Üçüncü dünya savaşında yaşadıklarım. ~ Deepweb,2018,illuminati,korku,hikaye,cin,hack,credit,card,uzaylı,aog


İnci Sözlük yazarı ve AOG Üyesi |Tugay Sr.| Bilginin arasında jupitere kadar koşanların arasına hoş geldin.Artık başımdan geçen ibretlik/komik anıları Başıma geldi menüsünden okuyabilirsin.

Üçüncü dünya savaşında yaşadıklarım.



"Einstein 4. dunya savaşının taş ve sopalarla yapılacağını söylemiş. Ama bu sözün doğruluğundan emin değilim. Dünya 4. bir dünya savaşını kaldıramaz"


Yıl 2029 . Ekim ayının son günleriydi. Türkiye için sıradan bir sabahtı. Genç bir asker olarak yine sabah traşımı oldum. 3 arkadaş kahvaltimizi yapıp askeriye servisini beklemeye başladık. Mesai saati yaklaştığı için başkent sokaklarında her zamanki boğucu trafik hakimdi. Arabayı bakıma verdigimiz için bir süre servisle gidip gelecektik. Muzaffer sigarasini çıkardı ve Selime uzattı. Benim icmedigimi bildiği için bana sormadı bile.
• **
Üç arkadaş kara harp okulundan birlikte mezun olmuştuk. Teğmen olarak göreve başlamamizin üzerinden yaklaşık 4 yıl geçmişti. Geçen sene de ustegmenlik rütbesini almıştık. Artık apoletlerimizde ikişer yıldız vardı.
• **
Servisin gelişiyle beraber Muzaffer ve Selim sigaralirini atıp ayaklarıyla sondurduler. Serviste yerimizi aldığımızda servis hareket etti. Askeriyeye geldiğimizde her şey aynıydı. Fakat üst rütbeli komutanlarimizin hiç biri yoktu. Bir terslik olduğu belliydi.
Öğleden sonra toplanildiginda özel bir durumdan bahsedilmedi. Her şey rutin akışına ilerliyor gibiydi fakat ben farklı bir şeylerin olduğunu anlamistim. Toplantıdan sonra odama geçtim. Çok değil yaklaşık 10-20 dakika sonra kapım çalındı. Bir emir subayı odama geldi. Hemen ayağa kalkıp selam verdim. " Generalim sizi görmek istiyor" dedi. Ardından " gece saat 12 gibi eğitim alanında olun." diye ekledi.
Şaşırmıştim . Neden gece saat 12? Bir generalin bir üst teğmen ile ne işi olabilir?
Sanki kafamdan geçenleri anlamış gibi "gerekli bilgileri size kendisi verecektir. Tam saatinde orda olun ve yanınıza bir şey almayın" dedi ve odamdan çıktı. O gün boyunca sürekli bunu düşündüm. Kafamda bin türlü düşünce ucusuyor ve hiç biri bana gerekli cevabı veremiyordu. Zaman geçti ve mesai bitti. Eve döndük. Sürekli saati kontol ediyordum . Saat 11 olmuştu. Bir bahane bulup çıkmalıydim evden. Bizimkiler seslendim : " Muzaffer! Evde ağrı kesici var mıydı? "
içerden " bakiyim" sesi geldi. 5-10 saniye sonra " kalmamış. Niye sordun?" dedi Muzaffer. " Hadi ya, başım catliyor. Neyse ben bi nöbetçi eczane bulup alırım" dedim. Bi şey demediler. Evden çıktım ve otobüse bindim. Eğitim alanına varana kadar sürekli konuşulacak konuyu düşündüm.
Eğitim alanına vardığımda etrafima bakindim. Kimse gozukmuyordu. içimden "ulan bu emir subayı beni mi kafaliyor"dedim. Tam o sırada telefonum çaldı. Numara kayıtlı değildi. Telefonu açtım . Benim alo dememe gerek kalmadan tok bir ses " general sizinle jeepde görüşecek " dedi. Çıkıp yola bakindim. Hakikaten de bir jeep kenarda bekliyordu. içini göremiyordum. Askerliğin verdiği bir temkinlikle " binmesem mi " dedim içimden ama sabah buraya gelmemi söyleyen generalin emir subayiydi. içerden beni izlediklerini bildiğim için emin adımlarla jeep e yanastim. Jeep'e 5 adım kala kapı açıldı ve içinden sivil görünümlü iki kişi çıkıp beni jeep'e bindirdi. içeri girdiğimde hakikaten de general yanimdaydi. Araba hareket etmeye başladı. General ilk 5-10 saniye sessizliğini korudu. Daha sonra yüzüme bakmadan şunları söyledi
"Üst teğmen Sinan bey. Eminim gecenin bu saatinde neden bu jeep'in içinde olduğunuzu merak ediyorsunuz. Sizi apar topar almamimizin sebebi şudur. Genelkurmay istihbarati tarafından deneyimli bir Albay olan Hüseyin beyden bir tim kurulması istendi. Güvendiği 12 kişiyi çağırma hakkına sahip. Bu 12 kişiden birisi de sizsiniz. Gideceğiniz yerler ve gerekli ekipmanları size zamanı geldiğinde anlık olarak verilecektir. Seçim hakkıniz yoktur. Bu olağanüstü bir hal durumudur."
Nereye gideceğimiz ve ne yapacagimizi düşünmeyi bırakıp " olağan üstü hal" durumunun ne olduğunu merak etmeye başladım.
Diğer yanımda oturan adam askeri hava üssüne gittiğimizi söyledi. Ağrı kesici almak bahanesiyle çıktığım evdeki arkadaşlarımı ve annemi düşünmeye fırsat bile yoktu. Belli ki gerçekten bir mesele vardı.
Askeri üsse vardık. Jeep den indik. Generali takip ediyorduk. Karanlığın içinde bir askeri ucak bekliyordu. Yanında da 10-15 kişi vardı. Bahsi geçen Albay Hüseyin bey de ordaydi. Selamımı verdim. Elimi sıktı. "Umuyorum bilmeniz gereken kadari size aktarılmıştır. Devdıbını bizden dinlersiniz" dedi. Benim gibi time çağırilanlarin yanına geçtim. Rütbe olarak benden çok üst kişiler de vardı. Ama bu tim rütbe hiyerarsisine göre değil, guvenilen kişilerden kurulmuştu. Peki neden ben de seçilmiştim. Albay hüseyin beyi tanımıyordum bile. Peki o beni nerden tanıyordu? Uçağa bindik. 13 kisiydik. 12 kişi time çağırilanlar , kalan 1 kişi ise bize yolda gerekli bilgileri anlatacak kisiydi. Herkes yerine geçince ucak pistte hareket etmeye başladı. Albay hüseyin bey ve bir kaç kıdemli kişi daha başka bir bolmede bulunuyordu. Uçak havalaninca bizi bilgilendiricek kişi konuşmaya başladı.
"Sizi aynı gün içinde haber vermeden toplamamizin sebebi hem aciliyetten hem de gizlilikten. Şuan olası bir 3. Dünya Savaşının eşiğindeyiz. Natonun isteği üzerine gizli olarak bu proje yürütülüyor. Şuanda itibaren dış dünyayla iletisiminiz kesilmiştir. Üzerinizdeki eşyaları ve kıyafetleri lütfen şurada duran kutulara koyun ve size getirdigim kutudan yeni kıyafetleri giyin" dedi . O an farkettim ki ayağının dibinde koca ve ağır bir koli vardı. Dediğini yaptık. Herkes yeni kıyafetleri giydikten sonra , eski kiyafetlerimizi koyduğumuz kutuyu aldı ve bir başka bölmeye geçti. Saat gecenin 2 siydi ve yorgundum. Kim bilir neler yapacaktık. Koltugumu yatay duruma getirip uyumaya çalıştım.
Uyandığımda hava yeni ışımaya başlıyordu. Etrafıma baktığımda diğer askerler hala uyuyordu. Yerimden dogrulup ayağa kalktım. Şöyle bir gerildim ve yürümeye başladım. iki bölmeyi ayıran kapıya tiklattim. içerde bir hareketlilik oldu. Bize bilgileri veren adam kapıyı açıp ne istediğimi sordu. " saat kaç ?" Dedim. "Yaklaşık 6 " dedi. Neden yaklaşık saati söylediğini bilmiyordum ama ustelemedim. " teşekkür ederim. Peki nereye gidiyoruz ne zaman variriz ? "Dedim. "Vardık zaten" dedi ve bizim bölmeye geldi. Tok bir sesle önce öksürdu sonra da " uyanin lütfen! " dedi. Herkes ayağa kalktı ve adamı dinlemeye başladı. " Şuan da fransa sınırından geçtik. Bildiğiniz üzere fransa nükleer silah sahip bir Nato ülkesi. Bugün bize bir rota cizilcek ve tahmini olarak Doğu istikametinde gideceğiz." Dedi. Doğu istikameti... acaba nereydi.
Uçak yere indi. Bizi uçağın 100-200 m ilerisinde zırhlı bir araç bekliyordu. Oraya doğru ilerlemeye başladık. Ardimizdan Albay Hüseyin bey ve adını bilmediğim, bize bilgi veren adam geldi. Biz zırhlı araca bindirildik. Albay hüseyin bey şoferle bir şeyler konuştu ve o da öne bindi. Vardığımizda askeriye ye benzer bir yerdeydik. Bize yol gösterdiler. Bir asker olarak durumu tam kestiremiyordum. Büyük bir binaya girdik ve direkt olarak büyük bir odaya girdik. içerde fransız generaller vardı. Konferans salonu benzeri bir yerdi. Koltuklara oturduk. Ardimizdan kapı kilitlendi ve ışıklar söndü. Projeksiyondan bazı uydu görüntüleri yansitildi. Bir adam çıkıp konuşmaya başladı. Hepimizin ingilizce bildiğimiz halde bir de tercüman vardı.
" 3 gün önce özel bir operasyon üzerine ırak sınırına gönderilen timimizden bir daha haber alamadık. Daha sonrasında ise sistemimize sizildi ve önemli bilgiler silindi. Sizi oraya , durumu araştırmanız için gonderiyoruz. Suphelendigimiz ülke irak " dedi ama ben biliyordum ki irak, bu denli köklü askeri bir sisteme sizabilecek kapasitede değildi. Bizi resmen yem gibi gönderiyorlardi. Başka bir uçağa doğru yol aldık.

Bu sefer bindigimiz uçakta bazı teçhizatlar vardı. Hepimize birer kol saati verildi. Bu saatler elektronikti ve birbirimizle haberlesmemize de yariyordu. Birer kurşun geçirmez yelek, acil bir anda son çare olarak kullanacagimiz bir el tabancası, bıçak ve birer Df5330 full otomatik silah. ilk defa böyle bir silah görüyordum. Normal silahlara göre hafifti. Özel üretim olduğunu söylediler. Tabancayi cizmemin içine soktum , silahı elime aldım. Yeleği giydim. Bu bir çatışmadan ziyade , gözetleme operasyonuydu. Uçak sınıra 10 km uzaklıkta bir yere indi. Uçağı araziye indirmekte pilot biraz zorlanmis olacakki ucak fena sarsildi. 3-4 araba geldi. Bizi sınırdan geçirecek adamlar yanasti. Hepimiz arabalara 3erli 4 erli bindik . Uçak geniş yoldan faydalanarak birkaç hamlede döndü ve hızlanıp geri havalandı. Bizim arabada Albay hüseyin bey ben ve iki asker daha vardı. Fransız tim ile irtibatin kesildiği noktaya gelmiştik. "Bu alanda güçlü bir sinyal kesici var" dedi Albay hüseyin bey. "Neyse ki bizim saatleri etkilemiyor" dedi. Hüseyin bey telefonunu teslim etmemisti. Sinyal kesiciyi de bu sayede fark etmişti. Sınıra geldik. En öndeki arabayi süren adam önce yavasladi. Bizim araçlar da yavasladi. Daha sonra acı bir fren ile sağa, sola savruldu. Bütün araçlar durduruldu. Hüseyin bey cami açıp ingilizce " neden durduk?" Dedi. "Birileri bizi izliyor " diyip karşıyi gösterdi şoför. Hepimiz arabalardan inip silahlarimizi elimize aldık. Hakikaten 500-600 metre otemizde iki kolu da olmayan bir adam sendeleye sendeleye bize yaklasiyordu.
Hepimiz tetikte bekliyorduk. Biraz yaklasmasina izin verdik. "Kimliğini söyle yoksa vurulacaksin" dedi Albay. Adam birden yuruyusunu düzeltti ve o da fransız aksaniyla ingilizce konuşarak " durun durun ateş etmeyin! " dedi. Ellerimiz hala tetikteydi . Adam yanımıza kadar geldi. Üstündeki kıyafetten asker olduğu anlasiliyordu. Bu adam haber alınmayan time ait bir askerdi. Bir ara adamın gözüne takıldı gözüm. Göz bebeginin kenarında bir leke vardı. Adam konuşurken hiç birimizin gözüne bakmiyordu. Albay hüseyin beyin " timin nerde?" demesi bozdu kısa süren sessizliği. Fransız asker sanki bu soruyu sormasini beklermis gibi anında şu cevabı verdi" buraya geldiğimizde aramizin lastiği patladı. Direnisciler üstümüze ateş açtı. Bir tek ben kacabildim, diğer askerleri esir aldılar. "
Bana inandırıcı gelmemişti. Albayin kulağına " Albayim bir dakika konuşabilir miyiz? " Dedim. "Tabii" dedi. Ordan biraz uzaklaşınca direkt olarak konuşmaya başladım. " Albayim, adamın dedikleri tutarlı gelmedi. Eğitimli bir özel tim iki tane direniscinin eline düşmez. Hem bu olanlar sinyal kesiciyi de aciklamiyor. Zaten adamın gözleri bi farklı bakıyordu. Doğruları söylemiyor. " dedim. Albay şaşırdı. " niye yalan söylesin ki? " dedi. "Bilemiyorum ama eminim Komutanım bu işin içinde bir iş var." Dedim . Arabaların yanına döndük. Yaralı asker bize yolu tarif edecekti. Timin esir düştüğü yere gidecektik. Yaralı asker benim hemen sol tarafımdan oturuyordu. "Kollarin nasıl koptu ?" Dedim. Bir şey demeden bana baktı ve tekrar önüne döndü. Kolu kopan bir insanin kan kaybından olmesi gerekirken bu adam sakince oturuyordu.
Araba yoluna devam ediyordu. Mantığımin almadığı konuları düşünüyordum.
Kolu nasıl koptu?
3 gündür nasıl tek başına yaşıyor?
En önde bizim araba vardı. Yaralı adam bizim şoföre yolu tarif ediyordu. Yıkık binalar gözüktü. Pgiboloji bozacak kadar sessizlik hakimdi etrafa. Tek duyulan ses , arabaların bozuk yolda giderken çıkardığı sesti. Yaralı adam " burada yavaslayalim" dedi. Hızımizi azalttik. Saatlerimiz titredi ve bir ses " neden yavasladik?" Dedi. Arka arabada oturan bir askere aitti ses. ilk defa saatimi kullandım, telsiz düğmesine basıp "fransız asker söyledi" dedim. Bi süre çok Yavas ve ses çıkarmadan devam ettik. Fransız asker "dur! işte burdan geçerken arabamizin lastiği patladı " dedi. Baktık ki gerçekten yerde dikenli teller var. Albay kulağıma " bak gördün mü yalan malan yok" dedi. Telleri dikkatli baktığımda bir mantiksizlik farkettim. Eğer söylediği gibi arabayla tellerden gecselerdi, en azından telde bir bozulma olurdu. Ama tel yerde dümdüz uzanmisti. Sanki yeni Serilmiş gibi...
Arabalardan indik. Ellerimiz tetikte yavaşça etrafa bakmaya başladık. Görünürde kimse yoktu. " şu tarafa doğru gittiler " dedi. " sen nasıl gördün? " Dedim. "Kaçarken " dedi. Bu işte cidden mantiksizlik hat safadaydi. " eğer dediğin gibi arkadaşlarını rehin alsalardi , seni bırakarak mi giderlerdi? Ya öldürürler ya da seni de alirlardi ve goremezdin. " dedim. Şimdi Albay dahil herkesin kafasında birer soru işareti vardı ve Fransız askere bakıyorlardi. Fransız asker birden yüzünde iğrenç bir gülümsemeyle ve sakin bir şekilde " oluceksin pis Türk" dedi. Şaşırmış ve ofkelenmistim. " Ne diyorsun sen !" Dedim. O sırada ıslık benzeri bir ses isitildi ve havadan bize doğru gelen futbol topu büyüklüğünde bir nesne göründü.
Önce havadaki şeye sonra fransız askere sonra da Albaya baktım. Bir anligina hepimiz kitlenmistik sanki. Fransız askere yumruğu geçirdim ve geriye doğru koşmaya başladık. Bomba ya da füze olarak tahmin ettiğim şey yere düştü ama patlamadi. Yerde bir , iki kez sektikten sonra içinden yukarı doğru 10-20 santimlik bir boru çıktı. Birden kulakları sağır edecek derecede bir çınlama yayıldı etrafa. Beynim kemiriliyordu sanki. Kulaklarimi ellerimle kapadım. Etrafımdaki askerler tek tek yere yigilmaya başladı. Tâkatim kalmamıştı. Benim de gövdem yerle birleşti.
• **
Uyandigimda tanımadığım bir yerdeydim. Duvara dayanarak oturuyor pozisyondaydim. Ellerim bağlıydı. Gözlerim ışığa alistiginda farkettim ki önümüzde değişik bir platformda vardı. Fransız askeri koltuğa oturttular boynunda takılı olan küçük bir şeyi ellerindeki değişik bir aletle koparıp aldılar. Bu alet sanki mağazadaki bir kıyafetin alarmıni söken şey gibiydi. Boynundaki o şey çıkarılan asker, sanki beyni çıkarılmış gibi yere düştü. Onu kenara koyup bizden birisini aldılar. Onu koltuğa gotururlerken bağırmaya, kurtulmaya çalıştı. Fransız askerden çıkardıkları küçük şeyi alıp , aynı aletin içine koyup onun boynuna bastılar. Asker, ya acıdan ya da ondan daha fena bir şeyden olsa gerek ellerindeki ipi kopartti. Direnmeye başladı. Başındaki doktor kılıklı adam küçük bir cerrahi testere aldı. Önce adamı tuttular ve bir iğne yaptı. Adam yavaş yavaş hareketsizlesti ve bayıldı. Sonra askerin kollarını kesmeye başladı. Bu iğrenç bir manzaraydı. Kolları kesince kan kaybını önlemek için bi tomarı pamuk ve kan pıhtılaştirici tozu adamın kollarına bastı. Sonra küçük şeyi boynuna taktilar. Bu küçük şeyi filmlerde gördüğüm çiplere benzetmistim. Tam o sırada iri yarı bir adam beni tutup koltuğa doğru çekti. Karşı koymaya çalışıyordum ama ellerim bağlı olması işleri zorlastiriyordu.
Çeke çeke beni koltuğun yanına getirdi. Zorla oturttu. Eline o çiplerden birini aldı. Elindeki alete yerleştirdi. Boynuma doğru yaklaştırdı. Sürekli kafama bir sağa bir sola atiyordum. Ama kaçarı yoktu. Biliyordum ki çaresizdim ama yine de refleks olarak bedenim kurulmaya çalışıyordu. Önce boynumda bir sızı hissettim. Sonra karşıdaki adamın yüzü birden babamın yüzüne döndü. işte babam karsimdaydi. Kaderin bizi ayırdığı babam.
• **
-Baba! Nerelerdeydin baba.
+Yukardayim oğlum. Olmam gereken yerde. Gördüm ki asker olmuşsun.
-Oldum baba. Senin gibi asker oldum bak bende.
+Aslan oğlum benim.
-Niye bıraktın beni, vatanıni, annemi baba?
+Öyle olması gerekti oğlum.
-Bende şehit olacağım baba senin gibi .
+Sus sus
• **
Birden acıyla irkildim. Koltuktan fırlarcasina kalktım. Albayimin yere düşüşünu gördüm. Bana çipi takacaklari sırada yetişmiş , elleri bağlı halde doktorun üzerine atılmıştı. Bütün bedenimde duyduğum tarifsiz acının yardımıyla ellerimdeki ipi koparttim. Acil anlarda kullanılması için verilen el tabancasini cizmemden çıkarıp albayimin başına üşüşmüs adamlardan birisine sıktım. Üzerime doğru gelen doktorun silahın arkasiyla kafasına vurdum. Bunu gören diğer adamlar ellerini kaldırdılar. "Kıpırdarsaniz acımam hepinize sıkarım" dedim.
Albay da yerden kalktı . Tezgahta duran kalın ipleri Albaya fırlattım. Adamları bağlamaya başladı. Ben de o sırada bizimkileri uyandırıp birer birer iplerini çözdüm. Hızlı olmaliydik. Sayıları bu kadar az olamazdı. Mutlaka silah sesini duyup gelenler olurdu. Yerde yatanlara baktım. Fransız askeri hareketsizdi. Bizim asker ise nefes alıyordu. Göğsü alcalip yükseliyordu. Hemen kaldırıp koltuğa oturttum. Cihazı elime alıp inceledim. Rusça yazılar vardı. Buna şaşıracak vaktim yoktu bile. Çipe aleti yerlestirip , çipi çıkarttım. Biraz sert yapmış olacaktım ki, kan suzuldu boynundan. Buldugum bir parça bezi yaraya sardim ve askeri yere yatırdım. Silahlarimiz alındığı için elimizde sadece el tabancalarimiz vardı. Çizmelerimizi aramak akıllarına gelmemişti. Bagladigimiz adamları silahın tersiyle vurup bayılttim. Üstlerini aradım. 3 tabanca 2 bıçak çıktı. Demekki onlar da teçhizat almamislardi. Odanın kapısına yöneldik. Kapı parmak izi kilitiyle korunuyordu. Filmlerden gördüğüm sahneler geldi aklıma. Cansız yatan doktorun parmağını kesip kilit e zütürdüm. işe yaramisti. Parmağı cebime attım. Koridoru kolacan edip , diğerlerine gelin işareti yaptım.
Önümüzde uzun bir koridor vardı. Silahlari gerekli olmadığı. Müddetçe kullanmamaliydik. Hem mermi sıkıntısı yaşardık hem de çok ses çıkarmış olurduk. Katlar arasında merdiven yoktu. Asansöre yöneldik . Düğmeye bastım. Beklemeye başladık. En aşşağı kattan geliyordu. Herkes arkasını dönüp etrafı kolluyordu. Ben ve bir asker daha asansöre silah doğrultmustuk. Dolu geldiği taktirde , kurşunu yapistiracaktik. Nihayet asansör geldi. içi boştu. Asansör hepimizi alamazdi. Bolunmemiz lazımdı. Ben ve 4 kişi daha asansöre bindik. Şuan bulundugumuz kat 8. kattı ve 13 katliydi bina. Bütün katları temizlememizin imkanı yoktu. Plan şuydu. Biz 5 kişi asansöre binip , silah odasının yerini araştıracaktık. Kalan 6 kişilik ekip de o katı temizleyip bizi bekleyecekti. inilebilecek 7 kat vardı, cikilabilecek ise 5 . Yapılacak bir şey yoktu. 7. Kata inip ilk bulduğumuz kişiyi konusturmaya çalışacaktık. 7.kata indi asansör. Kapı açılır açılmaz karşımıza bir adam çıktı. Bir ceviklikle üstüne atlayıp ağzını tuttum. imkanı yoktu susmuyordu. Yakalanmamak için adamı da asansöre çekip tekrar üst kata çıktık

