Boncuk ömerin hikayesi ~ Deepweb,2018,illuminati,korku,hikaye,cin,hack,credit,card,uzaylı,aog


İnci Sözlük yazarı ve AOG Üyesi |Tugay Sr.| Bilginin arasında jupitere kadar koşanların arasına hoş geldin.Artık başımdan geçen ibretlik/komik anıları Başıma geldi menüsünden okuyabilirsin.

Boncuk ömerin hikayesi



Mrb ben Ömer, boncuk Ömer.
taksici bir babanın, emektar bi ananın sondan 2. mamülüyüm.
evlerden ırak bir abim, üzerimde anam kadar emeği olan bir ablam ve bir de bin bir kardeşim var.

çok sivri bi çocukluğum yoktu aslında,
kimse beni ne parmakla gösteriyor ne de itin zütüne sokuyordu.
aile içinde de pek bi forsum vardı denemez,
ne en büyük olup sorumluluk aldım ne de en küçük olup şebeklikler yaptım,
gib kafalı vasıfsız ortanca çocuklardan biriydim işte.
yaşıtlarımdan tek farkım küçük yaştan itibaren çalışıyor olmamdı.
ilk okulda bi kaç defa sene sonunda eve zayıf karneyle döndüğümde babam şakayla karışık seni sanayiye vericem, okuyacağın yok senin diyordu.
başlarda gülüyor, gibime takmıyor, öyle bişey yapacak olsa benden önce abimi verirdi diyordum

sene 1997
ertesi sene eve aynı karnenin benzeriyle geldiğimde babam bana gel bak seni kimle tanıştırıcam diyerekten elimden tuttu ve çıktık evden.
babamın sarı şahinine bindik ve düştük yollara.
bi kaç defa babamla gittiğimiz izmit küçük oto sanayiye doğru gidiyorduk beyler.
hiçbir şey diyemeden usulca gideceğimiz yere varmayı bekledim. çok korkuyordum amk. daha 11 yaşındaydım, çalışmak için önümde zaten uzun yıllar vardı, ne acelesi vardı amk,
2. sokaktan girip az ilerki dükkanda durduk.
Babam "cemil ustaaa" diye seslendi boş dükkana.
Dükkanın tabelasında “cemil oto” yazıyordu. ne kadar yaratıcı amk diyerekten sövdüm içimden.
Kimse yok gibiydi, hadi baba yok işte gidelim demek istiyor, oracıkta dayak yemekten korktuğum için susuyordum.
1 dakika kadar sonra içerden elini üsküpüye silen üstü başı yağ içinde benden de küçük bir çocuk geldi
-buyur abi. dedi
-cemil usta yok mu. diye sordu babam
-yok abi cumaya gitti. dedi
herkes senin gibi münafık mı dıbına koyim demek istedim babama ama yine aynı sebepten ötürü sustum.
-çay içermişiniz abi diye sordu bizim ufaklık
-babam, vallahi iyi olur 1 çay 1 de oralet söyleyiver. dedi babam
oraleti kendi içmeyeceğine göre benim yerime karar vermiş daha ilk günden muhtemel iş arkadaşıma rezil etmişti beni.
daha çaylar gelmemişti ki Cemil usta geldi.

cemil usta 50’li yaşlarda, orta boylu, hafif sakallı, gözlüklü, temiz yüzlü bi adamdı.
ben babamın beni buraya işe sokmak için getirdiğini biliyor ama bi ümit sanki arabayı yaptırmaya gelmiş gibi cool takılmaya çalışıyor, cemil usta ve diğer çocuğa hiç pas vermiyordum.
(spoiler vermek gibi olmasın ama şimdiki aklım olsa cemil ustanın taşşağını yer öbür çırağa da sımsıkı sarılırdım.)
O gün pek giblemesem de aralarında neredeyse yarım asır olan bu iki insan babamdan da öte hayatımda tanıdığım en kıyak iki insan olarak kalacaktı beyler. (bu lafımı unutmayın).
babamla cemil usta kenara geçip ayak üstü konuşurken çırak beni kesiyordu.
fakir bi ailenin çocuğuydum ama o an kendimi zengin hissettim be binler.
utandım, hatta çaktırmadan yan tarafımda kapısı sökülmüş siyah murat 131in kapı menteşesine sürtünüp ona benzemeye çalışıyordum fındık kadar beynimle.
babamla cemil usta lafı uzattıkça uzatıyor, benim oralet gelmiş masanın üzerinde buz olmuşken onlar diyafondan 2. çayı söylüyorlardı.
derken çırak
-pantolonun yağ olmuş. diye eliyle üzerimi gösterdi.
-ben hiç bakmadan ne var yani seninki de olmuş. dedim.
öyle sıcak güldü ki beyler o dostane gülüşü ömrüm boyunca unutmayacaktım.
zalim babam cemil ustayla pazarlığını bitirmiş yanıma doğru geliyordu.
aslında çalışmaktan korkmuyordum ama cahil bi bin olarak kalmak en son istediğim şeydi.
dükkandan çıkarken o saçma film repliğine şahit oldum beyler.
babam cemil ustaya bakıp pis pis gülerek
-eti senin kemiği benim cemil usta. dedi.
-merak etme evlat bana emanet. dedi cemil usta babacan bi tavırla babamı züt ederek.
arabaya bindik ve eve doğru gidiyorduk. hiç konuşmadık yol boyunca babamla.
çok kızgındım çünkü ona.
11 yaşındaki çocuğu işe sokmak ne demekti amk, hem de bana sormamıştı bile, 2-3 şakayla karışık lafını etmişti sadece.
eve girdiğimizde evde sadece annem vardı. hoşgeldiniz dedikten sonra kurduğu ilk cümle yeni işin hayırlı olsun oldu. vay amk ana dediğimiz, bağrımıza bastığımız kadın da onlardan çıkmıştı. bunlar resmen çete kurmuşlar üzerimden prim yapacaklardı. o an sığınacak kimsem yoktu ve çaresizce;
-ama baba okul? diye sordum
-okul sanki çok gibinde. diyip kestirip attı
ama ana yüreği işte o daha fazla dayanamamış olacak ki merak etme bu yaz normal çalışırsın, seneye zaten sabahçısın okul bitince işe gidersin dedi.
oh amk ne güzel her şey planlanmıştı. içimi rahatlatan tek şey çırağın o sıcacık gülümsemesi ve cemil ustanın o babacan tavırları olmuştu.
o gece neredeyse sabaha kadar uyumadım beyler, yatakta döndüm durdum.
kardeşimle aynı yatakta ay uçlu baş uçlu yattığımız için onu da uyutmadım haliyle.
ama üzgün olduğumu bildiği için arada uflayıp puflamaktan başka bir şey de yapmadı.
ertesi sabah cumartesi günü olmasına rağmen işe gidecektim.
bari pazartesi gitseydim, cumartesi ilk iş günü mü olurdu vicdanını gibtiklerim.
sabah olmuştu.
annem bize kahvaltı yaptıktan sonra babam anneme hanım, ömere eskilerinden çıkar da onlardan giydir dedi.
sanki normalde giydiklerim çok yeniydi ya amk. neyse dedik bunu da sineye çektik.
olsun lan dedim kendi kendime en azından çoğu insanın yapamadığı şeyi yapıyordum.
işe taksiyle gidiyordum şekle bak dıbına koyim.
babamın taksisiydi ama olsun taksiydi işte amk.
babam beni o sabah tüm yaz boyu olacağı gibi dükkana bıraktı ve durağa geçti.
Vicdansız babam beni dükkanın önüne bıraktı ve durağa geç kaldım diyerek beni orda bin gibi bırakıp gitti.
sabah saat 7:30 du ve cemil oto henüz kapalıydı beyler.
o gün ilk defa aniden büyüdüğümü hissettim binler, yalnızlığın ne kadar zor olduğunu, yeri geldiği zaman sırtını anana babana bile dayayamayacağını öğrendim.
hala önce babama sonra da anneme çok kızgındım ta ki yıllar sonra bunu neden yaptıklarını öğreninceye dek.. neyse
aradan 20 dk falan geçmişti ki çırak geldi, küçücük kafasıyla koca adam gibi kahve selamı verekek cebinden çıkarttığı anahtarla darabanın kilidini açtı ve yukarı kaldırdı.
bileğine astığı poşeti sallayarak hadi usta uyan bak simitleri bu sefer sıcak aldım diye seslendi.
cemil ustanın dükkanda yattığını o an öğrendim.
"ooo beyler erkenciyiz" diye seslendi cemil usta yattığı yerden doğrularak
o kalkana kadar çırak çayı koymuştu bile.
küçücük masaya 3. bardak konmuştu beyler.
çırak bana bakarak
-yoksa sana oralet mi söyliyim. dedi sırıtarak
çok pis taşak geçmişti ama kızamadım amk beyler, güldüm öylece mal gibi.
cemil usta dükkanın tabelasının gölge yaptığı yere oturduğunda çırak çayları koyuyordu.
hepimize demi aynı koydu çırak.
cemil usta şakayla karışık çırağın kafasına vurarak.
-ulan Emrah amk sana karter düzmeyi öğrettik bi çay koymayı öğretemedik ya ben daha bişey demiyorum sana diyerek güldü.
öyle tatlı sert vurmuş ve öyle babacan gülmüştü ki resmen bana niye vurmadı diye kıskanmıştım.
En kral panpamla adam gibi tanışamamış adını bu şekilde öğrenmiştim. O benimkini biliyordu, muhtemelen biz babamla ilk gün gittikten sonra Cemil ustaya beni kim bu mal" diye sormuştu belki de, bilmiyorum.
Kısa zaman sonra öğrendim ki ufaklık dediğim çırak benden 3 yaş büyüktü.
vay amk boyu omzuma gelen çocuğa neredeyse abi diyecektim.
neyse ki boy ve yaş farklarını dengeleyerek sadece Emrah dedim.

