım? lucifer: hayır o gerçeği. garson; anlamadım. ben; levrek var mı? garson; burada neler oluyor? müge: onu ben de senin kadar merak ediyorum. ben; levrek? neyse ki siparişleri verebilmiştik. yemeği bitirdikten sonra. ben; sen nasıl hayattasın lucifer? lucifer; savaşta tam biz yeniyorduk ki... azrail: saçmalama lucifer. lucifer: savaş kıran kırana gidiyordu ki... cebrail; yapma lucy!!11 lucifer: pekala babam meydana indi ve önüne geleni doğruyordu... oldu mu? mikail; fena değil... ben; yeter artık bunu sormadım. lucifer: sonuç olarak babam beni öldürmedi. her şeye rağmen yok edebilirdi. etmedi. ben; milyar yıllık kavga bitti mi yani. lucifer; elbette dostum bu kaynaşma yemeği. müge; baban nerede o zaman. lucifer: masanın başındaki boş sandalyede o var!! müge ile refleks olarak ayağa kalktık. bir süre o şoku yaşadık. sonra tekrar oturduk. evet bu gerçekten de kocaman bir ailenin barışma yemeğiydi. lucifer; işte öyle evlat. sonra babamla duygusal anlar yaşadık. azrail: neden abartıyorsun lucifer? saçmalık. sen değişmezsin. bu barışın uzun süreceğini sanmıyorum. ben; bizi niye çağırdın? lucifer; özgürsünüz, burada ayrılıyor çocuklar. 8 milyar yaşındaki bu adama dostluk ettiniz. hayır bu sefer dalgacı değildi, ciddiydi ve üzgündü. müge gidip o an lujcifer'e sarıldı. kimse beklemiyordu. lucifer; bu takım özel dikim sulugöz, sümük bulaştıacaksın. müge; aslında hiç umrumuzda değilsin ama seni bir daha göremeyecek olmak?? bilmiyorum. lucifer: evet maalesef... alan senden sarılma yok mu? ellerini açıp bana doğru geldi. ve sonra duraksadı... lucifer; bana yumruk atacaktın demek, kısa vadeli geleceği görebiliyorum... ben; evet atacaktım. lucifer; neden? ben; neden mi? neden? öldüm rahat bırakmadın. beni saykolarla dolu cehennemden, zagrisya mıdır nedir ebesinin a... götürdün... ayrıca senin sürekli dalgacı ve komik olduğunu sanman bo... bu durum... si*** yerinde... işte bu a*** ko*** olayları luciy, tüm bu si*** şeyler... sana yumruk atmak istememe sebep oluyor. bu uzun küfrümün ardından ortam buz kesmişti. lucifer; haklısın hadi patlat bir tane. garson; yalnız burada yasak efendim. önce garsona, ardından lucy'e yumruk attım. ceketimi ve müge'Yi alıp çıktım. tam kapıdan çıkmak üzereydim ki; lucifer; seni özleyeceğim alan? ben; ben de lucy...

müge ile tüm bunları geride bırakıp deniz kenarına gittik. üzerimizde lucifer ve ailesinin barışmasının sevinci ama onları bir daha göremeyecek olmanın hüznü vardı... müge; şu yaşadıklarımıza inanamıyorum. ben; uzun bir yoldan geldik. müge; rüya gibiydi, ben; kabus gibiydi. müge; deme öyle, seni bana getirdi. ben; teorik olarak o dediğinin tersi. müge; iyi ki ölmüşsün o zaman. ben; saol ne zaman istersen? (güldü) müge; pekli şimdi ne olacak? ben; nasıl yani? müge; tüm bunlara bu gerçekliğe nasıl adapte olacağız. oradaki adam; kusura bakmayın müge siz misiniz? ben; sen kimsin. adam; size bu anahtarı gönderdiler ve bu notu. şimdi gitmem gerek... müge; bu neyin anahtarı? ben; harika bir şeyin. (kafamızı kaldırdğımızda impala oradaydı lucifer bize bırakmıştı) müge; notu okuyorum alan... bu dizleri okuduğunuzda ben çok uzakta olacağım gibi klişe bir giriş yapacaktım ama vazgeçitm neyse uzatmayacağım. hayatınızı yaşamaya devam edin, ahlak görecelidir, haz ise sabit. hayattan haz alın, bol bol gezin yeni şeyler deneyimleyin ve aracı dolu depo getirin... müge; ne yani arabayı bize vermedi mi? ben; hayır verdi, o dallamanın espri anlayışı bu. (gülümsedim) müge; bir şey soracağım? ben; sor müge; sen bana hala aşık mısın? ben; aç karna tok karna? müge; gülmedim!! ben; sen bana aşık mısın? müge; şimdi mi demin mi? birbirimize baktım güldük. onu çekip öptüm. dudaklarımız ayrılırken dudağım ve yanağımın birleştiği yeri ısırdı ve anahtarı aldı elimden. müge; ben kullanacağım (koşuyor arabaya doğru) ben; ikinci kez ölmeye niyetim yok (arkasından koşuyorum) arabaya yakın bir yerde anahtarı aldım elinden, atladım koltuyğa, o da yanıma atladı gülerek. ben; nereye gidiyoruz miss? müge; uzaklara sürünüz kaptan... gaza bastım ve son sürat araçla yolları ikiye bölercesine gitmeye başladık. motor sesi tok ve doyurucduydu... mutluyduk özgürdük ve mükemmeldik. radyodan bunu açtım; https://youtu.be/vBecM3CQVD8?t=75 müge; seni çok seviyorum. ben; bizi çok seviyorum. gecenin karanlığı içinde son sürat, müge'nin gülüşleri eşliğinde uzaklara sürdük...



Her başlangıçın da bir sonu vardır..

Önceki
Sonraki »

3 yorum

yorum
Unknown
admin
24 Eylül 2017 13:14 ×

Devamını bekliyorum umarım gelir

Cevap
avatar
x
admin
1 Ekim 2017 18:45 ×

Devamını eklemek vazifemizdir,esenlikler..

Cevap
avatar
Geccsaa
admin
27 Aralık 2018 02:53 ×

yani hikaye çok sürükleyici güzel değişik ama dinen etik değil çoğu yerinde dini manevi olarak hakaret ve aşağılayıcı kelimeler ve ithamlar kullanılmıştır.insanlar için manevi olarak çok önemli olan varlıklar melekler Ve yaratıcımız olan Yüce Allaha büyük bir saygısızlık var.

Cevap
avatar

DönüştürDönüştür İfadeİfade