Adamın üstünü aradık. Silahsizdi. Benim çat pat rusçam vardı. "Rusça bilen var mı? " diye sordum. " yukarıda bıraktığımız askerlerden biri benim arkadaşım. Onun rusçasi baya iyi" dedi birisi. Olaylar öyle hızlı patlak vermişti ki, Tim olarak tanisacak zaman bulamamistik. Sadece ilk gün uçakta bir iki cümle sohbet etmiştik. O da klagib Günaydın , Merhaba tarzı cümlelerdi. Yukarı kata varınca, rusca bilen arkadaşıyla konuşup yardım istedi. Adamın ağzını bıraktım. Kıpkırmızı olmuştu. Rusça bilen askere " burası neresi ? " diye sormasini rica ettim. Kısa bir süre konuştular. Rusça bilen asker bize dönüp. " önce söylemedi , ama onu oldurecegimizi söyleyince konuştu. Doğru mu söylüyor emin değilim ama tahmin ettiğimiz gibi Rusyada degilmisiz. " şaşırdık. " peki neden her yerde rusca yazılar var? " dedi Albay. Asker tekrar adamla konuştu. "Bunu söyleyemem diyor" dedi. "Ne demek soyleyemiyor. Hemen söylesin yoksa söyleyebilecegi bir ağzı kalmayacak " dedim. Benim bagirmamdan olayı anlayan adam , askere bir şeyler söyledi. Konuşması bitince asker bize dönüp " burada bir proje yürütülüyormus. Bizden önce de buraya fransız bir timin getirildiğini söyledi. " kafamda olaylar sekillenmeye başlamıştı. Artık tek düşüncem , alabildiğimiz kadar bilgi ve dosya alıp burdan bir şekilde kaçmakti.
istek üzerine bir - iki part daha atıyorum beyler burada olduğunuzu belli edin.

Ama önce silahlarimizi almaliydik. Silahlarimizin nerde olduğunu sorsana dedim askere . Tekrar aralarında kısa bir konuşma geçti. "6. kata üstümüzden çıkanları koymuşlar. " dedi. Bu adamı da kafasına vurarak bayıltip, bizi ilk koydukları odaya goturduk. Kegib parmak hala cebimdeydi. Bizim silahtan daha çok işimize yariyordu.
Şimdi söyle bir planım var diyip Albaya döndüm. içimden geçenleri anlamışti. Devam et dercesine kafasını salladı. Artık özel bir harakat falan değildi. Bir ölüm kalım kavgasıydi artık içinde bulunduğumuz. Ve rutbenin bir önemi yoktu. " planimiz şudur. 6. Kata inip silahlarimizi ve saatlerimizi alacağız. Daha sonra aramızdan 2 kişi buraya geri gelip fransız askeri ve bizim askeri alacak. Bundan sonra... " bundan sonra artık binadan çıkmamız lazımdı. Ama kafamı kurcalayan bir konu vardı. Sözümü yarıda kestiğim için bana sordular. " bundan sonra? " . Burdan öylece çıkmak içime sinmiyordu ama bu kadar insanı tehlikeye atmak bencillik olurdu. Hepsi eğitimli birer asker olsa bile.
Bundan sonra da , yürütülen gizli projeyle ilgiki dokumanlari almaya çalışacağım. Eğer gönüllü olarak kalmak isteyen varsa kalabilir , yoksa sizi zorlayamam dedim. Herkes birbirine baktı. Gözlerimi kapattım. Birden " senleyiz" dedi herkes hep bir ağızdan. Sevinmistim. Ama sevincimi belli etmeden sadece " var olun " demekle yetindim.
Yine 2 posta halinde asansöre binmemiz lazımdı. Yine ilk aşağıya inen grup olarak 6. Kata indik. Biz inince asansör yukarı hareket etti. Biraz sonra timin geri kalanı da geldi. Hep beraber çok kalabalık oluyorduk. Ama ince ayrıntıları düşünecek kafa kalmamıştı. Lakin asker olmak demek en zor şartta dahi , en uç ihtimali öngörebilmek demek değil miydi? " iki gruba ayrılalım. Bütün odaları Tek tek kontrol edelim. Silahların olduğu odayı bulan taraf tekrar buraya gelsin. Karşılaştığınız kişileri kursunlamak yerine bayiltin. Daha az gürültü çıkar. " dedim. iki gruba ayrıldık
ilk girdiğimiz oda boştu. Bilgisayarlar ve Dosyalar vardı. Tam çıkacakken aklıma geldi. Hazır rusca bilen arkadaş yanımızdayken burdan bir kaç dosya almak lazımdı. Adını bile sormaya fırsatım olmadığı bu askeri sadece " hey" diyerek çağırdım. Yanıma geldi. "Şunlarda ne yazıyor bakar misin " dedim. 5-10 saniye kağıtları karıştırdı. " Sovyet Rusya ile ilgili bir şeyler yazıyor. Bir de bitirilemeyen deney diye bir sifreleme vardı". Sanırım bize gerekli olan en az bir iki cümle geçiyordur diye düşündüm. Dosyalardan bir iki tanesini alıp odadan çıktık. Katta çok fazla oda yoktu fakat çok temkinli olmamız gerektiği için yavaş ilerliyorduk.

Odadan çıkıp başka bir odaya geçiyorduk. Genelde odalar ya boş oluyordu , ya da çıkan kişiler de silahsiz oluyordu. Her şey iyi gidiyor gözüküyordu. Ve nihayet odanın birinde timin geri kalaniyla karşılaştık. Bakmadigimiz tek oda kalmıştı. Hep beraber odaya girdik. Silahlarimizin son girdiğimiz odada çıkmasına uzulsek mi , onları buldugumuza sevinsek mi bilemedik doğrusu. Hemen silahları aldık . Masada da kol saatleri vardı. Onları da kolumuza taktiktan sonra artık gidebilirdik. Üst katlardan sesler geliyordu. Ama biz çıkışa gideceğimiz için mutluyduk. O sırada içimizden biri o cümleyi söyledi. " Peki ya yukardakiler? " hepimiz tamamiyle onları unutmuştuk. Almamız gereken fransız askeri ve bizim askerimiz vardı. Yukardan gelen sesler bizi ürkütmuyor da değildi. Hep beraber yukarı cikamazdik da. Onları orda bırakmak belki de hepimiz için hayatımız boyunca duyacagimiz bir vicdan azabına sebep olacakti. Ama belki de cikarsak vicdan azabı duyacağımiz bir hayatımız olmayacaktı.
Şimdi herkes bana bakmaya başladı. Omuzlarımda kaldiramadigim bir yük hissettim.

Onları orada birakamazdik. Hiç olur muydu? Ya bana yapılsa bu. Bir insan evladını ölümün ellerine bırakmak bir insan evladına yakışır miydi? Onları ne pahasına olursa olsun ordan almaliydik. Ben önce davranıp asansorun yanına gittim. " eğer gelmek isteyen varsa gelebilir " dedim. 10 kişinin 10 u da bir adım öne atti. Şimdi anliyordum Albayin neden tim için bizleri sectigini. Ama bir tek... bir tek kendimi anlamıyordum. Belki de aralarında en düşük rütbeli bendim. Ben neden seçilmiştim?
Bunlar sadece kafamdan anlık geçen düşüncelerdi. Hızlı olmaliydik. Aralarından bir iki kişi seçtim. Asansöre en fazla 6 kisi sıkışabiliyorduk. Asansorun iki yandan kapısı kapanmadan hemen önce sanki bir fotoğraf görür gibi arkadan koşarak gelen bir adam gördüm. Yanlış mı gördüm diye sağa sola bakinirken, yanimdakiler de şaşkın bir şekilde birbirine bakıyordu. O sırada aşağıdan sadece bir el silah sesi geldi.
Paniğe kapılıp yanlış kararlar vermemeliydik. Asansör açılır açılmaz odaya doğru koştuk. Parmağı cebimden çıkarıp okuttum. içeri girdik. Hala her şey aynıydı. Herkes yerde yatiyordu. Fransız askerin durumu çok iyi değildi. içimizden biri onu sırtladı. Ben , bizim askeri uyandırmaya çalışıyordum. Adını sordum yanimdakilere. Taha dediler. Taha! TAHA! Çok bağırmistim. Sesimi alcaltip hafif hafif tokatlar atiyordum. Nihayet gözünü araladi. "Kalk hadi çabuk . Çıkmalıyız buradan" dedim. Yerinden doğruldu. Belinden tutup ayağa kaldırdım . O sırada belimde bir islaklik hissettim. Arkami döndüğümde , Bakmadigimiz adamlardan birinin benim dibimde olduğunu gördüm. Elimdeki silahı sanki bir muşta gibi adama salladım. Tekrar yere yığıldi. "Hadi çıkalım şuradan! " dedim. Kapıya yoneldigimde kimse hareket etmeden bana bakıyordu. Dikkatli baktığımda , bakışlarını belime odaklandigini gördüm. Belimde bir bıçak vardı...
Ne olursa olsun soğukkanlıliligimizi yitirmemeliydik. Şuan değil. Yarayla bereyle burdan çıkınca uğraşıriz dedim içimden. "Çabuk olmalıyız bakmayın öyle" dedim. Parmağı tekrar okuttum. Asansöre geldik. Ama bir sıkıntı vardı. Artık 6 değil 8 kisiydik. Sürekli bir paradoks gibi bununla uğraşmaktan sıkılmıştım. Artık yapacak bir şey yoktu. Hep beraber bindik asansöre. içimden asansör halatinin kopmamasi için dua ediyordum. Zorlandığı belliydi. Gicirdaya Gicirdaya aşşağı indi. 6. Kata geldigimizde , bizi bekleyen kimse yoktu. Asansör biz gidince de çalışmamışti. Demekki bu katta bir yerdelerdi. içimden asansör kapanırken koşan adam ve silah sesini geçirdim. Ama tek el silah sesi duyulmustu. Eğer bizimkilere sıkılsa mutlak olarak karşılık gelirdi. Demek ki iyiler diye dedm kendi kendime. O sırada ince ve sessiz bir ıslık sesi isitildi. Sonra sol tarafta odanın birinden biri el salladı. Oraya doğru gittik. Kapıyı açıp silahı içeri dogrulttugumuzda bizimkileri gördük. içeri girip kapıyı kapattık. Bir asker eliyle sus işareti yaparak fısıltıyla söze girdi. " Siz giderken bize doğru bir adam koştu. Adam da değil şeydi . Hani filmlerde olur ya... " başka bir asker
"Zombi mi?" Dedi.
"Evet evet o , tam zombi de değildi ama öyle davranıyordu. Silahla vurmak zorunda kaldık. Ama silah sesi üzerine o şeylerden birkaçı daha koridorlarda koşmaya başladı. "
Beyler çok yoğun istek gelirse devam ederim ama geceyi bu partla noktalamayi düşünüyorum. Rezler alındı zaten sabah trendden çıkmış olursa bile rez lerden bulun beyler.

Şimdi basimizda şuursuzca saldırgan insanlar , Kapasitesi yetersiz bir asansör ve 6 kat asagidaki çıkış kapısı vardı. Karşılaştığımız durumları sorgulamadan , sadece hayvani hayatta kalma dürtuleriyle hareket etmek geliyordu hepimizin içinden. Ama böyle yaparsak belki de kurtulamayacaktik. Önce şu etrafta koşturan insanların ne olduğunu cozmeliydik. Belgeleri çıkartıp okuması için rusca bilen askere uzattım. Tek tek sayfalara göz atti. Sonra " bahsi geçen olay şudur. Rusya Federasyonu , gizli bir çalışma başlattı (2028) . Sovyet Rusya zamanında yapılan deneyler incelendi ( uyku deneyi vb.). Tüm bulgular ışığında yeni bir proje ortaya çıkarıldı."dedi ve durdu. Biz oku anlamında yüzüne baktık. 2. Dosyayı açıp ordan devam etti. "Proje başarıya ulaştı ve test için fransız denekler kullanıldı. (2029) "hepimizin kanı donmustu.
"Deneklerin zihin kontrolleri sağlandı. Fakat uzun süre kontrole tabi tutulan deneklerin durumu ex" hepsi bukadardi. Tuylerimiz urpermisti.
Yapılması gereken şey belliydi. Yine 2 grup olup aşşağı ya inecektik. Aynı gruplar yine ayrıldı. Önce biz aşşağı indik. Sonra diğerlerinin gelmesini bekledik. Çıkış kapısı kilitliydi. Disarisi karanlikti. Bina kapanmisti. Demek ondan binada az kişi vardı. Peki o zihinleri başkalarının elinde olan insan zombiler? Peki ya doktor? Neden gecenin bir vakti deneylerinin yapıyordu. Kilide iki el ateş edip kirdik. Kapıyı açıp dışarıya çıktık. Binadan çıkmıştık. Oradan iyice uzaklasmaliydik. Yön tayini yapamadan ufla doğru yürüdük. Saatlerimizle de , birileriyle iletişim kurmaya çalıştık. Nihayet bizi buraya yollayan fransız askeriyesi sinyalimizi aldı. Konumumuzu belirtip helikopter istedik. En nihayetinde helikopter bizi aldı. Bunca kargaşada yaramı unutmuştum. O an hissetmedigim yaram şimdi derinden sizliyordu. Rhatladk dedk olcaklrdn hbrsz.
Beyler yeminle uyku tutmadı. Kegib kegib uyudum. Gelen yorumlara baktım. ilginiz alakaniz için teşekkür ederim. Yarım bırakmayacağım demiştim. Yapmam gereken tonla is var ama yazmaya başlıyorum. Haydi Bismillah.
• **
Hem ruhumuz hem bedenimiz bitkin düşmüştü. Helikopterdeyken hepimiz uyuduk. Belimde bıçakla rahat etmemin imkânı yoktu. Fransaya kadar uzun bir yol vardı. Bıçağı kendim çıkarmaya karar vermiştim. Ağzıma bir bez parçası alıp bıçağın sapini kavradim. Bir çekişte çıkardım. Yaşadığım acının tarifi yoktu. Bezi yaraya bastırdım. Bıçaktaki kanları kiyafetime sürüp temizledim. Bıçakta "made in france" yazıyordu.