Zaten yazları tatil nedir bilmediğimiz için o yaz bana koyan bişey olmamıştı.
yaz tatili benim için 3 ay boyunca bıkmadan usanmadan sokakta it gibi koşmaktan bi yerden para bulursak atari salonuna gitmekten ibaretti.
sabahları okula gider gibi işe gittim, iş çıkışı da her zaman olduğu gibi sokakta koşturdum. hali vakti bizden biraz daha iyi olan çocuklarla çalışamaya başlamadan önce aramda bi fark
hissetmezken çalışmaya başladıktan sonra sosyal sınıf ne demek onu küçük yaşta öğrenmiş oldum beyler.
başlarda koymuştu ama zamanla ona da alışmıştım amk.
sınıftaki herkes, mahalledeki tüm çocuklar hatta abim ve kardeşim gözüme o kadar mal geliyordu ki. boş yaşıyorlar amk diyordum.
yaz bitmiş okul başlamıştı.
annemin dediği gibi olmuştu.
sabahları okula öğleden sonra işe gidiyordum.
ama artık sabahları evden babamla çıkmadığımız için yaklaşık 3 km’lik yolu yürümek zorunda kalıyordum.
zaten çıtı pıtı bi çocuk olduğumdan yürümek bana koymuyordu, yorulmuyordum.
okulda, çalıştığımı öğrendiği için benle konuşmayan maçlarına almayan huur çocukları vardı. nefret ediyordum binlerden ama mecbur gidiyordum okula.
Öyle böyle derken aradan yıllar geçti beyler, cemil usta adeta babam, emrah ise can yoldaşım olmuştu.
her taku onlara anlatıyor ne zaman başım sıkışsa emrah’tan yardım istiyor mevzu boyumuzu aşarsa cemil ustaya danışıyorduk.
cemil ustadan bi kaç defa dayak yemişliğim oldu ama yemin ediyorum hiç biri acıtmadı canımı, içimden sövdüysem en adi huur çocuğuyum.
yedin bi tak demek ki ömer dedim her seferinde.
bi kaç defa emrahın benim yüzümden dayak yediği oldu.
her taku yaparken "kardeşinim ben senin" diyen adam "niye benim yerime suçu üslendin, boşu boşuna dayak yedin amk" dediğimde "abiler yapar arada" diyordu.
Emrah okula gitmiyordu, dükkanda iş olmadığı zamanlarda ben bazen okulda öğrendiklerimi Emrah’a anlatıyor, en basit şeyi bile mucizevi bir şeymiş gibi dinlemesi acayip hoşuma gidiyordu.
Derken yıllar yılları kovaladı beyler.
biz geldik lise çağına. orta okuldan direk düz lise. Cemil usta aldı beni karşısına sordu.
-evlat elimde büyüdün biliyorsun ama lise çağına geldin, sanırım artık senin vaktin geldi dedi.
yemin ederim gözlerim doldu beyler, o an sen artık büyüdün benim işime yaramazsın der gibi geldi ama ustamın derdi başkaydı.ve devam etti
-baban seni bana getirdiğinde okumaz bu diyerek getirdi, ama sen ne yaptın ne ettin ilkokulu bitirdin, bi kere bile bugun yorgunum okula ya da işe gitmiyim demedin. helal olsun sana. ama işler değişti be evlat lise bu ilkokula benzemez, madem okucaksın al şu lise diplomanı, hem ilerde tamirci olacak değilsin ya dedi.
-usta haftalığımın yarısını kes ben çalışmaya devam edeyim nolur. dedim
çok kızdırmışım demek ki
-ırzını gibeyim senin biz de adam yerine aldık konuşuyoruz, gibtir git ne halin varsa gör, git hadi bak müşteri geldi. dedi
ustam kral adamdı ama sinirlendi mi anadan girer bacıdan çıkardı.
neyse öyle böyle derken çalışmaya devam ettim ben.

bi yaz daha geçirdikten sonra lise başladı.
ama nedense bu sefer çalıştığımı hiçbir arkadaşıma söylememiştim.
ergenlik falan derken gurur yapmıştım herhalde bilmiyorum.
liseye başladığımın ilk haftası normalde 13:00-20:00 olan çalışma saatim okul saati nedeniyle 16:00-20:00 olmuş, şimdinin parası normalde 100 lira olan haftalığım 200 liraya çıkmıştı.
çok şaşırdım ama her halde cemil usta okulun ilk haftası diyerek masrafım olur diye 100 lira fazla ateşledi diye düşündüm.
ama ikinci hafta da aynı parayı alınca işin aslını anladım.
işler her zamanki gibi kesattı ama cemil usta haftalığıma %100 zam yapmıştı.
sorduğumda ise
–genç adamsın artık, karı kız mevzun olur, varken at kenara işte, sonra usta kızla buluşcam diyip benden para isteme. dedi
iyi de amk benim bu yaşıma gelene kadar çocukluk maceraları dışında hiç kız arkadaşım olmamıştı ki.
bu soruyu kafamdan çabucak silip sınıftaki tiplere adapte olmaya çalışıyordum.
hepsi yine maldı amk, bi kaç tane güzel vardı ama onlar da her gerizekalı liseli kız gibi üst sınıftaki erkeklere yazılıyorlardı.
ilk aşk deneyimimi bi kaç malla heba etmeye hiç niyetim yoktu.
zengin bebesi diyebileceğim hiç kimse yoktu ama okula 1 yıl boyunca aynı ayakkabıyla giden tek kişi bendim.
iyi kötü ilk seneyi atlatıp ikinci sınıfa geçecektik.
her okul çıkışı dükkana koşuyor normalde 8 olan kapatma saatimi belki 1 müşteri daha gelir diye bazen 9’a hatta yazın bazen 10’a kadar uzatıyordum.
akşam vakti kaporta işi için gelen hiç olmuyordu ama elektrik işinden bazen ekmek çıkıyordu.
Emrah’tan az çalışıp onla aynı parayı almak gücüme gidiyordu o yüzden normalde Emrah ile dönüşümlü izin kullanırken (cumartesileri ben pazarları o) ben artık hem cumartesi hem Pazar geliyor Emrah’a yalvar yakar haftasonu 2 gün izin yaptırıyordum.
Yani tüm ömrüm okul ve iş arasında geçiyordu beyler.
huur çocuğu abim sevgilisi olan bi kıza musallat olmuş, sevgilisi ve arkadaşları tarafından çok pis dayak yemiş, olay büyümüş mevzu uzamıştı.
Evde sürekli bi gerginlik vardı.
Annem sürekli Kerem abim bu gün eve nasıl gelecek diye ağlayarak bekler olmuştu.
Abim eve her geldiğinde bi taklar oluyordu.
Bi geldiğinde kaşı açık, bi geldiğinde elinde yüzünden yeni hiç bişey yok ama gömleği kana bulanmış.
Abim bu mevzu yüzünden babamla burun buruna gelmiş zaten maddiyattan dolayı güllük gülistanlık olmayan evdeki huzurun dıbına koymuştu.
Babam bazı geceler eve gelmiyor bazı gecelerse çok geç geliyordu.
Tabi o zaman rakı şimdiki gibi değil, gariban içkisi, babam eve her geldiğinde ciğerlerim anason doluyordu.
Rakıyla bu şekilde tanıştım diyebilirim beyler.
Annem güçlü kadındı kolay kolay yıkılmazdı ama babam da eve gelmeyince kadın iyiden iyiye kötü hissetmeye başlamıştı kendini.
Bi tek ablam vardı dayanağı.
Belki bi de ben olurdum ama hem okul hem iş derken eve gelince ya direk yatıyor evde kavga gürültü varsa Emrah’ı arayıp evin aşağısındaki parka gidiyorduk.
Emrah’ın hayatı benimkinden leşti bilirdim ama o kadar ısrarıma rağmen daha 1 kere anlattığını duymadım amk.
ne zaman sorsam hem “boş koy” derdi. bu lafı da ondan öğrenmiştim.
Yıllar yılları kovaladı beyler, abim o mevzudan dolayı 1 yıl süren mahkemelerden sonra adam yaralamadan 4 yıl yedi, mapusa girdi, annem perişan babam desen evin yolunu kaybetti, benden 2 yaş küçük olan kardeşim Selim lisede bi hatunun yoluna okulu bıraktı tak yoluna gitti, yani ablamı saymazsak aralarından en düzgünü ben çıkmıştım amk, seviyeyi sen düşün.
Derken lise bitmiş sonunda en azından lise mezunu olmuştuk.
Üniversiteye gitmeye ne niyetim vardı, ne maddi gücüm.
Annemle ablamı da aklı bi karış Selim’e emanet etmek zamanında 12 adaları italyanlara bırakmamız kadar saçmaydı.
Üniversiteye gitmeyecek sanayide gittiği yere kadar çalışmaya devam edecektim.
Taa ki onu görene kadar………

Annem üzüntüden kısa sürede 15 kilo kadar vermişti, birden çökmüştü kadın.
Her şey üst üste gelmişti.
Yaprak dökümü gibi olmuştuk beyler.
Oğuzun biri hepimizi tek tek gibiyordu sanki.
Kısa süre sonra mahalle eşrafından bi delikanlı ablama talip oldu.
Ablamdan 2 yaş büyüktü ama beni her gördüğünde çekiniyor bazen yolunu değiştiriyordu.
Başta ben de biricik ablama nasıl göz koyar nasıl onu bizden almayı düşünür lan desem de sonra mantıklı düşündüğümde "tabi evlenecek, tabi gidecek lan, kızcağız ölene kadar bizim arkamızı mı toplayacak" amk diyebildim kendime.
Çocuğu araştırdık, mahalleden tanırız ama mevzu ablam olunca iyice araştırdık.
Namazında niyazında ama nerdeyse bizden bile gariban bi çocuk.
Baktım ablamın da gönlü razı sade bi nikahla evlendirdik ablamı.
Ablam yeni evine gidince annem iyice yalnız kaldı.
Burda kalmak anneme iyi gelmeyeceğinden onu Tarsusa ananemlerle teyzemlerin yanına gönderdim.
En azından yiğenleri falan sever teyzemlerle laflar kafası dağılır diye düşündüm.
iyice tek kalmıştım be binler.
Kısacık boyuna rağmen meğer ne kadar yer kaplıyormuş anam evde, o gidince anladım.
Hele ablam, onun yokluğuna belki 2 ay alışamadım. ama neye alışılmıyordu ki panpalar. buna da alıştık elbet.
Annem ve ablam gittikten sonra kısa süre öncesinde derli toplu bir aile evi olan evimiz onlar gittikten sonra tam bir öğrenci evine dönmüştü amk.
Selim ara sıra arkadaşlarını içmeye çağırıyor, babam haftada 1-2 defa duş almaya üzerini değiştirmeye eve geliyordu.
Lise bittikten sonra biz Emrah ile yine haftasonları dönüşümlü çalışmaya başlamıştık.
Cumartesi benim tatil günümdü ve evde hiç bir şey yapmadan uzanıyordum, uzun uzun düşünüyor boş boş tavana bakıyordum.
Babamın arabasını uzun süre göremedim beyler.
Borç harç yapıp sattı herhalde diye düşünüyordum ki bir gün ev telefonu çaldı.
Duraktan Rüstem Abi arıyordu.
-Alo. dedim
-Ömer sen misin. dedi selam sabah vermeden
-Rüstem Abi hayırdır. dedim sesinden tanıyarak.
-Ne hayırı amk pünönünk babanı arıyorum kaç aydır, nerde, biliyor musun? diye sordu.
Her ne kadar sevmesem de insanın yüzüne yüzüne babasına sövülmesi de çok ağrına gidiyordu insanın be beyler.
-Abi ayıp oluyor ama o nasıl laf. dedim
-Ayıbın kralını baban yaptı aslanım, benden 12 bin lira (şimdinin parasıyla) borç aldı, arabasını da rehin diye durakta bıraktı, ses etmedik arabası burda gelir dedik ama kim bilir hangi deliğe girdi muallak. 12 bin lira bul getir al bu arabayı zütür burdan amk. yoksa yemin ediyoum yakıcam. dedi
Sesim içime kaçmıştı, ne diyeceğimi bilememiştim.
-Peki abi. diyebildim.

Ne yapacağımı bilmiyordum beyler.
Emrah'da olsa 1 sn düşünmeden çıkarır verirdi hatta durumu anlatsam gider bi yerden bulur buluşturur hiç bişey olmazsa çalar yine hallederdi.
Bunu bildiğim için Emrah'a hiç ilişmedim.
Cemil ustaya söylemeyi düşündüm bi ara ama gelen müşteriyi, bize verdiği parayı ben biliyordum amk.
Zaten adam ihtiyacı olmamasına rağmen beni fazladan çalıştırıyordu.
Onu da sıkıntıya sokmak istemediğimden gibe gibe çaresizce gittiğim durağa.
Rüstem abi ben yaklaşırken ağzında sigara çardağın altına oturmuş çay içiyordu.
Telefondaki kadar sinirli görünmüyor ama keyfinin yerinde olmadığı sigarayı hızlı hızlı çekişinden belli oluyordu.
Yanına yaklaştığımda çardakta oturan diğer taksicilerin yanında rahat konuşamayacağımız için bana eliyle bekle orda diyerek yarım sigarasını atıp çıktı dışarı.
Bi elini omzuma koyup
-Bak Ömer bilirsin severim seni, mahallemizin çocuğusun, bi yanlışını görmedik, ama baban çok büyük yanlış yaptı. dedi
Adam haklıydı amk,
Babam bize de çok yanlışlar yapmıştı, ablamın nikahına bile gelmemiş kızı en mutlu gününde boynu bükük bırakmıştı.
Biz alışmıştık da duraktakiler kolay kolay sineye çeker miydi amk herkes ekmeğinin peşindeydi.
-Getirdin mi parayı. diye ekmedi.
Bi müddet sessiz kaldıktan sonra o an aklıma bi fikir geldi.

-Rüstem Abi, bilmiyorum bu paranın senin için acelesi ne ama müsaden varsa arabayı alayım taksiye ben çıkayım, peyder pey kazandıkça hergünün hasılatını sana getireyım. dedim.
-Benim de sağa sola borcum var be aslanım. dedi
-Abi araba benim olsa satalım borcunu ödeyeyim plaka da araba da babamın üzerine, bi hal çaren varsa sen söyle ben yapayım dedim.
-Haklısın yapacak bi şey yok, muallak bizi züt gibi bırakıp gitti dedi. muhabbet esnasında babama yerli yersiz laf sokmaya devam etti.
Babamın savunulacak tek bir yanı bile olmadığı için sessiz kaldım beyler. haykıracak çok şeyim vardı ama yuttum hepsini. çaresizdim amk.
-Ehliyetin var di mi.dedi
-Var abi. dedim.
Ehliyetim yoktu beyler, araba kullanma deneyimim de sadece Cemil ustanın dükkandaki arabaları içerden dışarı çıkaracak, dükkanın arkasına park edecek kadar vardı.
Trafiğe hiç çıkmamıştım.
-iyi gel al anahtarı. dedi
içeri girdik, çekmeceden anahtarı verdi ve "umarım sözünde durursun" dedi.
O lafı duyana kadar arabayı alıp kaçmak aklımın ucundan bile geçmemişti beyler.
Bir an acaba lan desem bile, bana güvenen insanları hiç bir zaman yarı yolda bırakmamıştım, bırakmayacaktım, hiç bir zaman (bu lafımı unutmayın)
iyi kötü sağdan sağdan direk Cemil ustanın dükkanına gittim.
Emrah arabayı görünce müşteri geldi sanıp çayını bırakıp koştu geldi dışarıya.
Arabadan benim indiğimi görünce
-Hayırdır lan babanın arabayı mı çarptın dedi. gülerek
Benim gülmediğimi görünce ciddi bi mevzu olduğunu anlayıp o da ciddileşti direk.
-Noldu lan pek bi sıkkınsın. dedi
-Dur abi anlatırım. dedim geçtim içeri oturdum direk.
Derken Cemil usta geldi
-Ne o lan mesai yapmaya mı geldin, bizde mesai ücreti yok be evlat. diyerek gülmeye başladı.
Ben gelmeden önce ikisi de çok keyifliydi amk, şakalar havalarda uçuşuyordu. Keşke gelip keyiflerini kaçırmasaydım diye düşündüm o an.
Emrah ısrar etse de anlatmadım mevzuyu, babamın milleti gibip kaçışını anlatmak kolay değildi beyler.
Ama sonra Cemil usta
-bak evlat bana ikinciyi sordurtma. dediğinde direnmek için çok da şansım yoktu, çünkü harbiden bi daha sormaz burnumdan da getirirdi.
Bunu göze alamadığım için başladım anlatmaya.
Mevzuyu öğrenir öğrenmez
-bana niye gelmedin, biz bostan korkuluğumuyuz burda. dedi sinirlerek.
-ne biliyim usta, zaten yıllardır kahrımızı çekiyorsun, bi işi de kendim halletmek istedim. dedim.
-başımıza adam oldunuz amk. dedi
-hem sen nasıl çalışacaksın şurdan şuraya araba sürdün diye kendini şöför mü oldun sanıyorsun hem daha senin ehliyetin yok. diyerek acı gerçekleri suratıma suratıma vuruyordu. haklıydı,sustum.
Emrah "rahat ol ben halledicem şimdi sus" der gibi bi işaret yaptı.
vardır bi bildiği diyerekten mevzuyu uzatmadım. akşama kadar dükkana iki müşteri geldi, emrah'a el attım yardım ettim. akşama ne yağacağım konusunda hiç bir fikrim yoktu.

Saat akşam 9'a geliyordu beyler.
Cemil usta yukardaki sotesine çıktı.
Biz de aşağıdan "hayırlı akşamlar" usta diyerek çıktık dükkandan.
Tam şöför koltuğuna oturacaktım ki Emrah anahtarı istedi.
itiraz etmeden verdim, sağ ön koltuğa bindim.
Önce bizim eve doğru gittik, Şirintepe'ye sonra stada doğru sürdü arabayı Emrah.
Arabayı sürerken bana trafik kurallarını anlatıyor, bak burdan geçerken şuraya bak, bak bu işaret bu demek oluyor, bak bu yolda 70'i geçme, bu kavşağa sağa girme derken neredeyse tüm izmit'i dolandık. Saat 12'ye geliyordu.Ben tamam anladık amk demesem belki sabaha kadar gezecektik öyle.
Önce bir benzinliğe çekip şimdinin parasıyla 100 liralık benzin aldı depo neredeyse dolmuştu.
Ben "olum ben alırım amk" desem de giblemedi beni.
Sonra tekrar şirintepeye doğru gittik, kendini eve bırakıp arabadan inerken "sen bana lazımsın, dikkatli ol giberim belanı" dedi sadece. mesajı almıştım.
Mahallenin aşağısındaki durağa gittiğimde saat 12:30 a geliyordu.
Rüstem Abi beni ayak üstü diğer şöförlerle tanıştırdı.
Hepsi kendi halinde adamlardı.
Aralarında babamı seven de vardı sevmeyen de.
Ama Allah'tan babam buraları komple terkederken bi tek Rüstem abiye takmıştı.
Çabucak girdim aralarına, kabul gördüm.

Kafanızda nasıl bir boncuk Ömer var bilmiyorum ama 1.83 boyunda, çocukluğundan beri ağır sayılabilecek bir işte çalıştığından dolayı kaslı denemez ama fit bir vücudu olan, çok masraf olmasın diye saçları oldum olası 3'e vuran, mavi gözlü biriydim.
Daha önce ablam ve annem hariç hiç kimse bana yakışıklısın dememişti,
ben de aynaya baktığımda 1 kez bile yakışıklı olduğumu düşünmemiştim ama taksiciliğe başladıktan sonra hayatım değişmişti beyler.
Taksiye aldığım bayan müşterilerden bazıları telefon numaramı istiyor, cep telefonum olmadığı için durağın numarasını veriyordum.
Bazıları arabadan inerken bir kağıda telefon numaralarını yazıp arka koltuğun üzerine bırakıyor, ben durağa gittiğimde farkediyor ve kimseye söylemeden yırtıp atıyordum.
Sabahları dükkana akşamları taksiye gidiyordum.
Hayatımdan memnun değildim ama bunu sorgulayacak zamanım neredeyse hiç olmuyordu.
Boş bulduğum her vakti uyuyarak geçiriyordum.
Cemil usta yorulduğumu farketmiş olacak ki bana hiç bişey demeden dükkanı 8'de hatta bazen 7'de kapatmaya başladı.
Bi kaç kez lafını açtım "müşteri gelmiyor zaten amk" diyerek kestirip attı.
Annem arada bir arıyor bizi yokluyor sürekli Selim'i soruyor ben de aklı kalmasın diye çok iyiyiz diyordum.
Selimi haftada 1 belki görüyordum. Duyduğuma göre o da sabahları bi kafede çalışıyordu.
Arada ablama uğruyor halini hatrını soruyor iyi olduğunu bilip rahatlıyordum.
Geçen süre içinde ehliyet ve şöförlük yapmak için diğer belgeleri almıştım.

Aradan 1 yıl kadar geçmişti.
Verdiğim parayı hiç hesaplamadan her sabah duraktan ayrılırken hasılatı Rüstem abiye veriyordum.
Bir zaman sonra durakta öyle boş boş oturup çay içerken Rüstem abi geldi durağa.
-Hayırdır abi bu saatte. dedim.
-Uyku tutmadı. dedi
ve konuşmama fırsat vermeden devam ettim
-Ömer babanın borcunu faiziyle ödedin eyw. Bundan sonra çalışmak zorunda değilsin. istersen al arabayı git istersen de çalışmaya devam et. benim için farketmez. dedi
Hem işe alıştığım hem de burdan gelecek paranın da tadına bakmak istediğim için çalışmaya devam etmek istediğimi söyledim.
Durağın çalışma mantığını, buranın nasıl döndüğünü, para meselelerini konustuktan sonra anlastık.
Gün geçtikçe taksi işlerim açılıyor, bazı müşteriler özellikle beni istetiyor, durakta da "senin ki arıyor" diye makara konusu oluyordum.
1 ay kadar sonra elime bugünün parasıyla 2 bin liraya yakın para geçmişti.
Hesap kitap yapıp Cemil ustanın yanından ayrılmayı düşündüm.
Bunu yaparken iki sebebim vardı aslında, para bunların arasında asla olmamıştı.
1. si ve en önemlisi 2. elemana ihtiyaç olmayacak kadar az iş oluyordu dükkanda, Cemil usta'nın sırf züt gibi kalmayayım diye beni çalıştırmaya devam ettiğine adım kadar emindim. Böylelikle onun da yükünü azaltmış olacaktım.
2. sebep ise artık gerçekten çok yoruluyordum 08:00-20:00 arası dükkanda çalıyor sonra direk eve gidip yatıyor 3 saatlik uykuyla gece taksiye çıkıyor sabah 7,5 yine dükkana geliyordum. fırsat bulursam bazen gece 4-5 gibi arabada uyuyordum.
Ertesi gün dükkana gidip ilk işim bu mevzuyu Cemil ustaya anlatmak oldu. 1. maddenin lafını bile etmeden 2. maddeden vurdum Cemil ustayı. Durdu düşündü bir süre, sonra bana baktı, "tamam ama arada gel yine özletme kendini" dedi. hayatımda ilk defa o gün Cemil Usta'nın gözlerinin dolduğunu gördüm. Sarıldık, vedalaştık. Emrah can yoldaşım olduğu için o daha rahattı hatta sevinmişe bile benziyordu çok yorulduğumu bildiği için, hem nasıl olsa her gün görüşeceğimizi biliyordu.
19 yaşıma gelmiştim.
bu yaşımdan itibaren taksici Ömerdim artık.
Para beni bozmamıştı ama değişmiştim be beyler.
Kendime güvenim gelmişti.
Konuşurken kızların gözlerine bakabiliyordum artık.
Onların da bana ilgi ile baktıklarını anladıktan sonra muhabbet bile ediyordum.
Cemil ustanın dükkandan ayrılmıştım ayrılmasına ama her cumartesi pazar mutlaka gittim.
Emrah'ın çok işi olduğunda işlere el attım.
Elimden o yağ lekesi ömür boyu geçmedi beyler.
Cemil Usta'nın yanından ayrıldığım ve gündüzleri işim olmadığı için taksiyi gündüze çevirdik. Ara sıra gece nöbetci kalıyor ya da gece gelmıcek olan varsa onun yerine nöbetci oluyordum.
Aylık kazancım 2 bini geçmeye başlamıştı.
Ben her ne kadar istemese de her hafta ablama gittiğimde kapının girişinde duran hırkasının cebine 100-200 para koyuyor ayda 1000 lira kadar da anneme gönderiyordum.
Ablam da annem de her seferinde bi daha verme para deseler de gönlüm razı olmuyordu be binler.
Hayatımdaki en değerli 2 kadındı neticede.
Geçen süre zarfında abime çok kızgın olduğum için 1 defa bile gitmedim görüşe. Ne zaman çıkacağını bile bilmiyordum, gün saymıyordum.
Derken 1 gün eve askerlik kağıdı geldi beyler.
Askere gitme düşüncesi ara sıra beni gıdıklıyor ama anneme ve ablama bakmam gerektiğini düşündüğüm için üstüne düşmüyordum.
Üniye yazılıp askerliği ertelemeyi düşünsem de o an için hiç bir şey yapmamıştım.
irem-Hayalet Sevgilim şarkısı yeni çıkmış her yerde o çalıyordu.
Ben de kendimi şarkıya kaptırmış durakta mal mal oturuyordum.
Ebemin dıbını tersten gibecek olayların başlayacağından habersiz kuzu kuzu bekliyordum.
Ve o gün ( 9 Aralık - Cuma,o günü hiç unutmadım..!) ...
Ve o gün hayatımda gördüğüm en güzel hatunu gördüm beyler.
Durağın karşısındaki kaldırımda mavi renk çakal kasa bi BMW'den iniyordu.
Arka koltuğun üzerinde duran iki el çantasını aldı, çocuğa fazla samimi olmayan bir sarılışla teşekkür etti.
Çocuk arabaya bindi ve gitti.
Hatun, durağın karşı kaldırımında olduğu ve hafif yan durduğu için yüzünü tam göremiyordum.
Üzerinde dizlerine kadar gelen lacivert bir elbise vardı.
1,70 boylarındaydı, melek beyazı bir teni ve uzun dümdüz simsiyah saçları vardı.
Ama böyle güzel saçları olan bir hatunun yüzünün çirkin olma ihtimali yok gibi bi şeydi bana göre.
Hatun, bir süre karıştırdıktan sonra çantasından anahtarları çıkarttı, hafifçe eğilip durağın tam karşısındaki köşe başındaki binanın kapısını açtı ve içeriye girdi.
Aşkın ne demek olduğunu bilsem belki de o an aşık oldum diyebilirdim.
Çok garip hissettim lan binler
Harbiden tarifi yoktu o an hissettiklerimin, kitlendim kaldım.
Büyülenmiştim.
Daha önce taksime de çok güzel hatunların binmişliği, hatta bazılarının telefon numaralarını bırakmışlıkları, takside benle muhabbet etmeye çalışmışlıkları hatta bazen yolu, bile bile uzatmışlıkları olmuştu ama hiç birine karşı böyle garip şeyler hissetmemiştim.
Çok belliydi işte amk, bu seferki başkaydı işte.
Acaba kim lan bu hatun diye düşünürken biri içerden 2. katın camında yazılı olan "kiralık" ilanını söküyordu.
Güneş tam olarak o katın cdıbına yansıdığı için yazıyı kaldıranın kim olduğunu görememiştim.
Vay amk dedim içimden.
Derken...