Fransaya vardığımizda , bizi bir sağlık ekibi karşıladı. Önce dinlenmemiz için bizi kalacağımiz yere zütürdüler. Sonra benim yarama pansuman yapıldı. "Sanslisin. Önemli bir sinire denk gelmemiş." Dedi doktor. Teşekkür edip bizimkilerin yanına döndüm. Tekrar fransız askeriyesine gidecektik. Bana " istersen sen gelme  yaran var . Hem önemli şeyler söylemeyecegiz" dediler.
"Hayır!" Dedim. Benim söyleyeceklerim vardı.
Akşamüstü saat 5 gibi tekrar araçlara bindik. Askeriyeye doğru yol aldık. Yoldayken çıkarıp, bıçağın üstündeki yazıyı okudum. *MADE IN FRANCE*
Aldigimiz dosyalar daha yeniydi. Fransız deneklerden bahsediliyordu. O fransız askerleri ne için oraya gitmişti? Ben bunları düşünürken Askeriyeye varıldı. Hepimiz indik ve yürümeye başladık. Tekrar o seminer salonuna geldik. Bu sefer seminer falan yoktu. Bizi orda beklettiler. 5-10 dakika sonra tekrar fransız generaller geldi ve "canlı donebileceginizi dusunmemistik" dedi.
Burama kadar gelmiştik. Dosyaları alıp ayağa kalktım." Burda fransız deneklerden bahsediliyordu. " dedim. Birbirlerine baktılar. Konuşmalarına fırsat vermeden cebimdeki bıçağı çıkarıp " peki ya bu? MADE IN FRANCE * yazıyor" dedim.
Dosyalara bakmak istediler. Gidip uzattım.
"Askerlerimizin, görevi basarisizlikla sonlandirdigini biliyorduk. Lakin... "
Sözünü kestim : " Ihtiyaciniz olan bu dosyalardi. Fransiz tim bu yüzden yola çıktı. Sonra haber alinamayinca bizi bir pacavra gibi oraya attiniz. Nasıl olsa canimizin bir önemi yok. Maksat Türkiye de Rusyaya karşı savaşa girsin. 1. Dünya savaşında Almanların yaptığını yapmaya calistiniz dimi! "
Herkes şaşkınlıkla bana bakıyordu. Sesim fazla yükselmişti ama haksız da değildim. Bize karşı yapılan sorumsuzluklar ve bizi bile bile ölümün pençesine atmaları kabul edilebilir bir kabahat değildi. Eğer olsaydı ve orada ölseydim, kendi vatanım için bile değil, elin gavuru ülkemi savaşa sürüklesin diye ölecektim.
Bu sandığınızdan çok daha ciddi bir durum genç asker. Öfkenizi anlıyorum. Haklısınız. Fakat olacakların farkında değilsiniz. Bu elimde tuttuğum belgeler; Rusya Federasyonunun , sovyet rusya arşivlerini masaya döktüğü ve gizli yürütülmüş eski projeleri hayata geçirmeye çalıştığını gösteriyor. Ve okuduysanız , içinde zihin kontrolünden bahsediliyor. Orada olanları sizler gördünüz. Ortak çalışarak büyük bir felaketin önüne geçebiliriz. dedi Fransız General. Söyledikleri mantıklıydı. Ama ne olursa olsun bizi sadece ölmemiz için yollamışlardı. Kendi çabamızla hayatta kalmış, ve bilgiler almıştık. Şimdi neden bu çabamızın sonucunu onlarla paylaşalım ki?
Olabilecekleri düşünsenize bir. Eğer Rusya deneyleri tamamlar, geliştirir ve birer silah olarak kullanmaya başlarsa neler olacak? Belki de hiç bir nükleer silah bile onları durduramayacak. Almanya da karışıklıktan yararlanıp ve Rusyadan feyz alıp Nazi Almanyası zamanındaki deneyleri yürürlüğe koyabilir. Bu durumda mevzu bahis olan sadece sizin canınız değil, dünyanın kaderidir.
Başka çaremiz yoktu. Sonuna kadar haklı gözüküyorlardı. Elimizde deneyler hakkında sadece 2 adet dosya vardı. Rusların projesi şuan için bir çip yardımıyla beyin kontrolü sağlıyordu. Bunu geliştirip , bir frekans, bir sinyal halinde etrafa yayabilir, tek kurşun atmadan orduları, tek bir karışıklık yaratmadan hükümetleri dağıtabilirdi. Hem belki ellerinde sadece bu proje de yoktu. Sovyet Rusyadan kalma arşivlerde yarım kalan biyolojik ve nükleer silah araştırmaları da olabilirdi. Ve Rusya ilk adımı atmış. Fransız timi esir alıp deneylerde kullanmış, bizim de canımıza kast etmeye kalkmıştı. 1. Dünya Harbini başlatan da o sırp milliyetçisinin tek kurşunu değil miydi?
• **
Türkiyeye dönüş bizim için zor olacaktı. Artık eski evlerimize dönemeyecektik.
Türkiye son 10 yılda güzel bir ivme kazanmış, teknolojik anlamda kendini geliştirmişti. Nükleer santraller, laboratuvarlar inşa edilmişti. Türk ülkelerle çok sıkı bağlar kurumuştu. Muasır medeniyet seviyesi hedefi hala devam ediyordu. Fransadan ayrılmadan belgelerin birer kopyasını almıştık. Test merkezleri ve laboratuvar üslerimizde analinizi yaptırıp rapor hazırlayacaktık. Bize bu anlamda destek verecek ülkelerin başında önce Türk milletleri ve müslüman ülkeler vardı. Tarih boyunca olduğu gibi Avrupa hala bizimle gözü kapalı bir işe girmiyordu.

Bu partta genel durumdan bahsedip biraz da görmek istediğimiz bir Türkiye tablosu çizmeye çalıştım kafanızda. Eğer bunu bir kitap gibi düşünürsek ilk bölümü bitti. Ama ara vermeden yazmaya devam ediyorum beyler. Okuyanlar belli ederse okuduğunu memnun olurum.

Şehir merkezinden uzakta , gözden ırak bir laboratuvarda çalışmalarımızı sürdürüyorduk. O binadan kaçtığımız gün, 5 dakikalığına boynuna çip takılmış askerin beyin fonksiyonları üzerinde testler yapıyorduk. Irak sınırına giden timimiz, ve güvenilir 4-5 bilim adamı , araştırmacıyla beraber çalışıyorduk. Fransız asker, hala kendine gelememişti. Gizli bir hastanede yaralanma teşhisiyle komada yatıyordu. Türkiyeye dönüşümüzün ikinci sabahıydı.

Günaydın beyler dedim. Herkes kafasını sallayarak karşılık verdi. Çip takılmış askerin boynu, sinirleri inceleniyordu. Türkiye halkına panik olmaması için bir şey söylenmemekle birlikte, olası bir saldırı durumuna karşı hazır olunması söylenmişti. Oysa olacaklar az, çok kestiriliyordu. Rusya, gizli projesinin artık öğrenildiğini biliyor ve hiç çekinmeksizin açıktan devam ediyordu. Yönünü Azerbaycan tarafına çevirdiği haberi gelmişti bize. ilk hedef mutlak olarak ortadoğu , hatta Türkiye idi. Türkiye , Ortadoğuyla avrupa arasındaki bir duvar gibiydi.
Peki NATO, operasyon için kuvvetli bir ekip oluşturup, sıcak savaş başlatamaz mıydı? Şu durumda 10 kişilik bir ekip de, bir ordu da aynı güçteydi. Çünkü karşı taraf ateşli silahlarla savaşmıyordu.
Bu yüzden gizli operasyonlarla, dikkat çekmeden ve az kişiyle olay gözetleniyor, bilgi alınıyordu. 2 günlük çalışmamızın sonucunda, çiplerin sinirler yardımıyla beyne ulaştığı, ve bilinç mekanizmasını devre dışı bıraktığını öğrendik. Uzaktan kontrol etmeye yarıyordu. Tıpkı uzaktan kumandalı bir araba gibi. insanları, şuursuz birer zombiye dönüştüren bu proje, sahibine sonsuz bir üstünlük sağlayabilirdi.
3. gün ise çiplerin sadece uzaktan kontrol edilmediğini, programlandığını keşfettik. Bizim askere takılan çip programlı bir çipti. Sadece saldırganlığa programlanmıştı.

Azerbaycan bize raporunda ; rusyanın , 2027 yapımı Azerbaycan hava üssüne saldırdığını belirtti. Üs sınıra yakın ve merkezden uzakta. 4 tim , 48 kişi olarak sessiz bir operasyon yapacaktık. Artık olağan üstü hal devrede olduğu için , gizli operasyonlarda rütbe değil tecrübe ön plandaydı. Bizim ekip daha önce böyle bir operasyona katıldığı için daha kıdemliydik. Şuan için beyin takımıydık. 4 Türk hayalet uçağı olarak havalandık ve bölgeye doğru yol aldık. Artık sanki insan değildik. Yüereklerimiz katılaşmıştı. Annem, arkadaşlarım hiçbirini düşünebilecek halde değildim. Tek hayatımız Araştır, git , yok et di artık.

Önce üssü yukardan gözetledik. Daha sonra pilotlar , uçakları üssün 3 km uzağına indirdi ve orda beklemeye başladı. Timlerimiz artık daha organizeydi. Keskin nişancımız, bombacımız vardı. Herkes branşına uygun harket ediyor, operasyonlar tıkır tıkır işliyordu. Yaptığımız çalışmalar bize bilgi katmıştı lakin hala elimizde somut yardımcılar yoktu. Bulduğumuz her çip takılmış insanı öldürmek zorunda kalıyorduk.
Üsse doğru ilerlemeye başladık. Operasyon başlıyordu.

Sessizlik içinde ilerliyorduk. Üsse yaklaşınca 4 kola ayrıldık. Ellerimiz tetikte, gözümüz üsteydi. Artık 10-15 adım kalmıştı. En soldaki timden birileri eliyle dur işareti yaptı. Sonra saatine fısıltıyla bi ses gel geliyor dedi. Hepimiz saatlerimizden duymuştuk. Sağdaki timlere işaret ettik. Onlar sağımızı korurken , biz sola yöneldik. Ses üssün içinden geliyordu. Telle çevrili üsteki sessizliği tok bir ses bozuyordu. Telleri keski yardımıyla keserek geçilebilecek büyüklükte bir delik açtık. Tek tek delikten içeri girdik. Sağdaki timlerde sağ taraftan kegib açarak içeri girdiler. Ses duvarın arkasından geliyordu. Önce üssün dışını kontrol edip öyle içeri girecektik. Her timden 1 er keskin nişancı, silahlarıyla beraber görüş açısı iyi olan yerlere mevzilendi. Hava üssü olduğu için büyük bir üsdü. Pisti zaten upuzun bir şekilde gözüküyordu ama içerisi dolambaçlı olacağı için işimiz zordu. Neyse ki sayımız fazlaydı. Dışarıyı 3 erli gruplar halinde kontrol edecektik. Ben ve yanımdaki iki kişiyle beraber uzaklaştık. Duvarların arkasına , çukurlara bakıyorduk. Biz gelmeden önce buraya füzeyle saldırılmıştı. Yerde göçükler, binada hasarlar vardı. Hasarından dolayı ne yapısı olduğu belli olmayan, klube şeklinde bir enkazı kontrol edecektik. Kapıyı açtım. Pis bir koku vardı içerde. Tavanının yarısı olmamasına rağmen koku dağılmamıştı. Tam boş diye çıkacakken bir tıkırtı işittik.

Ses yıkıntının içinden geliyordu. Tekrar dönüp yıkıntıya 1-2 tekme attık. Ses kesilmişti. Tam arkamı döndüğüm sırada bir gürültü koptu.
-Elimi tuttu! Elimi yakaladı!
dedi yusuf. Enkazın içinden bir el gözüküyor ve sıkı sıkı yusufun elini tutuyordu. Hemen bıçağımı çıkartıp enkazdan çıkan ele sapladım. Elden kan süzüldü ama bırakmadı. En son olarak silahımı çıkartıp enkazı taradım. El yavaşça Yusufun elini bıraktı. Yusufun elini sıkarken tırnaklarını geçirmiş ve biraz kanatmıştı. iki elin kanı birbirine karışmıştı. Yusuf kanı üzerine sürüp Devam edelim dedi. Ben merak etmiştim. Enkazın üstündeki taşları kenara fırlattım. Altında bir adam vardı. Azeri bir asker değildi. Üniformasından anlaşılıyordu. Ama bir şey farkettim. Gözlerinde leke vardı lakin çip takılı değildi. Kafam karışmıştı. Yolumuza devam ettik. Sesi duymuş olacakki, bizim timin nişancısı Ahmet saatten Ne oldu? diye sordu.
Sıkıntı yok hallettik. Ortalık ne durumda ? dedim.
Dışarısı kontrol edildi. içeri girmek için sizi bekliyorlar dedi Ahmet.
Herkesin ayrıldığı noktaya geldik. Herkes ordaydı. Dışarısı temizdi. Demekki bütün uğursuzluklar içerde olacaktı. Sırayla binadan içeri girdik.

Düşündüğümüz gibi binanın içi karışıktı. Yine ayrılıp aramamız gerekiyordu. Binaya girmeden önce duyduğumuz ses kesilmişti. Sesin geldiği odanın kapısı kapalıydı. Tekrar gruplara ayrıldık. Bu sefer 6 şarlı 8 grup olduk. Artık arama yapmaya iyice alışmıştık. Üzerimizde sadece sessizliğin verdiği stres vardı. Bina içi sanki alışveriş merkezi gibiydi. Odalar yerine boşluklar daha fazlaydı. Keskin nişancılar, binanın sadece belirli yerlerini görebiliyordu. ilk önce sesin geldiği tarafa bakmaya karar verdik. Kapısı kapalı bir bölme vardı. Kapı kilitliydi. Tabancamın susturucusunu takıp kilite ateşledim. Kilit artık bir engel değildi. Yavaşça kapıyı araladım. içeride 3 ceset vardı. Bir cesedin kafası , darbeden dolayı neredeyse delinmişti. Hemen dibinde yattığı duvar, kırmızıya boyanmıştı. Yalnız sanki ceset hareket ediyordu. Evet! bu bir azerbaycan askeriydi. Hemen yanına koştuk.
Kardeş! Kardeş uyan! dedim.
Tepki vermeden homurdanıyordu. Gözlerini araladı. Hemen ondan uzaklaştım. Gözünde o lekeden vardı. Ama nasıl olurdu? Kim , neden onu çiplemişti. Boynuna baktığımda onda da çip yoktu. Şu ana kadarki bütün çalışmalarımız sanki boşunaydı. Yoksa çipsiz kontrol yolunu bulmuşlar mıydı?
Geldiğimizde bölme kilitliydi. Peki onu kim dönüştürmüştü. Kafamdan bunlar geçerken, o ayağa kalktı ve kafasını sertçe duvara vurdu. Artık bitmişti. Bu hareketi, duvardaki kan lekelerini açıklıyordu.

Bu manzarayı gören yusuf :
Ben , ben iyi hissetmiyorum. Biraz dışarda oturacağım dedi. Hepimiz şaşırdık. Bir askeri kan tutmazdı. Daha önce kim bilir ne manzaralar karşısında kalmıştı.Şimdi böyle yapmasını biraz garipsesekte, rengi solmuştu.
Tamam sen git. Zaten biz hallederiz dedi bir asker. Yusuf yavaş yavaş dışarı çıktı ve binaya dayanarak oturdu. Biz aramaya devam etmeliydik.
Daha üst katlar vardı. Her girdiğimiz odada gözleri lekeli ve bilinçsiz insanlara rastlıyorduk. Merakımız iyice artmıştı. Ara sıra yabancı askerlere rastlıyorduk. Ama neden Azeri askerlerin de bilincinin olmadığını anlayamıyorduk. Hiç normal insana rastlamadık. Bulduğumuz bilinci kapalı olanları da öldürüyorduk. Yalnız aralarından birini alıp, inceletmek aklımıza geldi. Herkes aynı vaziyette olduğu için kısa sürede her yeri aradık. Anlaşılan yaşanan çatışmanın kazananı olmamıştı. iki tarafın da bütün askerleri artık ölüydü. Kafamızda yaşananları canlandırmaya çalışıyorduk. Uçaklar geldi, füzeler, askerler karaya indi, çatışma oldu ya sonrası? Sonrası yoktu. iki tarafın da çiplenmiş gibi davranması açıklanamıyordu. Her yeri kontrol ettik ve canlı kimseyi bulamadık. Geri dönüyorduk. Dışarı çıktığımızda Yusuf oturduğu yerde değildi.

Dönmemiz lazımdı. Zaman geçiyordu. Az sonra bizim gibi burayı kontrole gelen rus uçaklarını görmek istemezdik. Ama arkada adam bırakmak istemiyorduk. Yanımıza incelemek üzere aldığımız Azeri askeri uçağa zütürmelerini söyledim. Yanıma bizim keskin nişancı ahmeti çağırdım. Kısa zamanda sıkı birer dost olmuştuk üçümüz. Ben Ahmet ve yusuf. Ahmet yanıma geldi.
Ahmet Yusufu gördün mü? dedim.
Hayır valla abi. Ben dürbünle içeriye baktım hep. Bizim Salih dışarıyı gözlüyordu. ona soralım
Saatime Salih . Yusufu görmüş müydün? dedim. 2-3 sn sonra
Hayır. Hayır yusufu değil de , dışarda koşan birini görmüştüm. Ses olmasın diye müdahale etmedim ama eminim Yusuf değildi dedi.
Peki ne tarafa gitti? dedim
Pist tarafına koştu dedi.
Pist tarafına doğru yöneldik. Vahşi bir hayvanın yemek yeme sesine benzer sesler geliyordu ilerlerden. Pistin yanında ufak bir yokuş vardı. Bir adam, arkası dönük şekilde bir şeylerle uğraşıyordu. Silahlarımızı elimize aldık.
HEY dedi ahmet.
Adam durdu. Arkasını döndü. ikimizde dehşete kapılmıştık. Bu yusuftu. Ama artık ona yusuf demeye bin şahit istenirdi. Kendi elini kemirmiş, yüzünden parçalar koparmış, kendine zarar vermişti.
Yusuf. Kardeşim. Ne yapıyorsun dur dedim. Aramızda 20 adım kadar vardı. Birden üzerimize koşmaya başladı. Ahmetle birbirimize baktık. Anlamıştık. O anlık ve zor olan kararı vererek ikimizde üstüne ateş ettik. Kafasından ve karnından vuruldu. Yere düştü ve son anını yaşarken, hala öfkesi dinmemiş biçimde bize bakıyordu.
Gözlerimden süzülen yaşları belli etmemeye çalışarak Ahmete baktım. Onun da gözü yaşlıydı. Kardeşimiz dediğimiz adamı kendi ellerimizle vurmuştuk. Kafamda olaylar oturdu. Neden bütün askerlerin öldüğünü, neden Yusufun dönüştüğünü anlamıştık. Çiple kontrol edilmiyorlardı. Yusufun elindeki kanla, hasta askerin kanı temas ettiği için, yusuf da hastalanmıştı. Demekki kan yoluyla yayılan bir virüsü, filmlerdeki o virüsü, zombi virüsünü de bulmuşlardı. Çiple aynı mantıkla çalışıyordu. Beyne ulaşıp bilinç mekanizmasını etkisiz kılıyordu. Neden bütün askerlerin öldüğü de şimdi anlaşılabiliyordu. Şimdi zihin kontrolünden daha sıkıntılı bir şey vardı. Kontröl edilmesi imkansız bir bulaşıcı hastalık.

Yusufun cesedini de alıp uçaklara yöneldik. Diğerleri yusufun cesedini görünce meraklı meraklı bize baktılar. Ama kimse bir şey sormaya cesaret edemedi. Bizim de konuşacak halimiz yoktu zaten.

Laboratuvara dönünce , bizimkiler incelemek üzere Azeri askeri aldılar.
"Yusufu da incelesek, ona neler olduğunu öğrensek iyi olabilir galiba Sinan" dedi bir asker.
Yapılması gereken buydu. Ama bazen mantıklı olan zor geliyordu insanoğluna. Duygularımı bastirip, Yusufun cansız bedenini Laboratuvara getirdim. Doktorlar önce azeri askeri otopsi için aldı. Çok sürmedi. 1 saate yakın süre sonra da Yusufu içeri aldılar. Ahmetle beraber dışarı çıktık. Şu hengamede kurduğum sağlam bir dostu kaybetmistim. Şimdi içerde onu deşiyorlardi. Üstelik hayatına son veren, vermek zorunda kalan bizdik. Ama o artık eski o değildi. Bilinci yoktu. Kafamı kurcalayan sorular arasında Ahmet bana bir sigara uzattı. Hayatı boyunca sigara içmeyen ben, uzattığı dalı aldım. Beraber yaktik. Otopsiden sonra yusufu toprağa verecektik.

Yusuf çıkınca, hep beraber onu gomebilecegimiz bir yere goturduk. Laboratuvarin yanında küçük bir tepe vardı. Yusufu o tepenin arkasına gomduk. Basında fatihamizi okuduktan sonra geri dönmeye başladık. Ne bir cenaze namazı , ne de doğru düzgün bir mezarı olmuştu. insan ömrünün kısaligini vurgulamak için şöyle derlerdi.
"Doğduğumuzda kulagimiza ezan okunur ama namazı olmaz. Öldugumuzde namaz kılınır ama ezanı olmaz. işte dogunca okunan ezan, ölünce kılınacak namaz içindir". Yusuf a okunan ezanın namazı olmamıştı.
Herkes dönmeye başlayınca Ahmet de kolumdan tuttu ve " Hadi gitmemiz lazım " dedi. Gitmeden önce mezarı bulmak için yerde buldugum bir sopayı, mezarın yanına sapladim. Laboratuvara döndüğümuzde, otopsi sonuçlarına bakılıyordu. Alınan kan örnekleri inceleniyor, çıkan bulgulara rapor tutuluyordu. Doktorlardan biri bana seslendi.
"Sinan çabuk yanıma gelin! "

Hemen doktorun yanına koştuk. Makinada kan örneklerini incelemişti. Direkt söze başladı. ‘’iki cesetten aldığımız kan örneğinde de benzer bir bulguya rastladık.ilk başta ne olduğunu kestiremesekte, daha derin incelemeler sonucunda bir teşhis koyabildik. Daha önceki çiplere benzer fakat nanobot büyüklüğünde cihazlar keşfettik. Bu nanobotlar kumanda edilebilir olduğu için herhangi bir kontrolsüzlük yaşanmadan bir silah olarak kullanılabiliyor. Vücuda girdiği anda, kan dolaşımıyla her yeri sarıyor, hızlı bir şekilde beyne ilerliyor ve zihin kontrölü sağlıyor. Fakat bu nanobotlar, kumanda edilmedikleri için insan bedeni, şuuru kapalı bir beyin tarafından hüküm altında kalmış ve rastgele hareketler segilemiş.’’ Zihin kontrol deneyini bir adım ileriye taşıyan ruslar, iyice avantajlı konuma geçmişti. Herhangi bir virüs kullanılmadığı için tedavi gibi bir imkan yoktu. Çünkü aslında ortalıkta bir hastalık yoktu. Beyinlere hükmedip, bedeni bir makine gibi çalıştırıyorlardı. Hızlı bir biçimde rapor hazırladık ve istihbarata ulaştırdık. Gelecek emri bekliyorduk.

Öğleden sonra 4 ü bulmuştu saat. Hepimiz açtık. Yine dışarıya beraber büyük bir sofra kurduk. Aralıksız çalışmalar sürdüğü gibi sürekli operasyonlara gidiyorduk. Yiyecek içecek malzeme teminatımız günlük olarak karşılanıyordu. Tesiste nüfusumuz 100 civarıydı artık. Bunların 35 i araştırmacı ve bilim adamları, 65 i de askerden oluşuyordu. 5 adet tim ve 5 adet yedek asker bulunuyordu. Her operasyonda 5 kişi tesiste kalıp dinleniyordu. Özel bir durum olmadıkça , her timden birer asker kalıyordu. Ülkede bizim gibi farklı noktalara konuşlandırılmış tesisler vardı. Halk uyarılmış, alarm durumuna geçilmişti. Fırtına öncesi sessizliği yaşıyor gibiydik. Büyük bir alevi başlatacak sadece tek bir kıvılcım bekleniyor gibiydi. Ülkeler arasında gizli anlaşmalar dönmeye başlamıştı bile. Saflar ayrılıyordu.
‘’Haydi artık yav, başlayalım yemeğe. Heey! içerdekilere seslensenize’’
‘’Geldik geldik!. Salataları hazırladık.’’
‘’Of be ne yerim var ya öğlen öğlen’’

Düzene alışmıştık artık. Ailemiz arkadaşlarımız artık geride kalmıştı. Bütün ailemiz burası olmuştu. Hem halkın da yasaklardan dolayı rahat bir yaşam sürdürmediğini biliyorduk. Öğle yemeğimizi yedikten sonra, çaylar içildi. Herkes yavaş yavaş işinin başına dönüyordu. Gökyüzünde, 5 adet Türk savaş uçağı gözüktü.
Uçaklar tesisin pistine yanaştı ve teker teker iniş yaptılar. Pilotlar uçaklardan indi ve yanımıza geldiler. içlerinden sözcü olarak seçtikleri söze başladı.
‘’Evet beyler, bayanlar. Dün gece saat 1 sularında, Azerbaycan artık bize daha fazla destek vermeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine bölgeyle olan bütün temasımız kesilmiştir. Üstelik Türk, ve Nato sunucularına yoğun bir siber saldırıdan şüphelendiğimiz üzere iletişim ağımız kesilmiştir.’’
Koskoca Türkiye ve Nato , nasıl olur da bir siber saldırı yüzünden iletişimini kaybeder. Bizim en büyük destekçimiz Azerbaycan  kardeşimiz nasıl olur da bizi yalnız bırakırdı. Tüm bu aksilikler üst üste binmiş ve şartlar aleyhimize işliyordu.
‘’Size emredilen, ikinci bir emre kadar buradan ayrılmamanız. Amerika, Fransa ve birleşik krallık şartların bu şekilde devam etmesi üzerine Müdahalede bulunulcağını, hatta nükleer ve biyolojik silahlara başvurulcağını bildirdi.’’
2025 yılından beri nükleer silaha sahip olan Türkiye, kullanma hakkını elinde bulundurmuyordu. Hızlı gelişim gösterse dahi çabaları bastırılmaya çalışılıyordu. Pilotları o gün misafir ettik. O gece sabaha kadar düşündüm. Bu olaylar hakkında teorilerim vardı.

Buraya bir es verelim beyler. Başlık trendden düşeli 1 günü geçmesine rağmen hala sabırla takip eden arkadaşlar var. Var olun.  Fakat bazılarınız sadede gel bitir , bazılarınız süsle, bazılarınız konuya gir diyor. Tabiiki kendi kafamda belirlediğim şemaya uygun yazıyorum ama sizlerin görüşleri de önemli. Hala sabırla okuyanlar düşüncelerini belirte bilir mi. Gören herkesin yazmasını rica ediyorum. Beyler partların aşırı geç ve yavaş geldiğini biliyorum ama gerçekten çok yoğun bir dönemdeyim. Uyku düzenim bile şaştı. Şu sıkıntılar bir geçsin, 2-3 hikaye birden götürürüm ama şuan için affınıza sığınıyorum. Evet beyler, yüklenin yorumlara, gidişat nasıl olsun?
Bir türlü uyku tutmamisti. Sabaha kadar kafamda teoriler one sürdüm.
"Belki de şey olmuştur.  Yok yok öyle olsaydı suan böyle olurdu. "
Ne kadar düşünsem suan için gerçeği ogrenemeyecektik. Bunlarla beraber sabah oldu.  Delikli bir uyku gecirmistim ve biraz yorgun kalkmıştım. Ama nasıl olsa bir yere gitmeyecektik,  toparlardim. Bu süreç içerisinde ben de araştırmalara ağırlık vermek istiyordum. Elim kolum bağlı oturmak beni rahatsız ediyordu. Sabah olunca yatagimdan kalktım ve yatağımi duzelttim. 3 erli 4 erli odalarda kalıyorduk. Tesisteki 100 kişi  can ciğer olmasa da tanismisti artık. Odamdaki kimse uyanmamisti ama eminim tesiste uyanık kişiler vardı.
" Günaydın herkese " dedim.
Hep bir ağızdan " Günaydın" diye karşılık verdiler. Kahvaltı hazırlanmasına yardım ettim. Yeni yeni kalkanlar da gelip yardım ediyor,  işin bir ucundan tutuyordu. Sofra hazır olunca diğer uyuyanlari da uyandırdık. Normalde belli  bir kalkiş saatimiz vardı ama artık ikinci bir emre kadar sadece burada bekleyecektik. O yüzden çok geç olmamak kaidesiyle istediğimiz vakit kalkacaktik. Kahvaltıdan sonra ortalık toparlaninca araştırmacilar işine döndü. Askerlerden bazıları odasına çekilirken bazıları dışarı oturdu. Benim gibi gece düşünmüş olacakki 2-3 asker daha araştırmalara yardım etmek istiyordu.
Üzerinde araştırma yapılan Projeler;  eski  çip projesi,  sinir sistemini sekteye uğratan frekans ve başımıza yeni çıkan nanobotlardi. Bu nanobotlar Sovyet Rusya zamanından kalmış olamazdı. Sürekli üzerine koyuyorlardi. Bütün projelerin birer kopyası yapılmaya çalışılıyordu. Sistemlerini anlamak için önce araştırılmaliydi. Çipler konusunda baya ilerlemistik ama bizim için yeni olan nanobotlardi.

"Kolay gelsin Cüneyt abi. Elimiz kolumuz bağlı oturmak istemedik. Bir parça yardimimiz dokunsun bizim de ". Dedim
"Iyi ettiniz çocuklar. Vallahi gavurun tohumları neler yapmış gelin bakın isterim. " dedi Cüneyt abi. Cüneyt abi aramızda en yaşlı ve deneyimli kisiydi. Ona abi diyorduk, çünkü amca denemeyecek kadar genç ruhluydu. işini daima severek yapıyor, diğer araştırmacilara da önderlik ediyordu.
"Benim suan için yardıma gereksinimim yok ama irem Hanımın işi biraz fazla. Ona yardım ederseniz rahat eder biraz kızcagiz." Dedi. Cüneyt abiyle tanistigimdan beri ona karşı içimde büyük bir güven vardı. Kendisini babam yerine koyuyordum. Herkes ona saygida kusur etmemek için büyük çaba harcıyordu.
" Peki Cüneyt abi kolay gelsin sana o halde " dedikten sonra yanından ayrıldık. irem Hanım'ın yanına gittik. O kadar yogundu ki geldigimizi gormedi bile. Bilgisayarda ha bire bir şeylerle uğraşıyordu. Yaptığı iş bize çok karmaşık geliyordu. Yarim yamalak bilgimle az çok yaptığı işi anladım. Araştırmanın biten adımlarıni raporluyor,  çiplerin kod haritasını çıkarıyordu. Kendisi bizim yaslarimizda,  o da henüz genç bir yetenekti. Evet yetenekti çünkü okuduğu bölümlerden en yüksek derecelerle mezun olmuş,  kısa zamanda pek çok tecrübe edinmiş biriydi.

"Kolay gelsin irem Hanim" dedi içimizden bir asker. Cümlenin son kelimesini de tamamlayip başını hafifçe bize çevirdi.
"Saolun" dedi. Yaşına göre oldukça olgun davranıyordu. Burdaki herkes asker, bilim adamiydi . Herkes ağır basliydi ama bazen onun yanında kendimizi çocuksu hissettigimiz de olurdu.
"Bizi Cüneyt abi yolladı. Yardım etmek istiyoruz da, sizin de işinizin fazla olduğunu söyledi" diyerek öne atıldım.
"Doğru söylemiş. Raporları temize geçiyordum." Dedi. "Yalnız bir işe 5 kişi fazla. Benim gibi raporları hazırlayan 5-6 kişi daha var. Orda Irmak Hanim ve Alper Bey'in de işi başından aşkın. Bir kaciniz da oralara yardıma gidin. Hem size soylememis ama Cüneyt abinin işi bizden fazla" dedi irem Hanim.
 Ah Cüneyt Abi Ah. Ne Muhterem adamsin sen.
"Peki kolay gelsin. Ben Alperin yanına gidiyim" dedim.
irem Hanim bilgisayara döndü ve sakin bir ses tonuyla " Alper Beye yardıma gittiler çoktan. Eğer yardım etmek istiyorsaniz şu yazıları temize çekebilirsiniz" dedi irem hanim. Etrafıma baktığımda 4 asker de yardıma gitmiş ve sadece irem Hanımın yani boştu. Gösterdiği  raporu alıp oturdum.

Once rapora göz geçirdim. Up uzun bir yazıdan ibaretti. Yazı başlıklarına baktığımda, bu raporun sadece   bir proje araştırma çalışmalari sırasında elde edilen bulguların belki de % 5 i kadarını oluşturduğunu farkettim. Arastirmacilarin el yazılariyla yazılmış bu kağıtları yazmak  benim için günde 5 operasyona çıkmaktan daha yorucu gözüküyordu.
"Kitabinizi bitirdiyseniz yazmaya baslayabilirsiniz Sinan Bey" dedi irem Hanim. O an kağıda dalıp gittiğimi farkettim. işini çok büyük bir ciddiyetle yapan bu kadın benim dalgınligima biraz sinirlenmisti. Sesimi cikarmadim sonuçta destek olmaya gelmiştik. Köstek olmaya değil. irem Hanim  bana cekmecesinden çıkardığı bir diz üstü bilgisayarı uzattı.
"Yazdıklarınızı basliklandirip şu klasorde toplayın lütfen " dedi ve tekrar işine döndü.
Yazmaya başladım. Sıkılsam da , teknoloji ve bilime olan ilgim zamanla keyif almamı sağladı. Şimdi gerçekten kitap okuyor gibiydim.
"Üst düzey titizlikle tasarlanmış bu nano teknoloji havaya serpildigi taktirde solunum yoluyla dahi vücuda girebilir. Vücut tarafından patojen olarak algılansa da bağışıklık sistemi, inorganik bir makinaya karşılık veremez"
Dur durak bilmeden yazmıştım. Karşı karşıya kaldığımız tehlikeyi öğrenmek bana zevk veriyordu.