Aynı apartmanın önüne arkası bozdolabı, televizyon, çamaşır makinesi tarzı bi kaç eşya yüklü bir kamyonet yanaştı.
iki defa kornaya bastı ve bi kaç dk sonra binanın kapısı açıldı.
Evet beyler çok basit amk, bildiniz.
Binadan çıkan bizim hatundu.
Bu sefer yüzünü tam karşıdan ve çok net görebiliyordum.
Hatun sandığımdan daha güzeldi ki bu durum benim haricimde duraktaki diğer gencoların ve hatta amk amcaların da dikkatini çekmişti.
Duruma ayar olsam da yapacak bir şey yoktu.
Kendi kendine gelin güvey olmanın bir alemi yoktu.
Hatunun gözünden bakacak olursak muhtemelen mahalleye yeni taşınmış genç ve güzel hatunu kesen bir avuç abazaydık.
Kamyonetin şöförü yanındaki elemanla beraber arkadaki eşyaları kamyonetten indirip kaldırıma bırakıyordu.
Çok fazla eşya olmadığı için bu işlem kısa sürdü.
Ardından, şöför kadının yanına gelip bişeyler söyledikten sonra kamyonetine bindi ve gitti.
Kadın eşyalarla öylece kalakaldı.
Boynuna çapraz astığı kırmızı küçük çantasından telefonunu çıkarttı, bir süre telefon elinde bi şeyler yaptıktan sonra telefonu kulağına zütürdü.
Muhtemelen aradığı kişi cevap vermedi ve telefonu eline alıp bi kaç bi şey daha yaptıktan sonra tekrar kulağına zütürdü.
Aradığı kişi yine cevap vermedi.
Telefonu çantasına attı.
Narin bilekleriyle çamaşır makinesini sanki yerinden oynatmaya çalışırmışcasına ufaktan itti ve sonrasında bir eliyle saçlarını karıştırmaya başladı.
Çaresiz ve düşünceli olduğu her halinden belliydi.
Bizim duraktaki binler hala soluksuz kızı kesiyorlardı.
Bu mallar bi tak yemeden ben bi şey yapmalıyım diye düşünerekten kaltım ayağa ve yavaş adımlarla karşı kaldırımdaki hatunun yanına gittim.

giderken ne yapacağım hakkında en ufak bi fikrim bile yoktu.
karşıdan karşıya geçerken ya kızın güzelliğinden etkilenip, saçmalarsam diye düşünüyordum.
kendimi sapık gibi tanıtmak, istediğim son şeydi.
kendimden beklenmeyecek bir özgüvenle
-mrb. dedim
hatun beni farkedip yaklaşık 2 sn kadar suratıma ifadesizce baktı ve kafasını geri çevirdi.
o 2 sn bile o okyanus mavisi gözlerde kaybolmama yetmişti beyler.
bi göz ancak bu kadar mavi olabilirdi.
onlar maviyse benimkiler neydi,
sevgi neydi, sevgi emekti.
kafayı yemek üzereydim. kalbim deli gibi çarpıyordu.
babamın beni cemil oto'nun önüne bırakıp gittiği ilk günkü gibi çaresiz hissettim o gözler karşısında kendimi.
hatun sağa sola bakıyor, birini bekliyor gibi gözüküyordu.
tekrar cesaretimi toplayıp;
-beni yanlış anlamayın ama yardıma ihtiyacınız var gibi gördüm sizi, şu karşı durakta taksiciyim ben. diyerek elimle bizim durağı gösterdiğimde o an o durağı gösteren elimin, parmaklarımın, ona o komutu veren beynimin her bir hücresini tek tek gibesim geldi.
durağı gösterdiğimde en yaşlımız rüstem amca dahil herkes bize bakıyordu.
utancımdan kıpkırmızı olmuştum beyler.
allahtan hatun lafa girdi ve;
-sağolun taksi istemiyordum, iyi günler. diyip kafasını geri çevirdi.
-peki, size de. diyip geri dönmüştüm ki...
-Aslında 1 dk ya, yardımcı olmak istiyor musun cidden. dedi
dıbını yolunu gibeyim, istemez olur muyum hiç demek istesem de içimdeki beyefendiye engel olamadım.
-Tabi ki de. dedim en kibar ses tonumla.
-Hadi o zaman delikanlı başla bakalım, bunlar 2. kata taşınacak, 5 dakikan var. dedi
Allah belamı versin, çüküm içine kaçsın ki 1 sn bile düşünmedim beyler.
Gözüme en hafif olduğunu düşündüğüm 57 ekran tüplü televizyonu kestirdim.
Şöyle bi ufaktan yokladıktan sonra tam "yallah" diyerek kaldıracaktım ki.
-Dur be sersem napıyorsun. dedi gülerek.
O "sersem" lafı bana o kadar iyi gelmişti ki anlayamazsınız binler.
Ben televizyonu kucaklamış ama henüz yerden kaldırmamış domalık pozisyonda beklerken kıza baktım "ne gülüyon lan aşkım" dercesine.
Bozulduğumu anlamıştı ve hemen ciddileşti.
-Ya tamam bırak bırak. dedi.
Bırakır mıyım amk hiç, canım aşkım ilk defa benden bi şey istemişti.
Televizyona ölümüne sarılmıştım.
-Birazdan gelicek biri zaten, anlaştım bi çocukla uğraşma boşuna. dedi
Hatun besbelli ayak üstü benle taşak geçmişti.
Bozulmuştum ama üzülmemiştim lan beyler.
Garip bi şekilde hoşuma bile gitmişti.
Ve o sersem lafını hiç unutmayacaktım.
Daha fazla uzatmayıp televizyonu bırakıp doğruldum.
-Neyse gelsin de en azından ona yardım edeyim, tek başına taşıyamaz çünkü. dedim
-Herkes sen mi.dedi
Bu sefer gülmemişti beyler.
ikinci gol de gelmişti, hatun beni oracığa acımadan gömüyordu.
Öyle hazır cevap biri değilimdir ama hiç bi lafın altında da kalmazdım.
Aklıma hiç mi bişey gelmedi mi en azından küfür eder kaçardım. (çocukken çok yaptım)
O an hiç bişey diyemedim beyler.
Eşyaları taşımaya gelen elemanın benden iri olmaması için dua ediyordum sadece.
Ben kafamda bunları kurarken hatun telefonuyla uğraşıyor, arada kulağına zütürüp bi süre sonra offlayarak geri indiriyordu.
Aradan yaklaşık yarım saat geçmişti.
Bu süre içinde Rüstem Amca 2-3 defa bizim duraktan bana "gel" dercesine el kol yapsa da anında görmezden geliyordum.
Müşteri falan düşünecek durumda değildim o an.
Ben öyle hiç bir şey yapmadan bir ömür boyu durabilirdim ama kız sıkılmışa benziyordu.
Bunu fırsat bilerek;
-Arkadaş gelmeyecek herhalde. dedim
-Bilmiyorum ki telefonuna da bakmıyor. dedi
-Yerini biliyor musunuz peki. dedim
-Yok, eşyaları aldığımız yerde karşılaştık, "evim" diye bi dükkan varmış burda, ev eşyaları satan, orda çalıştığını, eğer istersem eşyalarımı taşıyabileceğini söyledi. dedi
Eeee dercesine bi kafa işareti yaptım mal gibi tepkisiz durmamak için ve kız devam etti.
-Uff ya galiba... dedi
-Galiba ne? dedim

-Ya galiba dolandırıldım. dedi
Aslında kız anlatırken bu benim de aklıma gelmişti, çünkü çocukluğum Şirintepe'de geçtiği için her sokakta kaç tane sokak lambası var ona kadar biliyordum ama bu civarda 1 tane ikinci elci vardı. O da muhtemelen hatunun bunları aldığı yerdi zaten. Buralarda "evim" diye bi yer hiç yoktu, olmamıştı ve yıllar sonra da olmayacaktı beyler.
-Nasıl yani. dedim
-Ya nakliyeci eşyaları taşırım ama eve çıkartamam belim sakat, diğer arkadaşın da başka yere yetişmesi lazım, iş aldık. Kabul ediyorsan evin önüne kadar zütürürüz dedi. dedi
-Eeee? dedim.
-Ben de mecbur kabul ettim, sonra bu anlaştığım çocuk bizi duyup ben şu kadar paraya taşırım abla dedi, ben de kabul ettim, sonra çocuk "ama bana parayı şimdi vermen lazım", çünkü ben burda dükkandan alınan malzemeleri arabalara yükleyip bahşiş alıyorum, ekmeğimizin peşindeyiz abla, yanlış anlama ama işimiz garanti olsun" dedi.
Giderek "vay mal" dercesine yüzümde bi gülümseme beliriyordu ki tuttum kendimi beyler.
Hayatımın aşkını incitmek istememiştim.
-Eeee.? dedim tekrar, iyice meraklanmıştım.
-Sonra ben parayı verdikten sonra çocuğun numarasını aldım, tamam "abla siz eşyaları zütürün, ben de bizim dükkandan sırtlığımı alayım geleyim, buzdolabı falan var çünkü, lazım olacak" dedi. Tamam dedim, adresi istedi, tam adresi bilmediğim için tarif ettim, biliyor musun orayı dedim "tamam abla bilirim bilmez olur muyum?" dedi. Nakliyeci ile 1 saat sonrasına anlaştığımız için ben de çocuğa 1 saat sonra gelmesini söyledim, tamam dedi. Sonra ben arkadaşımı çağırdım, buraya geldik. Nakliyeci geldi ama çocuk gelmedi işte, acaba adresi mi bulamadı. dedi hala mal mal.
Ne adresi, ne bulamaması "this is Şirintepe"ydi amk bildiğin dolandırmışlardı.
Demin benle yaptığı makaradan ötürü çok pis dalga geçesim geldiyse de tuttum kendimi beyler.
Çok zor oldu ama tuttum.
Aklıma bi fikir gelmişti...