"Evet arkadaşlar biraz  mola verelim. " sesiyle yazmayı bıraktım. insanlar ellerindeki işi bırakıp dışarı çıkıyordu. Çoğu kişi birer sigara yakıp dışarda sohbete başladı. Benim de gözlerim yorulmuş olacak ki uzaklar biraz puslu gözukuyordu. Yerimden kalktım ve söyle bir gerindikten sonra etrafima bakindim. Hemen hemen kimse kalmamıştı. Ben de ağır ağır dışarı çıktım. Bacaklarim oturduğum yerde uyusmustu. E tabi alışkın değildim uzun süre hareketsiz oturmaya. Dışarı çıkıp Ahmet'i buldum. Beraber dışarda bir köşeye oturduk.
"Kendimi sanki emekli hayatı yaşıyor gibi hissediyorum be Ahmet. " dedim.
"Yapma oğlum. ilk günden mi ? Bırak dinlen işte azcık. Ne merakliymissin oraya buraya koşturmaya" dedi Ahmet.
"Bilmiyorum oğlum. Elimiz kolumuz bağlı oturmusuz burda. Neler oluyor neler bitiyor bilmiyoruz. Hatta önceden de bilmiyormusuz. Bugün incelenen projelerin raporlarıni temize çekmeye yardım ettim. Neler var bir bilsen." Dedim.
Ahmet "yaa" demekle yetindi. Pek ilgi alanına girmeyen konulardi bunlar.
"Sen ne yaptın bütün gün? " dedim.
"Ne yapacağım? Yattım dinlendim. Açıkçası sonralarda bende sıkıldım. Sonra çıkardım kitap okudum"
insanlar yavaştan içeri girmeye başlamıştı.
"Hadi ben geri gidiyorum. istersen sende gel" dedim.
"Aman yok istemez. Kendi kendime icat çıkaramam vallaha. Biraz daha kitap okurum odamda ben. Hadi kolay gelsin. "

Böylece günler günleri kovaladı ve tam bir hafta boyunca her gün çalışmalara yardım ettim. Bunu hem boş durmamak için yapıyordum hem de merak ettiğim için. Raporlarda yazan bilgiler okullardaki gibi kuru bilgi değildi. Hem ilgi çekici hem de ise yarar bilgilerdi. Karşı karşıya olduğum bir silahı öğreniyordum. Hem asker kafasıyla düşünüp , içeriğini öğrendiğim bu silaha karşı nasıl mücadele edeceğimizi tasarliyordum. Hem de karşı silah üreterek şartları denkleyebilecegimizi düşünüyordum.
Akşam yemeklerinden sonra 4-5 kişi olarak yürüyüşe çıkıyor,  etraftaki tepeleri geziyorduk. Bir yandan da formumuzu kaybetmemek için koşular da yapıyorduk. Her an hazirda olmalıydık.  Bu bekleme süreci moralimi bozmaya başlıyordu. Bir haftaya yakındır haber alamiyorduk. Yalnız ara sıra uçaklar bize erzak getiriyordu. 1 haftadır acaba neler olmuştu. Azerbaycan kararında kesin miydi?  Siber saldırıya karşı konulabilmis miydi? Fransa , Birleşik Krallık ve Amerika neyi bekliyordu?
Ve nihayet 1 haftadır yolunu gozledigimiz Türk uçakları tekrardan ufukta belirdi. Tekrar aynı yere indi ve yanınıza geldiler. Bu sefer farklı pilotlardi.
Pilotları karşıladık ve dışardaki çardaklardan birine yönlendirdik. Demekki gelişmeler vardı.
"Tahmin ettiğiniz üzere haber getirdik. isterseniz yemekten sonra anlatalım" dedi pilotun biri. Zaten yemek zamanı da yaklaşmıştı. Tekrardan sofra kuruldu. Yemek esnasında her zamanki sohbetler edildi. Herkes gelen haberleri merak ettiği için sürekli pilotlara bakıyorlardi. Pilotlarin sa yorulduklari yüzlerinden okunuyordu. O yüzden kimse şimdilik bir şey sormuyordu. Yemekten sonra sigaralar,  çaylar , sodalar icildikten sonra cardaklara geçildi.

Pilotlar biraz daha dinlenmiş gözüküyorlardi. içlerinden birisi söze başladı.
"Bizden önce meslektaslarimiz size en son gerekli bilgileri vermişti. Tahmin edeceğiniz üzere size bilgileri hala biz aracılığıyla gonderdikleri için,  iletişim ve donanım sıkıntıları giderilemedi. Ama gelişmeler yaşandı. Müttefikimiz olan Azerbaycan bildiğiniz üzere daha fazla bize destek vermeyeceğini söyledi. Şimdi ise aldığımız bilgiler göre Rusya'nın safına geçmiş. Ayrıca Kazakistan ve Moğolistan da Rusya lehine hareket etmeye başladı. Eger boyle devam ederse sinırları genişleyen bir ittifakin arasında kalacağız." Diyerek sözlerini bitirdi. Kısa süreli bir söylenme durumu oldu. Herkes birbirine "nasıl olur" tarzında şeyler söylüyordu. Başka bir pilotun tekrar söze girmesi üzerine sessizlik sağlandı.
"Yarın araştırmacılar ve doktorlar bizimle beraber gelecek. Türkiye'nin her yanındaki kamplardan toplanacak araştırmacilarla birlikte bir seminere girecekler. Rusların silahına karşılık yapılması gerekenler söylenecek ve 1 aylık bir plan verilecek. Bu ülkeler durduk yere saf değiştirmiyor. Suphelendigimiz noktalar var. " dedi.
Sonrasında , yatmadan önce doktorlar,  yarın için yanlarına alacakları üç beş parça eşyalarını hazırladılar. Bunlar hazırladıkları raporlar,  ve orda söylenecekleri not almak için bilgisayarlardi.

Ertesi sabah kamp sanki bosaltilmis gibiydi. Tesisin çoğunluğunu askerlerin olusturmasina rağmen,  tesiste en fazla çalışan araştırmacılar olduğu için , en çok görünenlerde onlardi. Şimdi onlar gidince yerleri boş kalmış, askerlerin bazıları odasından çıkmıyor , bazıları dışarda dolaşıyordu. Acaba biz operasyona gidince de onlar da burayı boş hissediyor muydu? Beynimi meşgul edecek şeyler ariyordum. Bizimkilerle sözleşip akşam üstü gibi yürüyüş yapmaya karar verdik. Ama daha akşamüstüne vardı. Ayaklarım beni nedensizce araştırmalarin yapildigi yere götürdü. Burası bomboştu. ilk defa burayı boş gördüm. içeri girdim. Deneylerin yapıldığı laboratuvara girdim. Kapalı,  fırın gibi bir şeyin içinde numaralandırılmış tüpler vardı. Tüplerin içinde sıvılar vardı. Tüplerin ağzı kapaliydi. Fırın gibi şeyin üstünde cam bir fanus şeklinde kapak vardı. Kapağı kaldırdım ve sıvıları inceledim. "BS-14" yazıyordu. Acaba ne demek diye düşünüyordum. Tüpü elime alıp içine bakmaya başladım. Kaldırıp alttan baktım. Işığa tuttum. Acaba bu sıvı sandığım şey nanobotlar miydi? Kapağı açmayı düşündüm ama korktum. Çünkü raporda "solunum yoluyla dahi insan vucutuna girebiliyor" diyordu.
O sırada çat diye kapı arkamdan kapandı. Öğle bir gürültü koptu ki , refleks olarak hemen yere yattım. Kendimi yere attığım sırada,  elimdeki tüpü unutmuştum. Tüp elimdeyken yere çarptı ve çatladi. Bir damla sıvı yere aktı. Hemen nefesimi tuttum ve koşarak odadan çıktım. Ardimdan kapıyı kapadım.
Ben odadayken,  açık pencere ve kapı yüzünden ceyran yapmış,  kapı sertce kapanmıştı. Şimdi ise tüp çatlamis,  ve sıvı yere akmisti. Eğer bu nanobot örnekleri ise şimdi ne olacaktı? içimden kendime sövuyordum. Eğer hava ile karışıp yayilirsa?  Ama bu sıvı hali. Havayla karışmaz diyerek kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Sanki o denli küçük şeyler?  Kapı altından geçemezmis gibi sıkı sıkı kapıyı kapamistim.

Simdiden vicdan azabı duymaya başlamıştım. Hemen ordan uzaklaşıp dışarı çıktım. Ahmeti bulmaya çalıştım. Cardaklarda oturuyordu. Bir dakika gelir misin deyip yanıma çektim. Uzaklaşınca söze başladım.
"Ahmet ben bir halt yedim. " dedim ve olanları anlattım. Ahmet her bir cümle soyledigimde gözünü daha çok açarak dinledi ve en son olarak.
"Manyak misin lan sen! Ne ariyordun orada?" Aynı soruyu ben de kendime soruyordum. Ne ariyordum ki ben orda! O sıvının ne olduğunu bilemezdik ama eğer tahmin ettiğimiz şey ise ben büyük bir halt yemistim. Araştırmacılar yarın dönecekti. Yarına kadar bekleyip,  yarın da olanları onlara anlatacaktim. Zaten askerlerden kimse oraya girmiyordu. Umarım bir sorun çıkmaz diyordum sürekli içimden.
O gün diken üstünde geçmişti resmen. Yatağa girdiğimde de uyuyamadim. Sürekli dua edip düşünüyordum. Kafamda senaryolar kuruyordum. Up uzun geçen gecenin ardından sabah oldu. Güneşin ilk ışıkları odama düşmeye başladı. Zaten uyumamistim. Odadaki herkes uyuyordu. Dün sozlesilen yürüyüşe de katilmamistim. Hastayım bahanesiyle geçiştirdim.
Araştırmacilar ogleden sonra geleceklerdi. Kimse oraya girmeden önce onları uyarmam lazımdı. Ama daha gün yeni agirmisti. Beklemekten başka çare yoktu.

Öğleyi zor etmiştim. Tekrar uçaklar tesise döndü ve araştırmacılar indi. Bütün gün uyumamis kanlı gözlerimi ovusturup yataktan fırladım. Cüneyt abiyi bulmaya çalıştım. Kalabalığa söyle bir göz gezdirip , Cüneyt abiyi gördüm. Koşarak yanına gittim ve "Cüneyt abi cok acil gelir misin?" dedim.  Ona da ne olup bittiyse ayrıntı atlamadan hızlıca anlattım. Bir yandan da araştırmacıların , laboratuvara yoneldigini gördüm. iyice panikledim ve "Cüneyt abi ne yapıcaz!?" dedim. Cüneyt abi cok telaşa kapilmamisti. Sadece meraklanip sordu.
"Tüp mu? Tüpün üstünde ne yazıyordu? " dedi.
Hatırlamaya çalışarak:
"BS li birsey di ama numarasini Hatırlayamadım. " dedim.
Cüneyt abi kahkaya yakın seste gülerek
"BS mi? ilahi oğlum be. BS diye kodladigimiz şey Başarısız Sıvı demek. Şu nanobotlara karşı koyacak sıvıyı yapmaya çalışıyoruz ve başarısız olanları sonra geliştirmek,  düzeltmek üzere numaralandirip saklıyoruz. Hem sence öyle düşündüğün tehlikeli bir sıvıyı,  basit bir fanusun içine mi koyarız? " dedi.
Düşündüğüm gibi bir felaket olmayacağı için sevinsem mi, böyle bir şey için uykusuz kaldığıma uzulsem mi bilemedim.
"Hem bir şey olmamış olabilir ama bir daha bilmediğin şeyleri kurcalama evlat anlaştık mi? " dedi Cüneyt abi.
"Anlaştık tabi abi. Anlaştık. " dedim. Boşuna endiselenmistim. Hem de mahçup olmuştum. Neyse , en azından daha kötüsü olmadı dedim içimden. Odama çekilip , alamadigim uykumu almaya çalıştım.

Pilotlar bize o akşam,  yakın zamanda operasyon olacağını söyledi. Eski hayata geri dönüyorduk.

Bir iki gün rutin bir şekilde devam etti. Üçüncü günün sabahı yine uyandık. Yine kahvaltılar edildi, çaylar içildi. Öğleye doğru gökyüzünde yine uçaklar belirdi. Uzun zamandır posta güvercini gibi çalıştırılan bu uçaklar, nihayet tekrardan amacı için kullanılacaktı. Artık inecekleri yerleri onlar da biz de ezberlemiştik. Pilotlar geldi ve Tekrar konuştular.
Yarın sabah erken bir saatte operasyon olacak. Planlı bir operasyon düşünülüyordu fakat ani gelişmeler sonucunda yarına bir operasyon konulması emredildi.
Ermenistan dün gece yaklaşık gece 3 sularında sınırımızı 3 adet savaş uçağı ile ihlal etti. Gerekli ihtarlardan sonra ise uçaklar düşürüldü. Daha sonra kara birlikleri ile sınıra harekete geçti. Hala çatışma devam ediyor. dedi.
Böyle bir çatışmaya bizim çağırılıyor olma nedenimiz elbette ki vardı. Söze tekrar gireceğini anlayarak konuşmasını bekledik.
''Ve tabiiki sıradan bir sınır ihlali ve çatışma değil. Ermenistan , sinir sistemini sekteye uğratan, daha önce Rusya'dan görüp, araştırdığımız silahı kullanıyor. Sizler, özel tasarlanmış kulaklıklar ile bölgeye gideceksiniz.'' dedi.
Uzun zamandır hiçbir şey yapmadan beklemiş olmanın verdiği uyuşukluğu sanki birden üzerimden atmıştım. Operasyonun olduğuna sevinmiştim. Artık tek yapmam gereken, geceyi beklemekti.

Akşam yemeğini her zamankinden daha erken bir saatte yedik. Saat 7-8 civarı herkes odalara çekildi. Belli ki gün uzun olacaktı. Herkes uyumaya, dinlenmeye çalışıyordu. Önce çok mümkün olmasa da sanırım 9 civarı uyumayı başarmıştım. Daha sonrasında pilotlar bizi saat 3 civarı uyandırmaya geldi. Hepimiz aşağıda toplandık ve ayaküstü bir kahvaltı yapıldı. Kahvaltı şen şakraktı. Sohbetler edildi, çaylar içildi, sigaralar yakıldı. Hava daha aydınlanmamıştı. Sanki akşam yemeği yiyorduk. Sonrasında masalar toplandı, herkes giyindi. Uçakların önüne hazır bir şekilde geldik. Her tim bir uçağa bindi. 5 adet , 5 adet tim… Her timden birer kişi bu sefer bırakılmadı. Zaten kalmak isteyen de yoktu. Bizim timden kalacak kişi de yoktu. Yusuf’un yerine yedek asker vardı.
Havalandık. Herkesi bir sessizlik bürümüştü. Operasyon sessizliği… Kulaklıklar uçağın içindeydi. Kulaklıkların üstünde kablosuz bir usb takılıydı. Kulaklı paketinin içinden küçük de bir kart çıkmıştı. Küçük bir çip gibiydi. Talimatları  okuyunca anladık ki, saatlerimize o çipi yerleştirip, saatlerimizden çıkan bütün sesleri, kulaklığa aktarmamız gerekiyormuş. Saatlerimize çipi yerleştirdik. Birbirimizin konuşmasını duyabiliyorduk. Ayrıca, ortam sesini almak içinde küçük bir mikrafon vardı kulaklıklarda. Frekansı algılamaması için ayarlanıştı belli ki. Her şey hazır olduğu için oturup bekledim.
1 saatte yakın sürede sınıra varmıştık. iniş yapmak zor olduğu için sınıra 5-6 km yakına bir yere indik. Daha  sonra bizi almaları için birliklere haber verildi. Zaten çok uzakta olmayan birlikler, gelip bizi aldı.

Sınıra doğru ilerlemeye başladık. Yoldayken bizi alan askerler, bize olanları anlattı.
‘’Ermenistan gibi bir ordunun karşısında ezici boyutta olan Türk ordumuz, her halükarda baskın taraf. Fakat ateşli silahlarla saldırmıyorlar. Şu ana kadar gözlemlerimiz şunu söylüyor. Yukarılardan birliklerimizin yakınına bazı cisimler atıyorlar. Bu cisimlerden daha sonra büyük bir ses yankılandığını söylüyorlar. Bayılmadan hemen önce askerlerin hatırladıkları bu kadar.  Herhangi bir kayıp vermememiz için buraya özel ekipler getirmelerini söyledik. Ve siz geldiniz’’
dedi.
Daha sonra gözü bana ve Ahmet’e takıldı. Bir süre bizi süzdükten sonra;
‘’Siz ikiniz, çok genç değil misiniz üst teğmenler?’’ dedi komutanlardan biri.
 ‘’Evet komutanım öyleyiz’’ dedik. O sırada Albayımız söze girdi ve:
‘’Evet gençler, ama tecrübesiz değiller. Onları bu ekibe ben seçtim ve yüzümü de kara çıkarmadılar.’’ Dedi.
Bu sırada sınıra iyice yaklaşmıştık. Diğer ekiplerin yanına geldik. Askeri ekipler geri çekilmişti. 64 kişi birden sırayla arabalardan indik. Sıraya geçtik. Tim komutanları bir adım önde duruyordu. Tim komutanlarına bilgiler verildi.64 kişi olarak bölgeye girecektik. Alınan bilgilere göre karşımızda düzenli birlikler yerine, bu sinir sistemini sekteye uğratan frekanslı bombalarla, kuvvetlerimizi zayıflatmaya çalışan timler vardı. Bölgeye girip onların işini halletmek ise bizim işimizdi.
                             

Burası aslında patlak vermek üzere olan savaşın ilk cephesi gibiydi. Artık olay ikili ilişkiler yerine, tamamiyle meydanlara kalmıştı. Konuşulacak bir tarafı yoktu olayın. Bas baya üzerimize geliyorlardı.
Bölgeye girdik. Kulaklıklar çalışıyordu. Tamamiyle işimize konsantreydik. Keskin nisancilar kendilerine uygun bir acı bulup gectiler. ilerliyorduk. Tim komutanlarınin yonlendirmeleri üzerine ilerliyordu timler. Düşmanın mevzilendigini dusundugumuz yerlere yaklasmistik. Ve nihayet beklenen oldu. Eteğinde yurudugumuz dağın tepelerinden,  yaklaşık 100m önümüze bir cisim fırlatıldi. Bu cisim,  ırak sınırında havadan gelen cismin tıpkısinin aynısiydi. Hemen yere yattık. Kulaklıklar bizi frekansa karşı koruyordu ama olası bir ateş açma durumuna karşı hazır olmalıydık. Küre cisimden ortalama 20 cmlik bir cubuk çıktı. Büyük ihtimal frekans yayiyordu fakat bizi etkilemiyordu. 2-3 dk sonra cubuk yerine girdi. Daha sonrasında ise , tepelerden yavaşça aşşağı gelen 3-4 asker göründü. Gizlendigimiz için bizi gormediler ama sayımız fazlaydı. Her an gorebilirlerdi. Zaten bizim için gelmişlerdi.  Tim komutanlarının emri bekleniyordu. iyice yaklaştılar. Etrafa bakindilar. Ellerimiz tetikteydi.


istesek 3 ünü de delik deşik yapabilirdik. Ama karşı taraftan 3 askerin eksilmesi mühim bir olay değildi. Tim komutanlarının ortak kararı ile onları canlı yakalamaya karar verdik. En azından birini. 
Adamlar iyice kullanmıştı. Çünkü geldiklerinde yerde yatan , baygın askerler görmeyi beklerlerken,  hiç bir şey bulamamislardi. Giderek olduğumuz yere yaklaştılar. Bir tanesi dibimize kadar geldi. Aramızda bir taş kaldı sadece. 5 tim de birbirine yakın yerlere mevzilenmis,  saklanmisti. Bizim timden bir asker , dibimize girmiş olan askere silahın arkasiyla vurup düşürdü. Daha sonra bizim olduğumuz yere aldı. Bu sırada hem sesi duyan hem de arkadaşının olmadığını gören diğer asker hızla bizim tarafa gelmeye başladı. içimizden birini görmüş olacakki bakışları iyice tek noktaya odaklandı. Eve, içimizden birine bakıyordu bakıyordu. Yattığı yerden botu gözüküyor olmalıydı. Bunu ona söyleyecek bir an değildi. Tim komutaniyla göz göze geldim , ve bir anlık düşünceyle tetigi çektim.   