Dolandırıldığını henüz söylememiştim.
Şüpheleniyordu ama hala "acaba çocuk adresi mi bulamadı diyordu"
Planımı uygulamaya koymuştum bile.
-Büyük ihtimalle çocuk adresi bulamadı. diyerek onayladım.
-Bak şöyle yapalım, siz boşuna burda beklemeyin, eve çıkın, ben zaten şu karşı duraktayım daha benim sırama da çok var. dedim.
(Yine yalan söylemiştim beyler, sıra belki 2. kez yine bendeydi)
Boş gözlerle mal mal bana bakıyordu, ne yapacağını bilemiyordu.Ben sessizlikten istifade ekledim;
-Eşyalarınıza göz kulak olurum, muhtemelen şu 2. kattaki perdesiz eve taşındınız, camı açık bırakın çocuk gelirse ben aşağıdan sesleneyim size, gelmezse başka bir çaresine bakarız. dedim
-Haklısın galiba, boşuna beklemenin gereği yok. dedi
Ve çantasındaki anahtarla binanın giriş kapısını açtı, içeri girdi.
Tam kapanacaktı ki kapıyı tuttum ve...

-Eee peki ben size ne diye sesleneyim. diye sordum.
-"Pişt" de bakarım ben. dedi göz kırparak ve merdivenlerden yukarı çıktı.
Hatun bulduğu her fırsatta makara yapıyordu benle.
işin garibi taşağa sarılmak ilk defa bu kadar hoşuma gidiyordu.
Ama ben de az anasının gözü değildim.
Şimdi sıra bendeydi.
Dediğim gibi yaptım.
Durağa yürüdüm, çardağa oturdum.
Rüstem Amca;
-Olum seni özel isteyen müşteriler oldu, nerdesin amk, 1 saat muhabbet mi edilir. dedi hafif sinirli bir ses tonuyla.
-Arada yok çekelim de diğer arkadaşlara da ekmek çıksın. dedim. Duraktaki diğer arkadaşların "doğru söylüyor amk" diye gülüşmeleri arasında ortamı yumuşattım.
Bizim kız eğer beni uğraştırmadan adını söyleseydi ben de onu uğraştırmadan 5 dk sonra duraktaki arkadaşlarla eşyalarını yukarı taşıyacak, kendi çapımda küçük süprizler yapacaktım.
Ama binliği o başlatmıştı.
Aradan 10 dk kadar geçti.
Bizim mahallenin veletleri durağın ordan geçerken "Pişşşt" diye bağırıyordum yüksek sesle.
Hatun cama çıktığında da hiç oralı olmuyor çocuklara "abinler nerde lan", "napıyon olum nerelerdesin, görünmüyorsun","okul nasıl gidiyor lan" tarzı gerekli gereksiz sorular soruyordum.
En az 5 defa çıkarttım hatunu belirli aralıklarla cama.
Ona bakmadığım için ne tepki verdiğini bilmiyordum.
Ama acayip keyif alıyordum.
Aradan 5 dk geçtikten sonra yoldan geçen başka bir velede daha "pişt" diye seslendim.
Çocuk efendim Ömer abi diyerek yanıma geliyordu.
Ama bizim hatun cama çıkmadığı için ben bana doğru gelen çocuğa hala "pişt" diye sesleniyordum.
Çocuk yanıma kadar geldi ama hatun hala çıkmamıştı cama.
binlik yaptığımı sonunda anlamıştı ve oltaya gelmiyordu artık.
Ben de daha fazla takunu çıkartmamaya karar verdim ve planımın 2. aşamasına geçmiştim...

Duraktaki abileri mevzu var diyerekten çardağa topladım.
-Bakın şimdi abiler, mahallemize yeni taşınan bu kıza yardım etmemiz lazım, şu kapının önünde duran eşyaları 2 dk da sessiz sedasız 2. kata çıkartıcaz. Gönül işi, kırmayın şu kardeşinize. dedim
Bi kaç bin "olum gibtir git işimiz gücümüz var" dese de onların da gece nöbetlerini devralarak ikna ettim.
Abiler siz bekleyin ben sizi çağırıcam diyerek binanın önüne geldim.
Aşağı kapı kilitliydi.
Açılmasını bekliyordum.
Aradan çok geçmemişti ki veletlerden biri elinde topla binadan çıktı.
Çocuğun saçını okşayıp kapı kapanmadan yakaladım.
Abilere işaret çaktım ve sallana sallana geldiler.
Bizim kız cama çıkıp eşlayalara bi 5 dk daha bakmazsa her şey istediğim gibi gidecekti.
Önce buz dolabını sırtladık 2 kişi,
Diğer 2 kişi çamaşır makinesini çıkarttı yukarı,
Daha sonra bulaşık makinesi de çıktıktan sonra, televizyon, fırın, ütü gibi küçük eşyaları da ben çıkartıp 2. katın koridoruna dizdim.
Aşağıda eşya kalmamıştı.
Bizimkilere el işareti yaptım ve sessiz sedasız binadan çıkıp durağa geçtik.
Henüz tanışmadığım aşkımın kapısını çalmak saygısız olur, ayıp olur diyerekten ben de geçtim durağa.
Başladım "pişt, piişşttt" diye bayırmaya.
Harbiden çıkmıyordu cama.
Camın tam altına geldim.

"Kız harbiden pişşşttt" diye bağırıyordum mal gibi.
Ağzım, yüzüm kaymıştı "pişşt"lemekten.
Yaptığım binlik elimde patlamamıştı.
"Pişştt ulannn pişt" diye seslenmiştim ki gülerek
-ne var be ne var. dedi anında cama çıkıp.
Belli ki cama yakın bekliyordu ama göstermiyordu kendini.
O gülümseme camdan kafasını uzatır uzatmaz kayboldu binler.
-Eşyalar nerde. dedi
-Bilmiyorum ki müşteri geldi yakın mesafe, onu zütürdüm geldim 5 dk, geldim baktım yoktu, ben de eleman geldi taşıdı sandım, onu soracaktım. dedim
-Kabahat bende, ne diye güvendiysem sana. dedi
O lafa üzülmüştüm ama yaptığım binlik gereği üzerime alınmamam gerekiyordu.
Öyle de yapmıştım.
Muhtemelen aşağıya gelmek için evden çıkacak,
çıkar çıkmaz da eşyaları kapısının önünde görecekti.
Aradan 2 dk geçmemişti ki yüzünde utangaç bir gülümsemeyle binanın kapısını açtı.
Ben de gülüyordum bıyık altından.
-Kusura bakma 2 eşyaya sahip çıkamadım. dedim
-Çok komik. dedi
-Eşyaların çalınmış, komik olan nedir. dedim
-Ne hikmetse eşyaları çalan benim kapıya bırakmış. dedi
-Bizim buranın hırsızları biraz maldır kusura bakma. dedim
-Teşekkür ederim. dedi
-Ne için. dedim
-Hırsızlık yaptığın için. dedi
Güldüm.
Tam arkamı dönüp gidecektim ki
-Peki yine hırsızlık işim olursa ne diye sesleneyim ona. dedi
-"Hişt" de o bakar dedim ve o bin gülümsememle durağa doğru yürüdüm beyler.