Sesi duyan 3. Adam silahı oldugumuz yere dogrulttu . O sırada o son silah sesini duyduk. 
"Çatt". Ve adam yere yığıldi. Bizim keskin nisancı Ahmet son adamı da yere yigmisti. 
Hemen saklandigimiz yerden çıkmadık. Etrafı gözledik. Yüksek ihtimal hala etrafta birileri vardı. Ve bu iki el silah sesini duymuş olma ihtimalleri de çok yüksekti. ihtiyacımız olanı almıştık. Canlı bir asker almıştık. Şimdi kafamizdaki,  hükümetin kafasındaki , halkın kafasındaki bütün soruları ona sorabilirdik. 2 askerle beraber, birimlerin beklediği yere götürdüler adamı. Biz devam edip buraları temizlemeliydik. O cismin atıldığı yere, yukarılara gitmeliydik.
Keskin nisancilar da etrafı gozledikten sonra , kalkıp ilerlemeye başladık. En zoru da yukarıya doğru gitmekti. Çünkü aynı anda yukarı çıkarken,  aynı anda çatışmak zordur. Yukarı konumda olan taraf,  daha avantajlı olur. 
Elimizden geldiğince gizli biçimde ilerliyorduk. Yukarıda hala birileri var ise kacmamalarini istiyorduk. Yukarı çıktığımizda , tekrar gizlendik. Yukarıda kurulmuş küçük bir kamp vardı. Bize atılan cisimlerden 20-30 tane paketlenmiş halde duruyordu. Adamlar kacmamisti. 20-30 kişilerdi ama sadece 4-5 tanesinin silahları yanlarindaydi. Plan yapilmisti. Silahlari yanlarında olanlar vurulacak,  geri kalanları da zaten mecburi olarak teslim olacaklardı. Kimlerin ateş edileceği bile belliydi. Emir verildi ve silahları yanlarında olanlar vuruldu. Diğerleri panikle ayağa kalkmaya çalışırken ortaya çıktık ve havaya uyarı ateşi açıldı. 4. Tim in komutanı ingilizce olarak "elleri kaldırın yoksa vururuz" dedi. Adamlar teslim oldu. Neye uğradıklarini şaşırmışlardi. Hepsi teker teker bağlandı. Ses yayan cisimleri de yanımıza aldık ve birimlerin bizi beklediği yere doğru ilerledik.   

Birimlerimizi , kayıp vermemek üzere durduran elbette bu 20 aciz asker değildi. Ellerindeki bu cisimlerdi. Üzerinde en az çalışilabilmis olan bu cisimler. Öyle ki doğru düzgün adı bile yoktu lugatimizda. Çünkü bununla karşı karşıya gelenler bayılıyordu. Eski çipler öyle değildi. Her yerde rastlaniyordu. Aynı şekilde nanobotlar. Ama bu cisim farklıydı. 
Askerler sorguya alındı,  cisimler ise incelenmek üzere laboratuvararla gönderildi. Türk ekipleri sınırda ilerleyerek, stratejik bir noktayı aldı. Aynı zamanda bu olaylar dünya basınında da yer buldu. Artık komsumuzla sıcak bir temas,  bir savaş halindeydik. Fakat suçlu taraf onlardi. Sınır ihlallerini onlar yapmasti. Onlar saldırımisti. 
Ermeni askerlerin sorguları bitmişti. Anlattıkları şeyler hemen hemen suna yakındı:
" birlikleri çok uzaktan gördük. Bize söylendigi gibi bu ses yayan bombayı aşşağı bıraktık. Biz de zaten kulaç takaclari kullaniyorduk. Daha sonra bayılan ekipleri vurması ve rehin alması için 3 tane adam gönderdik. Tikaclari cikarmistik. 2 el silah sesi duyduk. Biri farklıydı ama çok aldırış etmedik. Sonuçta aşşağıda , bilinci yerinde sadece bizim askerler var sanıyorduk. Sonra zaten ekipler geldi. Ateş açtılar biz de teslim olduk. "
Bu ses yayan şeyleri nerden buldunuz diye sorulunca da bizi çok da sasirtmayan cevaplar vermişler. 
"Bize emredilen buydu. Burayı zayıflatacaktik. Ama bu cisimler rus yapımı...  "  

Tesise döndük. Sağ salim donmenin mutlulugu vardı uzerimizde. Çok uzun bir operasyon olmasa da doğru adımlar atmış,  iyi bir iş cikarmistik. Hem bize de sıkıcı beklemelerin ardından ilaç gibi gelmişti. Bizim tesise de incelenmesi üzerine bu cisimlerden yollanmisti. Bu cisim,  bizim araştırmacilari fazla mesai yaptıracak gibi duruyordu. O gün yatıp dinlendim. Artık yeni bir süreç başlamıştı. Görünür bir savaş vardı. Belli ki bizi daha fazla operasyon bekliyordu. • 
**
Türkiye - Ermenistan arası bir sıcak savaş başlamış, devam ediyordu. Ermenistanın ardından Rusya onu destekliyordu. Rusyanin karşısında olan ülkelerde,  Nato aracılığıyla Türkiyeyi. Bu küçük kıvılcım dünyayı saracak,  yeni savaşlar ve yeni Cepheler eklenecekti. • 

Bu sırada ekipler birbiriyle iyiden iyiye kaynasmisti. 

Bu gecelik bu kadar beyler. Haftasonu ilerletecegim demiştim ama özel nedenlerden dolayı çok fazla sözümü tutamadim. Bunu çok söyledim ama gerçekten yoğunum. Şu yogun dönem bitsin,  bu hikâyeyi noktalayacagim. Güzel bir final yapmaya çalışacağım. Ve yeni bir hikaye ye de başlayacağım. 


Yıl 2030. Havalar soğumaya başlamıştı. Soğuyan havaların aksine,  sıcak savaşlar süre geliyordu. Artık hiç bir şüphe yoktu. Bütün dünya ortada bir savaş olduğunu biliyordu. Nato üyesi Almanya , Nazi Almanyasindan kalma arşivleri açmış, yarım bırakılan deneyleri inceliyordu. Rusyanın elindeki güce karşılık başka ülkelerde boş durmamisti. Türkiye, rusyanin şu ana kadar kullandigi silahların hemen hemen  hepsinin birer kopyasini çıkarmayı başarmıştı. Özel askeri kıyafetleri üretilmişti. Rusya da boş durmayip elindeki güce yenisini ekliyor, sürekli gelişiyordu.• 

Artık hemen hemen kimse tesisten dışarı çıkmiyordu. Bastıran soğuklarin yanına bir de kar gelince,  etrafi bembeyaz örtunce,  bizleri icerde kalmaya mecbur bırakmıştı.   

"Vay be Ahmet. Ne kitapmış şu! " dedim. Elimdeki bitirdiğim,  bitirmekten gurur ve haz duyduğum kitabı masaya koydum. 

Ahmet okuduğu kitaptan başını kaldırıp
"Aa evet. iyi yazardır. O kitabını daha okumadım ama." dedi. 

"Ben eski eserlerin de güzel olabileceğini düşünmemistim." Dedim. 
"Tam tersine. Şimdiki yazılanlar eskilerin yerini tutmuyor. Bak elindeki kitap yazılali 70 yıl olmuş ama hala kendini okutturuyor. 
Yatağa uzanıp kafamı tavana çevirdim. Bu hengamenin arasında , hele de bu soğukta, işimiz olmadığı zaman artık kitap okuyorduk. Bitirdiğim kitaptaki karakterle ortak ozelliklerimiz var mı acaba diye düşündüm. Evet ikimizde askerdik. O 15. Yüzyılda , ben 21. Yüzyılda. Tek fark buydu. 
Aşk kelimesini , belki de ben aşk nedir bilmediğim için, sevmezdim. Zaten her romanda,  her dizi de aşk görmekten bikmistik artık. Ama bu kitap öyle miydi?  Öyle bir anlatıyordu ki. Hayır hayır aşk romanı değildi...   Kafamdaki düşüncelerden siyrildim. Benim kafamı meşgul edecek Gökçen gözleri yoktu. O halde benim için aşk hala pek bir anlam ifade etmiyordu.   

Kendimi bu dünyaya kaptirmak istemiyordum. Onca insanın evinde rahat uyumasi bize bağlıyken , benim ilgilendiğim şeyler neydi böyle? Olmazdı. 
Aşşağıya indim. Tesisteki bu rutinlesmis ortam canımı sıkıyordu. Artık nerdeyse operasyonlari iple çekiyordum. Tesiste, kış geldigi icin kimse dışarı çıkmıyor, çıkmadığı gibi kimse kimseyle de konuşmuyordu. Neyse ki yarın operasyon vardı. Yoksa yalnızlıktan burda kendimi hayal dünyasına kaptiracaktim. Kendime erkenden bir şeyler hazırlayıp odama çekildim. O gün sanırım yatabildigim en erken saatte yattım. 
Yarın yine alıştığımız üzere savaş uçakları geldi. Timler uçaklara geçti,  ve havalanildi. Yine sıradan bir operasyona gidiyoruz diye yola çıkmıştık. Operasyonun sıradani olmazdı tabii ama su şartlarda biz askerlerin tek işi bu olduğu için,  bizim normaliz artık bu operasyonlardi.   

Şimdi yeniden her yeri sessizlik kaplamisti. Alışıldık operasyon sessizliğiydi bu. Kimsenin içinde ne korku ne tereddüt vardı. Fakat tarif edilemedik bir duygu yaşıyorduk. Uzun zamandır göremediğimiz yakınlarımizi düşünüyorduk belki de hepimiz. Kimse konuşmuyor, ama sanki herkes birbiriyle anlasiyordu. Haftalarca o tesiste boş boş beklesek de , kafamızdan bu kadar düşünce geçmezdi. 

Ölüm sessizliginin ardından, pilot sessizliği bozdu.
 "Yaklaştık, hazırlanın"
Pilotun sesiyle herkes kalkıp hazırlandı. Dışarıda oldukça soğuktu. Üstümüze sıcak tutan fakat kalın olmayan kıyafetler giydik. Son hazırlıkların ardından herkes tekrar yerine geçti. 
iniş yaptıktan sonra, biraz ötedeki araçlara geçtik.   

Araçların içi gayet geniş ve ferahtı. Engebeli arazilerden geçen araç sallanıyor, aracın tekerleklerinin sesi kulaklarımizda yankilaniyordu.  Bizim ekip zaten uzun zamandır tesiste tikili kaldığı için soyleyeceklerini tuketmisti. O yüzden çok fazla konusulmuyordu. Yalnız ara sıra şoför sormuş olmak için  soru soruyor,  sohbet açmaya çalışıyordu. Biraz sonra o da pes etti ve ortalık sessizliğe büründü. 

Eski sınırı geçmiştik. Artık sınır eskiden olduğu yerde değildi. Eski sınırın biraz daha doğusunda olan Anipemzaya girmiştik. Süre gelen çatışmalar sonucunda Ermeniler, bu alanın doğusuna çekilmişti. 
Sanki eline teknolojik bir oyuncak verilmiş küçük bir çocuk gibi,  elindekini hoyratca ve bilinçsizce kullanan Ermeniler,  sıcak çatışma yerine , elindeki imkanlardan faydalanip daha kolay yoldan istediklerini gerçekleştirmek istiyordu.   
                                

Düzenli saldırılar yerine , vur kaç yapıyorlardı. Biraz tecrübesi olan bir asker bile, bu yapılanların asıl amacınin Türkiyeyi oyalamak olduğunu anlayabilirdi. Ellerinde ne gibi bir teknoloji olduğu tam bilinmedigi için direkt olarak  saldirilmiyor,  olası asker kayıplarınin engellenmesi saglaniyordu. Bu yüzden bizler önce gidiyorduk. Üstümüzde özel kıyafetler, kulaklarımizda kulaklıklar vardı. • 

 Asıl alana yaklaşmış olacaktık ki, araçlar durdu. Araçlardan sırayla indik. Birliklerin yanına gelmiştik. Tim komutanları önde olacak sekilde timler sıraya geçti. Rütbesinden binbaşı olduğu anlaşılan biri karşımıza geçti. Esas durusa geçtik. "Rahat" dedi. 
Daha sonra bize olanları ve ilerletecegimiz yeri söyledi. Bugün dinlenilecekti. Yarın gün agarmadan operasyon başlayacaktı.   
                                

Gün henüz ağırmamisti. Etrafta dolaşan bir kaç er bizleri uyandiriyordu. 5 dakika içinde herkes uyanıp yerlerine,  esas durusa geçti. Bugün operasyon günüydü. Neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmiyorduk. Sadece, önceden karşılaştıklarimiza karşı önlemlerimizi almıştık. Herkes hazırdı. • 
**
 Birliklerin yanından ayrılıp ilermeye başladık. Araçlara binip yola çıktık.  Bir süre sonra durduk. 
"Burdan sonrasını aracsiz gideceksiniz" dedi şoför. Aracsiz devam ettik yola. 
ilerde tepeler gözüktü. Bize , Ermenilerin bu tepelerin ardına çekildiği ve orada mevzilendigi söylenmişti. 
Konusulup karar alındı.  Tepeler enine geçilecek, bir Tim ise tepeye çıkıp yukardan destek verecekti. Bizim Tim sol kanattan giden 2 timden biriydi. Sağ kanattan da iki Tim gidecekti. Her ne kadar geniş tepelerden olmasa da, etrafından dolaşmak zaman alacaktı.   


Tepenin etrafından dolaşırken günün ilk ışıkları etrafı aydinlatiyordu. Az kişiyle, ses çıkarmadan stratejik noktaları almaya çalışmaya artık alıştığımız için pek fazla konusulmuyordu. Hava, mevsim dolayısıyla soğuktu. Tepede belli belirsiz olan sis, yoğunluğunu artırmıştı. 
Sessizliği diğer timin en önünde yürüyen asker bozmuştu. 
"Ordalar! "
Neredeyse fısıltıyla söylediği bu söz,  sessizlikte fırtına gibi yayılmış, hepimizin kulaklarında çınlamisti. Şimdi herkes askerin baktığı yere bakıyordu. Askerin baktığı yerde hiçbir şey yoktu. 
"Ordaydi. Birden bire kayboldu"
Dedi asker. Sisten dolayı gözünün yanildigini düşünüp yürümeye, tepeyi dolaşmaya devam ettik.   
                   


Yıl 2029 . Ekim ayının son günleriydi. Türkiye için sıradan bir sabahtı. Genç bir asker olarak yine sabah traşımı oldum. 3 arkadaş kahvaltimizi yapıp askeriye servisini beklemeye başladık. Mesai saati yaklaştığı için başkent sokaklarında her zamanki boğucu trafik hakimdi. Arabayı bakıma verdigimiz için bir süre servisle gidip gelecektik. Muzaffer sigarasini çıkardı ve Selime uzattı. Benim icmedigimi bildiği için bana sormadı bile.
• **
Üç arkadaş kara harp okulundan birlikte mezun olmuştuk. Teğmen olarak göreve başlamamizin üzerinden yaklaşık 4 yıl geçmişti. Geçen sene de ustegmenlik rütbesini almıştık. Artık apoletlerimizde ikişer yıldız vardı.
• **
Servisin gelişiyle beraber Muzaffer ve Selim sigaralirini atıp ayaklarıyla sondurduler. Serviste yerimizi aldığımızda servis hareket etti. Askeriyeye geldiğimizde her şey aynıydı. Fakat üst rütbeli komutanlarimizin hiç biri yoktu. Bir terslik olduğu belliydi.
Öğleden sonra toplanildiginda özel bir durumdan bahsedilmedi. Her şey rutin akışına ilerliyor gibiydi fakat ben farklı bir şeylerin olduğunu anlamistim. Toplantıdan sonra odama geçtim. Çok değil yaklaşık 10-20 dakika sonra kapım çalındı. Bir emir subayı odama geldi. Hemen ayağa kalkıp selam verdim. " Generalim sizi görmek istiyor" dedi. Ardından " gece saat 12 gibi eğitim alanında olun." diye ekledi.
Şaşırmıştim . Neden gece saat 12? Bir generalin bir üst teğmen ile ne işi olabilir?
Sanki kafamdan geçenleri anlamış gibi "gerekli bilgileri size kendisi verecektir. Tam saatinde orda olun ve yanınıza bir şey almayın" dedi ve odamdan çıktı. O gün boyunca sürekli bunu düşündüm. Kafamda bin türlü düşünce ucusuyor ve hiç biri bana gerekli cevabı veremiyordu. Zaman geçti ve mesai bitti. Eve döndük. Sürekli saati kontol ediyordum . Saat 11 olmuştu. Bir bahane bulup çıkmalıydim evden. Bizimkiler seslendim : " Muzaffer! Evde ağrı kesici var mıydı? "
içerden " bakiyim" sesi geldi. 5-10 saniye sonra " kalmamış. Niye sordun?" dedi Muzaffer. " Hadi ya, başım catliyor. Neyse ben bi nöbetçi eczane bulup alırım" dedim. Bi şey demediler. Evden çıktım ve otobüse bindim. Eğitim alanına varana kadar sürekli konuşulacak konuyu düşündüm.

Eğitim alanına vardığımda etrafima bakindim. Kimse gozukmuyordu. içimden "ulan bu emir subayı beni mi kafaliyor"dedim. Tam o sırada telefonum çaldı. Numara kayıtlı değildi. Telefonu açtım . Benim alo dememe gerek kalmadan tok bir ses " general sizinle jeepde görüşecek " dedi. Çıkıp yola bakindim. Hakikaten de bir jeep kenarda bekliyordu. içini göremiyordum. Askerliğin verdiği bir temkinlikle " binmesem mi " dedim içimden ama sabah buraya gelmemi söyleyen generalin emir subayiydi. içerden beni izlediklerini bildiğim için emin adımlarla jeep e yanastim. Jeep'e 5 adım kala kapı açıldı ve içinden sivil görünümlü iki kişi çıkıp beni jeep'e bindirdi. içeri girdiğimde hakikaten de general yanimdaydi. Araba hareket etmeye başladı. General ilk 5-10 saniye sessizliğini korudu. Daha sonra yüzüme bakmadan şunları söyledi
"Üst teğmen Sinan bey. Eminim gecenin bu saatinde neden bu jeep'in içinde olduğunuzu merak ediyorsunuz. Sizi apar topar almamimizin sebebi şudur. Genelkurmay istihbarati tarafından deneyimli bir Albay olan Hüseyin beyden bir tim kurulması istendi. Güvendiği 12 kişiyi çağırma hakkına sahip. Bu 12 kişiden birisi de sizsiniz. Gideceğiniz yerler ve gerekli ekipmanları size zamanı geldiğinde anlık olarak verilecektir. Seçim hakkıniz yoktur. Bu olağanüstü bir hal durumudur."
Nereye gideceğimiz ve ne yapacagimizi düşünmeyi bırakıp " olağan üstü hal" durumunun ne olduğunu merak etmeye başladım.
Diğer yanımda oturan adam askeri hava üssüne gittiğimizi söyledi. Ağrı kesici almak bahanesiyle çıktığım evdeki arkadaşlarımı ve annemi düşünmeye fırsat bile yoktu. Belli ki gerçekten bir mesele vardı.
Askeri üsse vardık. Jeep den indik. Generali takip ediyorduk. Karanlığın içinde bir askeri ucak bekliyordu. Yanında da 10-15 kişi vardı. Bahsi geçen Albay Hüseyin bey de ordaydi. Selamımı verdim. Elimi sıktı. "Umuyorum bilmeniz gereken kadari size aktarılmıştır. Devdıbını bizden dinlersiniz" dedi. Benim gibi time çağırilanlarin yanına geçtim. Rütbe olarak benden çok üst kişiler de vardı. Ama bu tim rütbe hiyerarsisine göre değil, guvenilen kişilerden kurulmuştu. Peki neden ben de seçilmiştim. Albay hüseyin beyi tanımıyordum bile. Peki o beni nerden tanıyordu? Uçağa bindik. 13 kisiydik. 12 kişi time çağırilanlar , kalan 1 kişi ise bize yolda gerekli bilgileri anlatacak kisiydi. Herkes yerine geçince ucak pistte hareket etmeye başladı. Albay hüseyin bey ve bir kaç kıdemli kişi daha başka bir bolmede bulunuyordu. Uçak havalaninca bizi bilgilendiricek kişi konuşmaya başladı.
"Sizi aynı gün içinde haber vermeden toplamamizin sebebi hem aciliyetten hem de gizlilikten. Şuan olası bir 3. Dünya Savaşının eşiğindeyiz. Natonun isteği üzerine gizli olarak bu proje yürütülüyor. Şuanda itibaren dış dünyayla iletisiminiz kesilmiştir. Üzerinizdeki eşyaları ve kıyafetleri lütfen şurada duran kutulara koyun ve size getirdigim kutudan yeni kıyafetleri giyin" dedi . O an farkettim ki ayağının dibinde koca ve ağır bir koli vardı. Dediğini yaptık. Herkes yeni kıyafetleri giydikten sonra , eski kiyafetlerimizi koyduğumuz kutuyu aldı ve bir başka bölmeye geçti. Saat gecenin 2 siydi ve yorgundum. Kim bilir neler yapacaktık. Koltugumu yatay duruma getirip uyumaya çalıştım.


Uyandığımda hava yeni ışımaya başlıyordu. Etrafıma baktığımda diğer askerler hala uyuyordu. Yerimden dogrulup ayağa kalktım. Şöyle bir gerildim ve yürümeye başladım. iki bölmeyi ayıran kapıya tiklattim. içerde bir hareketlilik oldu. Bize bilgileri veren adam kapıyı açıp ne istediğimi sordu. " saat kaç ?" Dedim. "Yaklaşık 6 " dedi. Neden yaklaşık saati söylediğini bilmiyordum ama ustelemedim. " teşekkür ederim. Peki nereye gidiyoruz ne zaman variriz ? "Dedim. "Vardık zaten" dedi ve bizim bölmeye geldi. Tok bir sesle önce öksürdu sonra da " uyanin lütfen! " dedi. Herkes ayağa kalktı ve adamı dinlemeye başladı. " Şuan da fransa sınırından geçtik. Bildiğiniz üzere fransa nükleer silah sahip bir Nato ülkesi. Bugün bize bir rota cizilcek ve tahmini olarak Doğu istikametinde gideceğiz." Dedi. Doğu istikameti... acaba nereydi.
Uçak yere indi. Bizi uçağın 100-200 m ilerisinde zırhlı bir araç bekliyordu. Oraya doğru ilerlemeye başladık. Ardimizdan Albay Hüseyin bey ve adını bilmediğim, bize bilgi veren adam geldi. Biz zırhlı araca bindirildik. Albay hüseyin bey şoferle bir şeyler konuştu ve o da öne bindi. Vardığımizda askeriye ye benzer bir yerdeydik. Bize yol gösterdiler. Bir asker olarak durumu tam kestiremiyordum. Büyük bir binaya girdik ve direkt olarak büyük bir odaya girdik. içerde fransız generaller vardı. Konferans salonu benzeri bir yerdi. Koltuklara oturduk. Ardimizdan kapı kilitlendi ve ışıklar söndü. Projeksiyondan bazı uydu görüntüleri yansitildi. Bir adam çıkıp konuşmaya başladı. Hepimizin ingilizce bildiğimiz halde bir de tercüman vardı.
" 3 gün önce özel bir operasyon üzerine ırak sınırına gönderilen timimizden bir daha haber alamadık. Daha sonrasında ise sistemimize sizildi ve önemli bilgiler silindi. Sizi oraya , durumu araştırmanız için gonderiyoruz. Suphelendigimiz ülke irak " dedi ama ben biliyordum ki irak, bu denli köklü askeri bir sisteme sizabilecek kapasitede değildi. Bizi resmen yem gibi gönderiyorlardi. Başka bir uçağa doğru yol aldık.


Bu sefer bindigimiz uçakta bazı teçhizatlar vardı. Hepimize birer kol saati verildi. Bu saatler elektronikti ve birbirimizle haberlesmemize de yariyordu. Birer kurşun geçirmez yelek, acil bir anda son çare olarak kullanacagimiz bir el tabancası, bıçak ve birer Df5330 full otomatik silah. ilk defa böyle bir silah görüyordum. Normal silahlara göre hafifti. Özel üretim olduğunu söylediler. Tabancayi cizmemin içine soktum , silahı elime aldım. Yeleği giydim. Bu bir çatışmadan ziyade , gözetleme operasyonuydu. Uçak sınıra 10 km uzaklıkta bir yere indi. Uçağı araziye indirmekte pilot biraz zorlanmis olacakki ucak fena sarsildi. 3-4 araba geldi. Bizi sınırdan geçirecek adamlar yanasti. Hepimiz arabalara 3erli 4 erli bindik . Uçak geniş yoldan faydalanarak birkaç hamlede döndü ve hızlanıp geri havalandı. Bizim arabada Albay hüseyin bey ben ve iki asker daha vardı. Fransız tim ile irtibatin kesildiği noktaya gelmiştik. "Bu alanda güçlü bir sinyal kesici var" dedi Albay hüseyin bey. "Neyse ki bizim saatleri etkilemiyor" dedi. Hüseyin bey telefonunu teslim etmemisti. Sinyal kesiciyi de bu sayede fark etmişti. Sınıra geldik. En öndeki arabayi süren adam önce yavasladi. Bizim araçlar da yavasladi. Daha sonra acı bir fren ile sağa, sola savruldu. Bütün araçlar durduruldu. Hüseyin bey cami açıp ingilizce " neden durduk?" Dedi. "Birileri bizi izliyor " diyip karşıyi gösterdi şoför. Hepimiz arabalardan inip silahlarimizi elimize aldık. Hakikaten 500-600 metre otemizde iki kolu da olmayan bir adam sendeleye sendeleye bize yaklasiyordu.


Hepimiz tetikte bekliyorduk. Biraz yaklasmasina izin verdik. "Kimliğini söyle yoksa vurulacaksin" dedi Albay. Adam birden yuruyusunu düzeltti ve o da fransız aksaniyla ingilizce konuşarak " durun durun ateş etmeyin! " dedi. Ellerimiz hala tetikteydi . Adam yanımıza kadar geldi. Üstündeki kıyafetten asker olduğu anlasiliyordu. Bu adam haber alınmayan time ait bir askerdi. Bir ara adamın gözüne takıldı gözüm. Göz bebeginin kenarında bir leke vardı. Adam konuşurken hiç birimizin gözüne bakmiyordu. Albay hüseyin beyin " timin nerde?" demesi bozdu kısa süren sessizliği. Fransız asker sanki bu soruyu sormasini beklermis gibi anında şu cevabı verdi" buraya geldiğimizde aramizin lastiği patladı. Direnisciler üstümüze ateş açtı. Bir tek ben kacabildim, diğer askerleri esir aldılar. "
Bana inandırıcı gelmemişti. Albayin kulağına " Albayim bir dakika konuşabilir miyiz? " Dedim. "Tabii" dedi. Ordan biraz uzaklaşınca direkt olarak konuşmaya başladım. " Albayim, adamın dedikleri tutarlı gelmedi. Eğitimli bir özel tim iki tane direniscinin eline düşmez. Hem bu olanlar sinyal kesiciyi de aciklamiyor. Zaten adamın gözleri bi farklı bakıyordu. Doğruları söylemiyor. " dedim. Albay şaşırdı. " niye yalan söylesin ki? " dedi. "Bilemiyorum ama eminim Komutanım bu işin içinde bir iş var." Dedim . Arabaların yanına döndük. Yaralı asker bize yolu tarif edecekti. Timin esir düştüğü yere gidecektik. Yaralı asker benim hemen sol tarafımdan oturuyordu. "Kollarin nasıl koptu ?" Dedim. Bir şey demeden bana baktı ve tekrar önüne döndü. Kolu kopan bir insanin kan kaybından olmesi gerekirken bu adam sakince oturuyordu.


Araba yoluna devam ediyordu. Mantığımin almadığı konuları düşünüyordum.
Kolu nasıl koptu?
3 gündür nasıl tek başına yaşıyor?
En önde bizim araba vardı. Yaralı adam bizim şoföre yolu tarif ediyordu. Yıkık binalar gözüktü. Pgiboloji bozacak kadar sessizlik hakimdi etrafa. Tek duyulan ses , arabaların bozuk yolda giderken çıkardığı sesti. Yaralı adam " burada yavaslayalim" dedi. Hızımizi azalttik. Saatlerimiz titredi ve bir ses " neden yavasladik?" Dedi. Arka arabada oturan bir askere aitti ses. ilk defa saatimi kullandım, telsiz düğmesine basıp "fransız asker söyledi" dedim. Bi süre çok Yavas ve ses çıkarmadan devam ettik. Fransız asker "dur! işte burdan geçerken arabamizin lastiği patladı " dedi. Baktık ki gerçekten yerde dikenli teller var. Albay kulağıma " bak gördün mü yalan malan yok" dedi. Telleri dikkatli baktığımda bir mantiksizlik farkettim. Eğer söylediği gibi arabayla tellerden gecselerdi, en azından telde bir bozulma olurdu. Ama tel yerde dümdüz uzanmisti. Sanki yeni Serilmiş gibi...
Arabalardan indik. Ellerimiz tetikte yavaşça etrafa bakmaya başladık. Görünürde kimse yoktu. " şu tarafa doğru gittiler " dedi. " sen nasıl gördün? " Dedim. "Kaçarken " dedi. Bu işte cidden mantiksizlik hat safadaydi. " eğer dediğin gibi arkadaşlarını rehin alsalardi , seni bırakarak mi giderlerdi? Ya öldürürler ya da seni de alirlardi ve goremezdin. " dedim. Şimdi Albay dahil herkesin kafasında birer soru işareti vardı ve Fransız askere bakıyorlardi. Fransız asker birden yüzünde iğrenç bir gülümsemeyle ve sakin bir şekilde " oluceksin pis Türk" dedi. Şaşırmış ve ofkelenmistim. " Ne diyorsun sen !" Dedim. O sırada ıslık benzeri bir ses isitildi ve havadan bize doğru gelen futbol topu büyüklüğünde bir nesne göründü.

Önce havadaki şeye sonra fransız askere sonra da Albaya baktım. Bir anligina hepimiz kitlenmistik sanki. Fransız askere yumruğu geçirdim ve geriye doğru koşmaya başladık. Bomba ya da füze olarak tahmin ettiğim şey yere düştü ama patlamadi. Yerde bir , iki kez sektikten sonra içinden yukarı doğru 10-20 santimlik bir boru çıktı. Birden kulakları sağır edecek derecede bir çınlama yayıldı etrafa. Beynim kemiriliyordu sanki. Kulaklarimi ellerimle kapadım. Etrafımdaki askerler tek tek yere yigilmaya başladı. Tâkatim kalmamıştı. Benim de gövdem yerle birleşti.
• **
Uyandigimda tanımadığım bir yerdeydim. Duvara dayanarak oturuyor pozisyondaydim. Ellerim bağlıydı. Gözlerim ışığa alistiginda farkettim ki önümüzde değişik bir platformda vardı. Fransız askeri koltuğa oturttular boynunda takılı olan küçük bir şeyi ellerindeki değişik bir aletle koparıp aldılar. Bu alet sanki mağazadaki bir kıyafetin alarmıni söken şey gibiydi. Boynundaki o şey çıkarılan asker, sanki beyni çıkarılmış gibi yere düştü. Onu kenara koyup bizden birisini aldılar. Onu koltuğa gotururlerken bağırmaya, kurtulmaya çalıştı. Fransız askerden çıkardıkları küçük şeyi alıp , aynı aletin içine koyup onun boynuna bastılar. Asker, ya acıdan ya da ondan daha fena bir şeyden olsa gerek ellerindeki ipi kopartti. Direnmeye başladı. Başındaki doktor kılıklı adam küçük bir cerrahi testere aldı. Önce adamı tuttular ve bir iğne yaptı. Adam yavaş yavaş hareketsizlesti ve bayıldı. Sonra askerin kollarını kesmeye başladı. Bu iğrenç bir manzaraydı. Kolları kesince kan kaybını önlemek için bi tomarı pamuk ve kan pıhtılaştirici tozu adamın kollarına bastı. Sonra küçük şeyi boynuna taktilar. Bu küçük şeyi filmlerde gördüğüm çiplere benzetmistim. Tam o sırada iri yarı bir adam beni tutup koltuğa doğru çekti. Karşı koymaya çalışıyordum ama ellerim bağlı olması işleri zorlastiriyordu.

Çeke çeke beni koltuğun yanına getirdi. Zorla oturttu. Eline o çiplerden birini aldı. Elindeki alete yerleştirdi. Boynuma doğru yaklaştırdı. Sürekli kafama bir sağa bir sola atiyordum. Ama kaçarı yoktu. Biliyordum ki çaresizdim ama yine de refleks olarak bedenim kurulmaya çalışıyordu. Önce boynumda bir sızı hissettim. Sonra karşıdaki adamın yüzü birden babamın yüzüne döndü. işte babam karsimdaydi. Kaderin bizi ayırdığı babam.
• **
-Baba! Nerelerdeydin baba.
+Yukardayim oğlum. Olmam gereken yerde. Gördüm ki asker olmuşsun.
-Oldum baba. Senin gibi asker oldum bak bende.
+Aslan oğlum benim.
-Niye bıraktın beni, vatanıni, annemi baba?
+Öyle olması gerekti oğlum.
-Bende şehit olacağım baba senin gibi .
+Sus sus
• **
Birden acıyla irkildim. Koltuktan fırlarcasina kalktım. Albayimin yere düşüşünu gördüm. Bana çipi takacaklari sırada yetişmiş , elleri bağlı halde doktorun üzerine atılmıştı. Bütün bedenimde duyduğum tarifsiz acının yardımıyla ellerimdeki ipi koparttim. Acil anlarda kullanılması için verilen el tabancasini cizmemden çıkarıp albayimin başına üşüşmüs adamlardan birisine sıktım. Üzerime doğru gelen doktorun silahın arkasiyla kafasına vurdum. Bunu gören diğer adamlar ellerini kaldırdılar. "Kıpırdarsaniz acımam hepinize sıkarım" dedim.

Albay da yerden kalktı . Tezgahta duran kalın ipleri Albaya fırlattım. Adamları bağlamaya başladı. Ben de o sırada bizimkileri uyandırıp birer birer iplerini çözdüm. Hızlı olmaliydik. Sayıları bu kadar az olamazdı. Mutlaka silah sesini duyup gelenler olurdu. Yerde yatanlara baktım. Fransız askeri hareketsizdi. Bizim asker ise nefes alıyordu. Göğsü alcalip yükseliyordu. Hemen kaldırıp koltuğa oturttum. Cihazı elime alıp inceledim. Rusça yazılar vardı. Buna şaşıracak vaktim yoktu bile. Çipe aleti yerlestirip , çipi çıkarttım. Biraz sert yapmış olacaktım ki, kan suzuldu boynundan. Buldugum bir parça bezi yaraya sardim ve askeri yere yatırdım. Silahlarimiz alındığı için elimizde sadece el tabancalarimiz vardı. Çizmelerimizi aramak akıllarına gelmemişti. Bagladigimiz adamları silahın tersiyle vurup bayılttim. Üstlerini aradım. 3 tabanca 2 bıçak çıktı. Demekki onlar da teçhizat almamislardi. Odanın kapısına yöneldik. Kapı parmak izi kilitiyle korunuyordu. Filmlerden gördüğüm sahneler geldi aklıma. Cansız yatan doktorun parmağını kesip kilit e zütürdüm. işe yaramisti. Parmağı cebime attım. Koridoru kolacan edip , diğerlerine gelin işareti yaptım.