Durağa geldiğimde çaktırmadan arkamı döndüm ama bizim kız çoktan çıkmıştı eve.
Bi çay alıp çardağa geçecektim ki
Rüstem Amca;
-seninki aradı. dedi
-hangisi. dedim
Duraktaki binler;
-o kadar çok var ki kendi bile karıştırıyor. diyerek gülüştüler.
Rüstem amca;
-fırfır Aysel. dedi
-tamamdır çıkıyorum. diyerek arabaya doğru yöneldim.
Arabaya binerken çaktırmadan 2. katın cdıbına baktım ama göremedim kimseyi.
fırfır Aysel duyumlarıma göre mahallenin azılı kaşarlarındandı beyler.
Aynı mahallede olmamızdan dolayı uzaktan da olsa ben de tanırdım ama kişisel bi olayım hiç olmamıştı, bi falsosuna rastalamamıştım hiç.
Genelde açık saçık giyinen, düzgün vücutlu benden 5 yaş büyük biriydi.
Gece eve geç saatlerde geldiği çok olurdu ama beni bağlamazdı, bananeydi amk.
Ama taksiye başladıktan sonra ne olduysa hatunlar beni farketmeye başlamıştı beyler.
Gerçi sanayide Brad Pitt olsan bile kimin gibindeydi ki.
Bunun da etkisi oldu elbet, yıllardır görmediğim ilginin bir anda açığa çıkışı mesleğim gereği sosyal dünyaya açılmam dolayısıyla iş gereği de olsa kadınlarla iletişime geçmemle alakalıydı.
fırfır Aysel de onlardan biriydi.
Genelde gideceği yere taksiyle giderdi ve o taksi son 1 yıldır benim taksim oluyordu.
Durakta olmadığım zamanlar Rüstem Amca, "Ömer durakta yok, müşterisi var" dediği zaman "olsun ben beklerim" diyordu.
O yüzden ben de gibe gibe gidiyordum beyler.
fırfır Aysel'i almaya giderken hep bizim kızı düşündüm.
acayip tutulmuştum amk.
onu düşünürken yüzümde aptal bir gülümseme oluyordu.
fırfırın evine gelince kornaya bastım.
saat akşam 5 civarıydı beyler.
yarım saat bekletti amk karısı yine.
şıkır şıkır giyinmişti her zamanki gibi Aysel.
ön koltuğa oturdu.
belli ki akşam eğlencesine gidiyordu.
"hoşgeldiniz, nasılsınız" falan tarzı mesafeli konuştuğum için daha önce beni bi kaç defa çok sağlam fırçalamıştı.
Ben de o yüzden "hoşgeldin" dedim.
-selam canım, naber napıyosun. dedi
-iyidir işte aynı, bildiğin gibi. dedim.
-taksiciliği de çok iyi bilirim ya.dedi
yaptığı mal espriye ayıp olmasın diye güldüm.
Belli ki bugün milletin Ömerle taşak geçme günüydü. Neyse diyip takılmadım.
-nereye. diye sordum.
telefonunu çıkartıp mesajlar kısmındaki adresi okudu.
içine hiç girmemiştim ama Fethiye caddesinin ara sokaklarından birinde alkollü bir restoranttı.
fırfır Aysel yol boyunca bi şeyler anlattı ama hiçbirini dinlemedim beyler.
Hepsine boş boş kafa sallıyor.
Bizim kızı düşünüyordum.
Aysel'in dürtmesiyle kendime geldim.
Belli ki bi soru sormuş ben de boş boş kafa sallamıştım.
-hey sana diyorum şaşkın. dedi
-haa. dedim afallayarak.
-ayol aşık mısın nesin bi soru sorduk. dedi
-yok ya dalmışım işte, yorgunum. diye geçiştirdim.
-ee ne diyorsun o zaman geliyor musun. dedi
-nereye. dedim
-yok yok sende bi haller var. dedi biraz sinirlenerek ve tekrar etti.
-bizim şirketten birinin diyorum veda yemeği var diyorum, tek gidersem çok sıkılırım diyorum, hani bana eşlik etmez misin ki diyorum. dedi
bunları derken vitesin üstündeki elimi tutmaya çalışmasa küçük bi ihtimalle belki kıramaz evet derdim ama tırsmıştım beyler.
Mekan alkollü, niyet kötüydü.
Bir an kendimi yorganı göğsüne kadar çekmiş yatakta tek başına yatarken hayal ettim.
fırfır Aysel'in kötü amellerine alet olmak üzereydim.
-içecek misin. dedim
-ne o çok mu canın çekti. dedi
-yok ben alkol kullanmıyorum. dedim
(harbiden de o yaşıma kadar hiç içmemiştim beyler)
-olsun, ben içerim, sen içmezsin işte, hem daha iyi, araba kullanacaksın. dedi
-yok ya olmaz öyle ortamı bozarım, hem iş var. dedim
-çalıştığını varsayalım, diyelim ki müşterin var. dedi
-ama seni bıraktıktan sonra yok, ve ısrar edersen de bugün başka müşterim olmayacak. dedim
Cebinden şimdinin parasıyla 200 lira çıkarttı.
kendimi tam bir huur gibi hissetmiştim beyler.
işi akşam 8 de bıraktığımı biliyordu.
-8'e kadar bu kadar kazanır mısın. dedi
-napıyorsun Aysel sok o parayı cebine. dedim
-aa doğru diyorsun. dedi
taksimetreye baktıktan sonra bi miktar daha para koydu üzerine.
-saçmalıyorsun. dedim.
-evet bazen yapıyorum böyle şeyler. dedi ve parayı almayacağımı bildiği için direk torpidoya koydu.
beni resmen zorla kiramalıştı amk.
arabayı mekanın otoparkına koyduk.
Aysel arabadan indi, ben bi ümit arabada bekledim.
Baktım vazgeçecek gibi değil, el kol yapıyor, gibe gibe indim arabadan.
Aysel koluma girdi.
Mekandan içeri girdik.
Dışardan göründüğünden daha lüks bi yerdi.
Benim neden buraya daha önce gelmediğim belli oluyordu.

Kısa bir süre içeriye bakındıktan sonra kızlı erkekli bi grup kendilerini göstermek için bize el sallıyorlardı.
Aysel de onları görüp el salladı ve beni sürüklemeye başladı.
Bazılarıyla samimi bi şekilde bazılarıyla ayıp olmasın diye selamlaştıktan sonra yüksek sesle:
-arkadaşlar tanıştırayım, bu da şöförüm Ömer. dedi.
tamam doğruydu, şöfördüm ve bundan utanmıyordum ama orda öyle şıkır şıkır giyinmiş insanlar içine kadife pantolon, eskimiş bi gömlekle girdiğim için zaten utanırken bi de üstüne aysel'in bu hitap şekli iyice utandırmıştı beni.
örselenmiştim beyler.
hiç beklemediğim bir şeydi ve haliyle tepkisiz kaldım.
kendi aralarında mal mal gülüştüler ama benim bozulduğumu gören aysel durumu toparlamak için karı koca olduğunu tahmin ettiğim bir çifte bakıp erkeğe, kadını göstererek:
-ne var yani, sen de onun şöförlüğünü yapmıyor musun. diye ikinci mal esprisini yaptı.
yine tepki vermemiştim.
bizim için ayrılmış yere oturulduk.
2 sandalye vardı.
belli ki aysel huursu bu durumu önceden planlamıştı, ya da arkadaşları aysel nasıl olsa bir kırık bulur diye 2 kişilik yer ayarlamışlardı. bilmiyorum.
derken yemekler ve içkiler geldi.
kimi rakı, kimi şarap, bi kaç mal da bira içiyordu.
masada içmeyen tek kişi bendim.
"sen neden içmiyorsun, içsene sen de" dediklerinde araba kullanıcam diye savuşturuyordum ama alkolün etkisiyle ilerleyen saatlerde aynı soru sıklaşmaya başlamıştı.
feci sıkılmıştım ama kalkamıyordum amk.
yine sormuşlar yine aynı cevabı vermiştim.
"sen zaten taksiyle gitmeyecek misin" diye aslında güzel ama benim hoşuma gitmeyen bir espri yaptı içlerinden binin biri.
Aklımda sürekli bizim hatun vardı.
O yüzden çok takılmıyordum.
Israrlara dayanamayıp ben de kendime 1 kadeh rakı koydurdum masaya gelen garsona.
Amk meredi ne de güzel gelmişti.
ilk defa içiyordum ama kokusuna alışık olduğum için tadını hiç yadırgamadım beyler.
Çok geçmemişti ki 2. kadehi doldurdum.
aysel "vay hızlısın" diyen gözlerle beni süzüyordu.
bizim kızı düşünerek içiyordum.
masayla bağlarımı tamamen kopartmış sadece rakıya odaklanmıştım.
utandığım için zaten önüme gelen güzelim yemekten aç olmama rağmen arkamdan "fakir bin" demesinler diye 2 parça alıp bıraktım.
aç karnına olunca daha da çarptı herhalde, başım dönüyor, kendi kendime gülesim geliyordu.
3. kadehi koyacaktım ki "züt olursun Ömer dur yapma" diyen bakışlarıyla Aysel aldı rakıyı önümden.
bu hareket Aysel'in o gece yaptığı en mantıklı hareket olarak kalacaktı.
Derken etrafı izlemeye başladım.
Başım çok dönüyordu.
kafamı çeviriyordum ama sanki çevirdiğim yöne bakmıyor hala az önceki yeri görüyordum.
görüntü resmen geç geliyordu amk.
ama geç de olsa bi kaç masa ötede oturan bizim kızı görmem güç olmamıştı beyler.

karşısında bir erkekle oturuyordu.
"pişşt" diye seslenesim geldi ama rezil olmaktan korktuğum için tuttum kendimi.
arkası bana dönüktü ama saçlarından tanımıştım.
yine de tam emin olamadığım için tuvalate kalktım giderken bakarım diye.
sallana sallana yürüyordum.
neyse ki bizim kızı görmem şok etkisi yaratmıştı bende ve biraz da olsa kendime gelmiştim.
yüzünü görüp emin olmuştum.
yakından görünce karşısında oturan çocuğu da tanıdım.
kızı evine bırakan mavi çakal kasa BMW li çocuktu bu.
onlar beni görmemişlerdi.
vay amk sevgilisi mi acaba derken masaya geri dönmüştüm.
ama gözümü masadan alamıyordum.
hararetli hararetli konuşuyorlardı.
çok geçmedi ki çocuk masadan kalktı gitti beyler.
önce belki tuvalete gidiyordum desem de ceketini alması ve giderken hesabı ödemesi bizim kızı masada mal gibi bıraktığını gösteriyordu.
vay amk kafam iyice karışmıştı.
aradan 10 dk kadar gemişti.
önce bizim kızı gülüyor sansam da sonra ağladığını farketmiştim, içim parçalanmıştı lan beyler.
baktım masadan kalkacağı yok ve ağlıyor.
masadan el işaretiyle müsade isteyip kalktım.
Aysel "nereye" diye sordu ama cevap vermedim ve bizim kızın masasına doğru yürüdüm...