Önümüzde uzun bir koridor vardı. Silahlari gerekli olmadığı. Müddetçe kullanmamaliydik. Hem mermi sıkıntısı yaşardık hem de çok ses çıkarmış olurduk. Katlar arasında merdiven yoktu. Asansöre yöneldik . Düğmeye bastım. Beklemeye başladık. En aşşağı kattan geliyordu. Herkes arkasını dönüp etrafı kolluyordu. Ben ve bir asker daha asansöre silah doğrultmustuk. Dolu geldiği taktirde , kurşunu yapistiracaktik. Nihayet asansör geldi. içi boştu. Asansör hepimizi alamazdi. Bolunmemiz lazımdı. Ben ve 4 kişi daha asansöre bindik. Şuan bulundugumuz kat 8. kattı ve 13 katliydi bina. Bütün katları temizlememizin imkanı yoktu. Plan şuydu. Biz 5 kişi asansöre binip , silah odasının yerini araştıracaktık. Kalan 6 kişilik ekip de o katı temizleyip bizi bekleyecekti. inilebilecek 7 kat vardı, cikilabilecek ise 5 . Yapılacak bir şey yoktu. 7. Kata inip ilk bulduğumuz kişiyi konusturmaya çalışacaktık. 7.kata indi asansör. Kapı açılır açılmaz karşımıza bir adam çıktı. Bir ceviklikle üstüne atlayıp ağzını tuttum. imkanı yoktu susmuyordu. Yakalanmamak için adamı da asansöre çekip tekrar üst kata çıktık

Adamın üstünü aradık. Silahsizdi. Benim çat pat rusçam vardı. "Rusça bilen var mı? " diye sordum. " yukarıda bıraktığımız askerlerden biri benim arkadaşım. Onun rusçasi baya iyi" dedi birisi. Olaylar öyle hızlı patlak vermişti ki, Tim olarak tanisacak zaman bulamamistik. Sadece ilk gün uçakta bir iki cümle sohbet etmiştik. O da klagib Günaydın , Merhaba tarzı cümlelerdi. Yukarı kata varınca, rusca bilen arkadaşıyla konuşup yardım istedi. Adamın ağzını bıraktım. Kıpkırmızı olmuştu. Rusça bilen askere " burası neresi ? " diye sormasini rica ettim. Kısa bir süre konuştular. Rusça bilen asker bize dönüp. " önce söylemedi , ama onu oldurecegimizi söyleyince konuştu. Doğru mu söylüyor emin değilim ama tahmin ettiğimiz gibi Rusyada degilmisiz. " şaşırdık. " peki neden her yerde rusca yazılar var? " dedi Albay. Asker tekrar adamla konuştu. "Bunu söyleyemem diyor" dedi. "Ne demek soyleyemiyor. Hemen söylesin yoksa söyleyebilecegi bir ağzı kalmayacak " dedim. Benim bagirmamdan olayı anlayan adam , askere bir şeyler söyledi. Konuşması bitince asker bize dönüp " burada bir proje yürütülüyormus. Bizden önce de buraya fransız bir timin getirildiğini söyledi. " kafamda olaylar sekillenmeye başlamıştı. Artık tek düşüncem , alabildiğimiz kadar bilgi ve dosya alıp burdan bir şekilde kaçmakti.


Ama önce silahlarimizi almaliydik. Silahlarimizin nerde olduğunu sorsana dedim askere . Tekrar aralarında kısa bir konuşma geçti. "6. kata üstümüzden çıkanları koymuşlar. " dedi. Bu adamı da kafasına vurarak bayıltip, bizi ilk koydukları odaya goturduk. Kegib parmak hala cebimdeydi. Bizim silahtan daha çok işimize yariyordu.
Şimdi söyle bir planım var diyip Albaya döndüm. içimden geçenleri anlamışti. Devam et dercesine kafasını salladı. Artık özel bir harakat falan değildi. Bir ölüm kalım kavgasıydi artık içinde bulunduğumuz. Ve rutbenin bir önemi yoktu. " planimiz şudur. 6. Kata inip silahlarimizi ve saatlerimizi alacağız. Daha sonra aramızdan 2 kişi buraya geri gelip fransız askeri ve bizim askeri alacak. Bundan sonra... " bundan sonra artık binadan çıkmamız lazımdı. Ama kafamı kurcalayan bir konu vardı. Sözümü yarıda kestiğim için bana sordular. " bundan sonra? " . Burdan öylece çıkmak içime sinmiyordu ama bu kadar insanı tehlikeye atmak bencillik olurdu. Hepsi eğitimli birer asker olsa bile.
Bundan sonra da , yürütülen gizli projeyle ilgiki dokumanlari almaya çalışacağım. Eğer gönüllü olarak kalmak isteyen varsa kalabilir , yoksa sizi zorlayamam dedim. Herkes birbirine baktı. Gözlerimi kapattım. Birden " senleyiz" dedi herkes hep bir ağızdan. Sevinmistim. Ama sevincimi belli etmeden sadece " var olun " demekle yetindim.

Yine 2 posta halinde asansöre binmemiz lazımdı. Yine ilk aşağıya inen grup olarak 6. Kata indik. Biz inince asansör yukarı hareket etti. Biraz sonra timin geri kalanı da geldi. Hep beraber çok kalabalık oluyorduk. Ama ince ayrıntıları düşünecek kafa kalmamıştı. Lakin asker olmak demek en zor şartta dahi , en uç ihtimali öngörebilmek demek değil miydi? " iki gruba ayrılalım. Bütün odaları Tek tek kontrol edelim. Silahların olduğu odayı bulan taraf tekrar buraya gelsin. Karşılaştığınız kişileri kursunlamak yerine bayiltin. Daha az gürültü çıkar. " dedim. iki gruba ayrıldık
ilk girdiğimiz oda boştu. Bilgisayarlar ve Dosyalar vardı. Tam çıkacakken aklıma geldi. Hazır rusca bilen arkadaş yanımızdayken burdan bir kaç dosya almak lazımdı. Adını bile sormaya fırsatım olmadığı bu askeri sadece " hey" diyerek çağırdım. Yanıma geldi. "Şunlarda ne yazıyor bakar misin " dedim. 5-10 saniye kağıtları karıştırdı. " Sovyet Rusya ile ilgili bir şeyler yazıyor. Bir de bitirilemeyen deney diye bir sifreleme vardı". Sanırım bize gerekli olan en az bir iki cümle geçiyordur diye düşündüm. Dosyalardan bir iki tanesini alıp odadan çıktık. Katta çok fazla oda yoktu fakat çok temkinli olmamız gerektiği için yavaş ilerliyorduk.



Odadan çıkıp başka bir odaya geçiyorduk. Genelde odalar ya boş oluyordu , ya da çıkan kişiler de silahsiz oluyordu. Her şey iyi gidiyor gözüküyordu. Ve nihayet odanın birinde timin geri kalaniyla karşılaştık. Bakmadigimiz tek oda kalmıştı. Hep beraber odaya girdik. Silahlarimizin son girdiğimiz odada çıkmasına uzulsek mi , onları buldugumuza sevinsek mi bilemedik doğrusu. Hemen silahları aldık . Masada da kol saatleri vardı. Onları da kolumuza taktiktan sonra artık gidebilirdik. Üst katlardan sesler geliyordu. Ama biz çıkışa gideceğimiz için mutluyduk. O sırada içimizden biri o cümleyi söyledi. " Peki ya yukardakiler? " hepimiz tamamiyle onları unutmuştuk. Almamız gereken fransız askeri ve bizim askerimiz vardı. Yukardan gelen sesler bizi ürkütmuyor da değildi. Hep beraber yukarı cikamazdik da. Onları orda bırakmak belki de hepimiz için hayatımız boyunca duyacagimiz bir vicdan azabına sebep olacakti. Ama belki de cikarsak vicdan azabı duyacağımiz bir hayatımız olmayacaktı.
Şimdi herkes bana bakmaya başladı. Omuzlarımda kaldiramadigim bir yük hissettim.


Onları orada birakamazdik. Hiç olur muydu? Ya bana yapılsa bu. Bir insan evladını ölümün ellerine bırakmak bir insan evladına yakışır miydi? Onları ne pahasına olursa olsun ordan almaliydik. Ben önce davranıp asansorun yanına gittim. " eğer gelmek isteyen varsa gelebilir " dedim. 10 kişinin 10 u da bir adım öne atti. Şimdi anliyordum Albayin neden tim için bizleri sectigini. Ama bir tek... bir tek kendimi anlamıyordum. Belki de aralarında en düşük rütbeli bendim. Ben neden seçilmiştim?
Bunlar sadece kafamdan anlık geçen düşüncelerdi. Hızlı olmaliydik. Aralarından bir iki kişi seçtim. Asansöre en fazla 6 kisi sıkışabiliyorduk. Asansorun iki yandan kapısı kapanmadan hemen önce sanki bir fotoğraf görür gibi arkadan koşarak gelen bir adam gördüm. Yanlış mı gördüm diye sağa sola bakinirken, yanimdakiler de şaşkın bir şekilde birbirine bakıyordu. O sırada aşağıdan sadece bir el silah sesi geldi.



Paniğe kapılıp yanlış kararlar vermemeliydik. Asansör açılır açılmaz odaya doğru koştuk. Parmağı cebimden çıkarıp okuttum. içeri girdik. Hala her şey aynıydı. Herkes yerde yatiyordu. Fransız askerin durumu çok iyi değildi. içimizden biri onu sırtladı. Ben , bizim askeri uyandırmaya çalışıyordum. Adını sordum yanimdakilere. Taha dediler. Taha! TAHA! Çok bağırmistim. Sesimi alcaltip hafif hafif tokatlar atiyordum. Nihayet gözünü araladi. "Kalk hadi çabuk . Çıkmalıyız buradan" dedim. Yerinden doğruldu. Belinden tutup ayağa kaldırdım . O sırada belimde bir islaklik hissettim. Arkami döndüğümde , Bakmadigimiz adamlardan birinin benim dibimde olduğunu gördüm. Elimdeki silahı sanki bir muşta gibi adama salladım. Tekrar yere yığıldi. "Hadi çıkalım şuradan! " dedim. Kapıya yoneldigimde kimse hareket etmeden bana bakıyordu. Dikkatli baktığımda , bakışlarını belime odaklandigini gördüm. Belimde bir bıçak vardı...


Ne olursa olsun soğukkanlıliligimizi yitirmemeliydik. Şuan değil. Yarayla bereyle burdan çıkınca uğraşıriz dedim içimden. "Çabuk olmalıyız bakmayın öyle" dedim. Parmağı tekrar okuttum. Asansöre geldik. Ama bir sıkıntı vardı. Artık 6 değil 8 kisiydik. Sürekli bir paradoks gibi bununla uğraşmaktan sıkılmıştım. Artık yapacak bir şey yoktu. Hep beraber bindik asansöre. içimden asansör halatinin kopmamasi için dua ediyordum. Zorlandığı belliydi. Gicirdaya Gicirdaya aşşağı indi. 6. Kata geldigimizde , bizi bekleyen kimse yoktu. Asansör biz gidince de çalışmamışti. Demekki bu katta bir yerdelerdi. içimden asansör kapanırken koşan adam ve silah sesini geçirdim. Ama tek el silah sesi duyulmustu. Eğer bizimkilere sıkılsa mutlak olarak karşılık gelirdi. Demek ki iyiler diye dedm kendi kendime. O sırada ince ve sessiz bir ıslık sesi isitildi. Sonra sol tarafta odanın birinden biri el salladı. Oraya doğru gittik. Kapıyı açıp silahı içeri dogrulttugumuzda bizimkileri gördük. içeri girip kapıyı kapattık. Bir asker eliyle sus işareti yaparak fısıltıyla söze girdi. " Siz giderken bize doğru bir adam koştu. Adam da değil şeydi . Hani filmlerde olur ya... " başka bir asker
"Zombi mi?" Dedi.
"Evet evet o , tam zombi de değildi ama öyle davranıyordu. Silahla vurmak zorunda kaldık. Ama silah sesi üzerine o şeylerden birkaçı daha koridorlarda koşmaya başladı. "


Şimdi basimizda şuursuzca saldırgan insanlar , Kapasitesi yetersiz bir asansör ve 6 kat asagidaki çıkış kapısı vardı. Karşılaştığımız durumları sorgulamadan , sadece hayvani hayatta kalma dürtuleriyle hareket etmek geliyordu hepimizin içinden. Ama böyle yaparsak belki de kurtulamayacaktik. Önce şu etrafta koşturan insanların ne olduğunu cozmeliydik. Belgeleri çıkartıp okuması için rusca bilen askere uzattım. Tek tek sayfalara göz atti. Sonra " bahsi geçen olay şudur. Rusya Federasyonu , gizli bir çalışma başlattı (2028) . Sovyet Rusya zamanında yapılan deneyler incelendi ( uyku deneyi vb.). Tüm bulgular ışığında yeni bir proje ortaya çıkarıldı."dedi ve durdu. Biz oku anlamında yüzüne baktık. 2. Dosyayı açıp ordan devam etti. "Proje başarıya ulaştı ve test için fransız denekler kullanıldı. (2029) "hepimizin kanı donmustu.
"Deneklerin zihin kontrolleri sağlandı. Fakat uzun süre kontrole tabi tutulan deneklerin durumu ex" hepsi bukadardi. Tuylerimiz urpermisti.
Yapılması gereken şey belliydi. Yine 2 grup olup aşşağı ya inecektik. Aynı gruplar yine ayrıldı. Önce biz aşşağı indik. Sonra diğerlerinin gelmesini bekledik. Çıkış kapısı kilitliydi. Disarisi karanlikti. Bina kapanmisti. Demek ondan binada az kişi vardı. Peki o zihinleri başkalarının elinde olan insan zombiler? Peki ya doktor? Neden gecenin bir vakti deneylerinin yapıyordu. Kilide iki el ateş edip kirdik. Kapıyı açıp dışarıya çıktık. Binadan çıkmıştık. Oradan iyice uzaklasmaliydik. Yön tayini yapamadan ufla doğru yürüdük. Saatlerimizle de , birileriyle iletişim kurmaya çalıştık. Nihayet bizi buraya yollayan fransız askeriyesi sinyalimizi aldı. Konumumuzu belirtip helikopter istedik. En nihayetinde helikopter bizi aldı. Bunca kargaşada yaramı unutmuştum. O an hissetmedigim yaram şimdi derinden sizliyordu. Rahatladık dedik olacaklardan habersiz.


Hem ruhumuz hem bedenimiz bitkin düşmüştü. Helikopterdeyken hepimiz uyuduk. Belimde bıçakla rahat etmemin imkânı yoktu. Fransaya kadar uzun bir yol vardı. Bıçağı kendim çıkarmaya karar vermiştim. Ağzıma bir bez parçası alıp bıçağın sapini kavradim. Bir çekişte çıkardım. Yaşadığım acının tarifi yoktu. Bezi yaraya bastırdım. Bıçaktaki kanları kiyafetime sürüp temizledim. Bıçakta "made in france" yazıyordu.

Fransaya vardığımizda , bizi bir sağlık ekibi karşıladı. Önce dinlenmemiz için bizi kalacağımiz yere zütürdüler. Sonra benim yarama pansuman yapıldı. "Sanslisin. Önemli bir sinire denk gelmemiş." Dedi doktor. Teşekkür edip bizimkilerin yanına döndüm. Tekrar fransız askeriyesine gidecektik. Bana " istersen sen gelme yaran var . Hem önemli şeyler söylemeyecegiz" dediler.
"Hayır!" Dedim. Benim söyleyeceklerim vardı.

Akşamüstü saat 5 gibi tekrar araçlara bindik. Askeriyeye doğru yol aldık. Yoldayken çıkarıp, bıçağın üstündeki yazıyı okudum. *MADE IN FRANCE*
Aldigimiz dosyalar daha yeniydi. Fransız deneklerden bahsediliyordu. O fransız askerleri ne için oraya gitmişti? Ben bunları düşünürken Askeriyeye varıldı. Hepimiz indik ve yürümeye başladık. Tekrar o seminer salonuna geldik. Bu sefer seminer falan yoktu. Bizi orda beklettiler. 5-10 dakika sonra tekrar fransız generaller geldi ve "canlı donebileceginizi dusunmemistik" dedi.
Burama kadar gelmiştik. Dosyaları alıp ayağa kalktım." Burda fransız deneklerden bahsediliyordu. " dedim. Birbirlerine baktılar. Konuşmalarına fırsat vermeden cebimdeki bıçağı çıkarıp " peki ya bu? MADE IN FRANCE * yazıyor" dedim.
Dosyalara bakmak istediler. Gidip uzattım.
"Askerlerimizin, görevi basarisizlikla sonlandirdigini biliyorduk. Lakin... "
Sözünü kestim : " Ihtiyaciniz olan bu dosyalardi. Fransiz tim bu yüzden yola çıktı. Sonra haber alinamayinca bizi bir pacavra gibi oraya attiniz. Nasıl olsa canimizin bir önemi yok. Maksat Türkiye de Rusyaya karşı savaşa girsin. 1. Dünya savaşında Almanların yaptığını yapmaya calistiniz dimi! "

Herkes şaşkınlıkla bana bakıyordu. Sesim fazla yükselmişti ama haksız da değildim. Bize karşı yapılan sorumsuzluklar ve bizi bile bile ölümün pençesine atmaları kabul edilebilir bir kabahat değildi. Eğer olsaydı ve orada ölseydim, kendi vatanım için bile değil, elin gavuru ülkemi savaşa sürüklesin diye ölecektim.
Bu sandığınızdan çok daha ciddi bir durum genç asker. Öfkenizi anlıyorum. Haklısınız. Fakat olacakların farkında değilsiniz. Bu elimde tuttuğum belgeler; Rusya Federasyonunun , sovyet rusya arşivlerini masaya döktüğü ve gizli yürütülmüş eski projeleri hayata geçirmeye çalıştığını gösteriyor. Ve okuduysanız , içinde zihin kontrolünden bahsediliyor. Orada olanları sizler gördünüz. Ortak çalışarak büyük bir felaketin önüne geçebiliriz. dedi Fransız General. Söyledikleri mantıklıydı. Ama ne olursa olsun bizi sadece ölmemiz için yollamışlardı. Kendi çabamızla hayatta kalmış, ve bilgiler almıştık. Şimdi neden bu çabamızın sonucunu onlarla paylaşalım ki?
Olabilecekleri düşünsenize bir. Eğer Rusya deneyleri tamamlar, geliştirir ve birer silah olarak kullanmaya başlarsa neler olacak? Belki de hiç bir nükleer silah bile onları durduramayacak. Almanya da karışıklıktan yararlanıp ve Rusyadan feyz alıp Nazi Almanyası zamanındaki deneyleri yürürlüğe koyabilir. Bu durumda mevzu bahis olan sadece sizin canınız değil, dünyanın kaderidir.


Önceki
Sonraki »

8 yorum

yorum
Unknown
admin
23 Haziran 2016 00:58 ×

Kardeş senin olayın nedir? Yalnız, iyi palavra sallıyon gibi geldi .d

Cevap
avatar
Unknown
admin
16 Şubat 2017 00:04 ×

Amk devam etsene

Cevap
avatar
Unknown
admin
26 Şubat 2017 23:04 ×

hadi abi devam ettirsene bekliyoz. yalnız harbi iyi bi yazarmışsın abi sayende hayattan soyutlanıp hikayeye geçiş yaptım.

Cevap
avatar
ankayg
admin
16 Şubat 2018 19:34 ×

abi aylardır bekliom devamını hadi be

Cevap
avatar
x
admin
9 Mart 2018 03:56 ×

Devamı eklendi, iyi okumalar.

Cevap
avatar
x
admin
9 Mart 2018 03:57 ×

Devamı eklendi, iyi okumalar.

Cevap
avatar
x
admin
9 Mart 2018 03:57 ×

Devamı eklendi, iyi okumalar.

Cevap
avatar
Unknown
admin
29 Nisan 2018 12:10 ×

Admin bi bolgeden sonra ayni hikayeyi bastan yazmissin

Cevap
avatar

DönüştürDönüştür İfadeİfade