Alkolun vermiş olduğu cesaretle karşısındaki sandalyeye oturdum.
Biraz açık giyinmişti.
Önce utanmış sonra da kendi kendime kıskanmıştım.
Kafasını kaldırıp bana baktı.
Şaşırmıştı.
Önce gözlerindeki yaşı silmeye çalıştı ama saklaması imkansızdı.
Gözleri kıpkırmızıydı.
Öylece hiç bi şey demeden oturdum.
5 dk kadar geçmişti ki masada duran telefonu eline aldı.
sinirle bi şeyler yazdı.
telefonu masaya geri koydu.
bana baktı.
gözleri hala kurumamıştı ama tebessüm ediyordu.
-sen beni mi takip ettin. dedi
sarhoşluğum belli olmasın diye konuşmadım sadece kafamı iki yana salladım.
önünde duran biradan son yudumunu alıp garsona işaret etti.
garson geldi, bizim kız 1 bira daha istedi.
garson "hesabınız kapatıldı efendim, yeni hesap açmamızı ister misiniz" diye sordu.
konuşmadan kafasıyla onayladı.
garson "siz bi şey ister misiniz" diyerek bana baktı.
-aynısından. dedim
bizim kız sürekli telefona bakıyor, ara sıra eline alıp tuş kilidini açıp bi şey yapmadan masaya geri bırakıyordu.
bi mesaj beklediği çok belliydi.
biralar geldi. hızlı içiyordu. belli ki alkol kasıyordu.
ben temelde yatan rakıdan dolayı ağır ağır eşlik ettim.
o 3. birayı söylemişti ki benim daha ilk biramın yarısı duruyordu.
hiç konuşmadık beyler biliyor musunuz, sadece onu izledim.
merak ediyordum, onu tanımak istiyordum ama izlerken ki niyetim ondan değildi.
hayranlıktan bakıyordum.
ara sıra kafasını kaldırıyor, gözlerine bakabildiğim için kendimi şanslı hissediyordum.
derken telefon çaldı...
heyecanla telefonu eline alıp, biraz daha çalmasını bekledikten sonra kulağına zütürdü.
hiç bi şey demedi.
öylece dinledi.
konuşma çok uzun sürmemişti ki gözleri dolmaya başladı.
ters bişeyler oluyordu, ne olup bittiğini bilmediğim için mal gibi izliyordum sadece.
telefonu kapattıktan sonra ağlaması artmıştı.
çevredeki masalar bize bakıyordu.
aysellerin masa da bize bakıyordu ama onlar muhtemelen dedikodu kasıyorlardı.
bizim kızın 3. birası da bitmek üzereydi.
kafasını sabit tutamadığını farkettim.
bende sarhoşluk falan kalmamıştı amk.
hayatımda ilk defa içmiştim, o da bin olmuştu hatun yüzünden.
ona üzülmekten hiç bi şey hissedemiyordum.
muhtemelen biraları tazelemek için bize doğru gelen garsona elimde "gelme" der gibi bi işaret yaptım.
-eve bırakayım mı seni. dedim
-taksiyle giderim ben. dedi
-taksiniz kapıda sizi bekliyor, hadi daha fazla bekletmeyin o zaman. dedim
-ne yapacağım ki boş evde. dedi
neyi ima ettiğini anlamamıştım beyler. uzatmadım.
-peki sen bilirsin. dedim
bi şey söylemek istiyor gibiydi.
kelimeler dilinin ucuna kadar geliyor, sabır çeker gibi geri yutuyordu.
kendi birası bittiği için benim biramın son yudumunu da hızlı bi şekilde içtikten sonra.
-huur çocuğu. dedi...
bu lafı bana karşımda o kız haricinde söyleyen kim olursa olsun saniye beklemeden dalardım.
kıza dalmadım ama çok sinirlenmiştim.
onu rahatsız edecek hiç bi şey yapmamış sadece çok içtiği için evine bırakmayı teklif etmiştim.
beni yanlış anlamıştı ama açıklama yapamayacak kadar öfkeliydim.
sinirle yerimden kalktım.
-iyi akşamlar. dedim
iki adım atmıştım ki.
-"pişt".dedi arkamdan
gel de durma işte amk küçük oyunumuz yine başlamıştı.
durdum ama dönüp bakmadım.
-"pişt" sana diyorum delikanlı, baksana. dedi
hala sinirliydim ama sırf sarhoş olduğunu bildiğim için geri döndüm.
-efendim. dedim
-nereye gidiyorsun, beni bırakmayacak mıydın sen. dedi dalga geçer gibi.
-sizin geleceğiniz yok, bekleyen başka müşterim var onu bırakıcam. dedim
-hadi ya, telefonun çaldığını duymadım ama. dedi
-telefonla aradığını söyleyen kim, bakın 1 saattir orda beni bekliyor, daha fazla bekletmiyim. dedim aysel'i göstererek.
-he anladım manita olayları. dedi
-iyi akşamlar. dedim
cevap vermedi, dalga geçer gibi güldü.
az önce ağlayan hatun şimdi benle taşak geçiyordu.
sinirle bizim masaya gelip oturdum.
grup yavaş yavaş toparlanıyordu.
aysel:
-ne oldu, kimdi o kız. dedi
-eski bi arkadaş, bi selam vereyim dedim. dedim
tepki vermedi.
dışarı çıktık, arabaya doğru yürüdük.
aysel arabay bindi, ben camdan bizim kıza bakıyordum.
hala aynı şekilde oturuyordu.
onu orda öylece bırakıp gitmek ne zor oldu bilemezsiniz beyler.
ama sırf güzel diye de kimsenin bana "huur çocuğu" deme hakkı yoktu, kaldıramazdım bunu, kaldırmamıştım da zaten.
arabaya bindim ve mahalleye doğru sürdüm.
içim çok huzursuzdu, bişey yapmalıydım.
aklıma bi çakallık gelmişti yine.
ayseli bırakıp ermahı aramak için durağa gelmiştim.
telefonda "acil" dediğim için gelmesi 15 dk sürmedi.
saat akşam 8'e geliyordu ki emrah geldi.
-ne oldu lan. dedi merakla
-dur kanka anlatıcam. dedim, kafamı toparlamaya çalışıyordum.
aslında durağa gelirkenki fikrim bizim kızı alması için duraktakilerden birini göndermekti.
ama durakta 2 tane sevmediğim genco vardı.
güvenemedim ve b planına geçmiştim.
-bak şimdi kanka, bi kız mevzu var, yardımın lazım. dedim
-vay binççç, kız mevzu var ve benim yeni haberim oluyor öyle mi, ben de bu zütveren neden dükkana gelmiyor diyordum. dedi, yine kendi kendine gelin güvey olmuştu amk.
-lan dur mal mal konuşma, kızla daha bugün tanıştım, lan hatta tanışmadım bile, çok garip şeyler oluyor kanka, şimdi sorma şu günü bi atlatalım söz anlatıcam. dedim
-tamam o zaman dökül, ne istiyorsun. diye sordu.
-kanka hatun zor durumda, şu an fethiye caddesindeki edebiyatçılar lokalinde, içeri girince sağdan 3. masada cam kenarında oturuyor. hala ordadır diye tahmin ediyorum, taksiciymiş gibi gidip "beni duraktan gönderdiler" diyip onu alıp buraya getirebilir misin. dedim
-olum tanışmadık diyorsun buraya getir diyorsun, kızın burda ne işi var, hem niye gelsin ki amk. dedi
-lan dur bi dinle, kızın evi şurası. dedim, elimle oturduğu evi göstererek.
-haa tamam o zaman, öyle desene. dedi
-izin mi veriyon sanki amk. dedim
-tamam la tamam son bi şey sorucam sen niye gidip almıyorsun. dedi
-alamam işte, anlatıcam sonra. dedim
-tamam o zaman haydi eyw. dedi ve anahtarı alıp gitti.

saat 8 olduğundan durakta benden başka kimse kalmamıştı.
henüz gececi arkadaşlar da gelmemişti.
tek başıma bekliyordum.
ara sıra telefon çalıyordu.
hem arabam olmadığı için hem olsa da bu heyecanla bi yere gidemeyeceğim için bakmadım telefonlara.
çay üstüne çay içtim.
geldiklerinde bizim hatun beni görmesin diye içeri geçtim.
ama camdan caddeyi kesiyordum.
derken benim sarı şahin yanaştı.
emrah direk durağa gelmek gibi bi mallık yapmayıp, kızın evinin kapısının önünde durmuştu.
bizim kız arka kapıdan indi, binanın kapısını açıp bu tarafa hiç bakmadan eve çıktı.
2 dk sonra salonun ışıkları yanmıştı.
eve girdiğini bilmek rahatlatmıştı beni lan binler.
garip bi şekilde daha adını bile bilmediğim bi hatuna nasıl böyle kapılmıştım, bilmiyordum.
emrah arabayı durağın önüne çekti.
yanıma geldi.
durur mu amk direk sordu:
-anlat bakalım paşa kim bu yavru ceylan. dedi
-bilmiyorum. dedim
-ya gibicem yapacağın işi ne demek bilmiyorum. dedi sinirlenerek
-kanka kafam çok karışık şu taşlar yerine bi otursun söz anlatıcam. dedim
-iyi tamam amk hadi geçmiyor musun eve. dedi
-yok kanka burdayım ben daha, belki geceye kalırım, bi gelsinler gececiler de. dedim
gececiler hiç mi hiç gibimde değildi aslında ama bizim kızı bi kere daha camdan da olsa görmek istiyordum her kadar kızgın da olsam ona.
hem sebepsiz yere yediğim küfürü hazmedememiştim daha.
bu şekilde gibsen uyuyamazdım.
-bırakayım mı seni eve. diye sordum emraha.
-yok amk, iki adımlık yer, ben giderim, bu arada Cemil usta arada sövüyor sana, gelmez oldu falan diye haberin olsun, gel de gönlünü al bi. dedi
-tmm kanka yarın uğrıcam. dedim ve emrah gitti.
Gececilerden biri gelmişti.
selam verip içeriye oturdu.
ben 2. katın penceresini kestiğimden çardağa çıkmıştım.
yarım saat kadar geçmişti.
hiç bir hareket yoktu.
yapacak bi şey yoktu.
"olum ömer salça olma kimseye, gibtir git evine yat zıbar" dedim kendi kendime.
arabaya bindim.
kontağı çalıştırdım.
bir iki ara gaz verdim dikkat çekmeye çalışan ergenler gibi.
belki duyar da bakar camdan diye son bir ümit.
ama o da yememişti.
bastım gaza.
ev hemen 2 sokak ötedeydi.
daha durağın sokağından dönmemiştim ki arka koltuktan bir telefon sesi duydum.
"hay amk kim bilir kim unuttu" dedim.
telefonu elime aldım.
nokia 6630.
liseli binler bilmez, altı yuvarlak armut gibi bi telefon.
zamanının son modellerinden.
bu bizim kızın telefonuydu amk.
"emre" diye biri arıyordu.
lan açsam mı acaba diye düşündüysem de olaylar iyice taka sarmasın diye ellemedim hiç.
sessize almayı da bilmiyordum o yüzden hiç ellemeden ön koltuğa koydum telefonu.
"telefonu yarın zütürür, bi gün daha onu görmüş olurum" diye düşündüm.
evin önüne gelmiştim.
arabayı parketmiş ama henüz inmemiştim.
telefon belki 3. kez çalışıyordu ard arda.
bi ara mesajlarını mı okusam mevzuyu çözmek için acaba diye düşündüysem de sürekli arayan bin buna müsade etmiyordu ki.
zaten zütüm de yememişti, okumadım mesajları, hiç bi şeyi karıştırmadım beyler.
demin farketmediğim ayrıntı şimdi gözüme çarpıyordu...
"emre arıyor" yazının arka tarafında bi adam resmi vardı.
yakışıklı biriydi, orta yaşlarda hafif kır saçlı karizmatik gülüşlü bir adamdı.
sinema, tv kültürüm pek olmadığından "acaba artiz" falan mı diye geçirdim içimden.
neyse, babaneydi amk ya.
tam arabadan inecektim ki telefon bi daha çaldı.
belki de önemli bi mevzu vardır diyerek fikrimi değiştirmiştim.
arabadan inmeden geri çalıştırdım.
tekrar durağın oraya gidiyordum.
arabayı durağın önüne koydum.
binanı önüne geldim.
aşağı kapı kapalıydı.
cesaret edemediğimden dolayı,
2. katın zilleri olmadığını düşündüğüm bi kaç kapı ziline bastım.
bi kaç tanesi "kim o" diye seslendi diyafondan ama cevap vermedim.
neyseki tembel binlerden bir tanesi açtı kapıyı.
içeri girdim.
hızlı adımlarla 2. kata çıktım.
bir de ne göreyim sabah taşıdığımız eşyalar öylece koridorda duruyordu.
"hay amk, aklımı gibeyim" dedim.
kıza süpriz yapıcaz diye eşyaları oraya kadar çıkartmış, kızla konuştuktan sonra aklım uçmuş, eşyaları öylece orda bırakmıştık.
"acaba restorantta, boş evde napıcam derken bunu mu kasdetmişti" diye düşündüm.
muhtemeldi ama emin olamadım.
şaşkındım.
neden geldiğimi tekrar çalan telefon hatırlattı.
yine "emre" arıyordu.
çok pis ayar olmuştum.
derken ürkek ürkek kapıyı çaldım...
çok geçmeden kapı açıldı.
en son ağlarken bıraktığım hatunu pek bi neşeli görmüştüm bu sefer.
-bunu arkadaşın arabada unutmuşsunuz. dedim
-aaaa öyle mi, kendi neden getirmedi, belki ben tekrar onu görmek istemişimdir. dedi
ben bu cümleye kadar telefonu arabada bilerek bıraktığını, o dönemin taksilerinin büyük çoğunluğunun şahin olmasından dolayı arabanın benim araba olduğunu anlayacağını tahmin etmemiştim.
bizim hatun çakal çıkmıştı.
-bu isteğinizi arkadaşıma ileticem, iyi akşamlar. diyerek telefonu eline tutuşturmuştum.
artistlik yapıp merdivenlere doğru yöneldim.
bakmıyordum ama kapı henüz kapanmamıştı.
o yürüdüğüm bi kaç sn içinde "beni tekrar görmek istemiş" olması düşüncesi tüm sinirimi alt edip ayaklarıma geri dön komutu verdi.
geri dönüp hatuna hiç bakmadan koridordaki çamaşır makinesinin üzerinde duran fırını kucaklayıp direk içeri girdim.
kendi de evde henüz ayakkabı ile dolaştığı için ben de hiç çekinmemiş direk öylece girmiştim.
-napıyorsun sen. dedi hafifçe gülerek.
hoşuna gittiği belliydi ama şaşkındı da aynı zamanda.
duymazdan geldim ve yaptığım işe devam ettim.
kucaklayabildiklerimi kucaklayarak, kucaklayamadıklarımı ite ite soktum eve.
buz dolabını tek başına kapı eşiğinden geçirirken çok zorlanmıştım ama erkekliğe tak sürdürtmemek ve sabah yediğimiz "herkes sen mi" lafınının altında kalmamak adına hiç belli etmedim.
aralık ayıydı.
hava soğuktu ama ben zorlandığımı belli etmemeye çalışırken alnımdan ve muhtelif yerlerimden akan ter beni ele veriyordu.
Ne hikmetse deminden beri aralıksız çalan telefon ben kızın evine gelince susmuştu.
"lan acaba yavşak emre beni mi takip ediyor" diye bile düşünmüştüm o an.
Tüm eşyaları evin uygun yerlerine koyduktan sonra kapıdan çıkarken az önce sorduğu soruya masum bir çocuk edasıyla omuzlarımı yukarı kaldırarak:
-hırsızlık. dedim
gülmüştü lan beyler. o kadar güzel gülmüştü ki "o an oracıkta ölsem de zirvede mi bıraksam acaba" diye düşünmüştüm.
hem utandığımdan hem de mutluluktan dolayı hızlı adımlarla çıktım evden.
merdivenlere yöneldim.
koşar adım 2'şer 3'er iniyordum merdivenleri.
binadan dışarı çıkmış karşıya geçecektim ki.
-bu arada arabada bi şey daha unuttum, onu da alır mısın? ama getirmene gerek yok, sende kalabilir. diye seslendi camdan.
meraktan ölmek üzereydim.
arabanın yanına ışınlandım resmen.
sol arka koltuğun üzerinde ikiye katlanmış bir kağıt parçası duruyordu.
heyecanla açtım.
"o lafı sana demedim,
çok sinirliydim,
özür dilerim...
Eylül"
yazıyordu.
hani diyorum ya hep, bu durumlarda yüzümde "aptal bir gülümseme" oluyor diye.
işte on an ilerleyen yıllar dahil hayatımdaki en aptal gülümseme vardı yüzümde.
kulaklarım yandığından yüzümün kızardığını hissetmiştim.
belki 5 defa okudum bu bi kaç kelimeyi.
zihnime kazıdım.
o günü hiç unutmayacaktım.
(o kağıt parçasını hala saklıyorum beyler..)
en azından özrünü kabul ettiğime dair bi imada bulunmak için kafamı kaldırdığımda camda göremedim Eylül'ü.
içeri çoktan geçmişti bile.
arabaya bindim ve mutluluktan uçar vaziyette Eylül, Eylül diye sayıklarak evin yolunu tuttum.
1 gün içinde 2 defa eşya taşımak beni çok yormuştu.
eve gider gitmez uyurum diye tahmi etsem de,
beynimde sürekli Eylül ismi yankılanıyordu.
O an o yorgunluğuma rağmen "lan gececi olarak durağa mı gitsem belki camdan falan bi daha görürüm" diye bile geçirdim içimden.
ama sapıklığın alemi yoktu,
durumun farkındaydım,
hem ne kadar tutuşsam da sonuçta mahallemize yeni taşınan bekar bi kızdı.
bekar olmayadabilirdi,
bilmiyordum amk kafam çok karışıktı...
derken bu düşünceler arasında uykuya daldım,
ertesi gün çok garip bir güne uyanacağımı henüz bilmiyordum...
uzun zaman sonra ilk defa güne umutla başlamıştım beyler.
gözümü açar açmaz zıpladım yataktan.
saat 7:30'a geliyordu.
kahvaltı yapacak vaktim var ama sabrım yoktu.
elimi yüzümü yıkadım, üzerimi değiştim ve çıktım evden.
durağa gelmem 2 dk sürmemişti.
herkese selam verip çardağa oturdum.
hava soğuk olduğu için millet içerde oturuyordu.
sadece sigara içen 2 kişi çardaktaydı.
ben de Eylül'ü görürüm umuduyla çardaktaki yerimi aldım.
Dün perdesiz olan cama perde takılmıştı.
belli ki akşam evi yerleştirmişti Eylül.
"keşke yardımcı olabilseydim" diye geçirdim içimden.
sıkılmıştım, sağa sola bakıyordum.
bakmaz olaydım.
çakal kasa mavi BMW bi kaç araba ilerde duruyordu.
yine o huur çocuğu gelmişti.
"acaba eylül'ü mü bekliyordu" dedim kendi kendime ama,
sonra arabada kimsenin olmadığını farkettim.
belli ki yukarda eylül ün yanındaydı.
Üzülmüştüm lan beyler.
Yapacak bişey yoktu Ömer e yine esmer günler düşmüştü amk.
Durağın telefonu çaldı.
Benim sıramdı.
Rüstem abi "Ömer, sıra evler C blok" diye seslendi içerden.
Hiç bi şey demeden sanki kibarlık yapıyormuşum gibi sigara içerenlerden birine "buyur abi sen al müşteriyi" dedim.
Canına minneti amk, fırladı yerinden.
Millet ekmeğinin peşindeydi.

Aradan çok geçmemişti ki binanın kapısı açıldı.
Bir umut Eylül mü lan acaba diyerek dikkat kesilsem de binadan çıkan BMW li yavşaktı.
Daha önce bu çocuğu hep Eylül'ün yanında gördüğüm için Eylül'e bakmaktan çocuğa hiç dikkatli bakmamıştım.
Herif boylu poslu, baya düzgün giyimli, yakışıklı, havalı bi binti.
çocuk arabaya doğru yürürken ikinci katın önce perdesi sonra da camı açıldı.
eylül camdan uzanıp çocuğa el salladı.
çocuk da ona el sallayıp arabasına bindi ve gitti.
ikisi de çok mutlu görünüyordu.
Çocuk gittikten sonra Eylül le göz göze geldik,
yüzündeki gülümseme kaybolmuştu.
hiç bir tepki vermeden camı ve perdeyi kapatıp içeri geçti.
ömerin hikayesi başlamadan bitiyordu be binler.
olduğum yerde ağırlaşmıştım amk.
kafam allak bullak olmuştu.
dün bana küçük oyunlar yapan, yüzüme gülümseyerek bakan kız bugün neden yüzüme bile bakmamıştı.
bu çocuk kimdi.
madem sevgilisiydi neden dün kızı ağlatıp gitmişti.
hadi gitti sonra gece neden geri gelmişti.
büyük ihtimal binin adı emreydi.
dün durmadan arayan da oydu.
dün telefonunu eylül e getirdikten sonra muhtemelen tekrar aramış, belki de barışmışlardı.
telefonu keşke getirmeseydim diye düşündüm o an.
çok pişman olmuştum.
ama yapacak bir şey yoktu.
müşteri falan gibimde değildi.
dün emrah ın cemil usta ile ilgili söyledikleri aklıma geldi.
hem özlediğim için hem de kafa dağıtmak için cemil oto ya gitmek üzere bindim arabaya.
arabaya binerken Rüstem Abi "hayırdır" der gibi bana bakıyordu,
-aysel'i alıcam abi, 8 gibi gel demişti dün. dedim
inanmamıştı ama "eyvallah" dedi.
Araba sürerken genelde hiç bir şey düşünmez, düşünemezdim.
bunu bildiğim için kafamdaki düşüncelerden uzaklaşmak adına arabayı sağdan sağdan ağır ağır sürüyordum.
yine de çok sürmemişti yol.
izmit küçük oto sanayiye geldim.
2. aradan girdim.
cemil oto'nun önünde durdum.
emrah kırmızı bi pejo 106 nın altına girmiş,
cemil usta da aynı arabanın kaputunu açmış bi şeylerle uğraşıyordu.
-kolay gelsin usta. diye seslendim sesimi neşelendirmeye çalışarak.
-hayırdır nesi var arabanın. diye çok pis laf vurmuştu cemil usta bana.
-arabanın bi şeyi yok usta, sizi görmeye geldim. dedim
utanmıştım lan binler.
-biz iyiyiz eyw, zahmet etmişsin. diyerek çıktı yukarıya.
konuşmalarımızı duyan emrah arabanın altından çıktı.
-hoşgeldin kardeşim. diyerek yanıma geldi.
-hoşbulduk abi. dedim
cemil ustanın lafına bozulduğumu anlayarak.
-adam haklı amk, 3 haftadır uğramıyorsun, olur o kadar, ha bi de üzerine daha anlatmadığın karı kız muhabbeti de başladı ya daha da seni göremeyiz zaten. dedi.
emrah hayatımda tanıdığım en açık sözlü insandı.
orda kahrımdan ölsem bile gibsen teselli etmez, aklında ne varsa dili onu söylerdi.
iyice utanmıştım beyler.
emrah diyafonun yanına gidip zile bastı
-usta 2 çay 1 oralet yolla bize. dedi bana bakarak.
aradan yıllar geçmişti ama emrah sürekli aynı espriyi yapmaktan vazgeçmemişti amk.
-komik mi amk şimdi bu. dedim
-özlemişsindir. dedi
bi gol de emrah tan gelmişti beyler.
durum 2-0'dı.
gibtirip gidesim geldi ama haklı olduklarını bildiğim için gidemedim.
Emrah tekrar arabayla uğraşmaya başladı.
-yardım edeyim mi lan napıyorsun. dedim
-yok kardeşim elini bulaştırma, pompayı patlatmış dingil, onu değiştircem sonra başka işi yok zaten. dedi
-iyi o zaman ben bi cemil ustaya bakayım. diyerekten çıktım merdivenlerden.
içeri girdiğimde kaşlarını çatmış bana bakıyordu.
karşısına oturdum.
bi şeyler söylemek lafa girmek için kıvranıyordum ki daha fazla uğraştırmadı beni.
-sende bi haller var. dedi
-var usta. dedim başımı öne eğerek.
-dökül bakalım hayırdır. dedi
-hayır mı şer mi bilmiyorum usta. dedim
derken emrah elindeki tepsiyle içeri daldı.
-ne o lan ben olmadan mı anlatacaksın yengeyi. dedi
-ne iş lan, anlat bakayım, kıvranma amk karı gibi. dedi cemil usta.
ikiletmeden anlatmaya başladım eylül'ü.
emrah pür dikkat beni dinliyor, cemil usta hala bana biraz kızgın olduğu için başka şeylerle uğraşır gibi yapıyor ama emindim ki o da can kulağıyla beni dinliyordu.
en son bu sabah eylül'ün yüzüme bile bakmadığını söyleyerek bitirdim zaten kısa olan hikayeyi.
-anlaşıldı şimdi neden uğramadığın. dedi cemil usta.
anlatırken zaman vermemiştim.
-yok usta dün oldu bunlar zaten. diyerek düzelttim.
-iyi bakalım hadi hayırlısı olsun. dedi cemil usta.
kızgınlığı biraz geçmiş gibiydi.
-ben kaçıyorum usta, taksiye hiç çıkmadım bugün. dedim.
-tamam hadi hayırlı işler. dedi
ayağa kalktım. emrah önden aşağı indi,
ben de tam kapıyı kapatmak üzereydim ki:
-gelmesen de ara, iyi olduğunu bileyim, biz sana boşuna "evlat" demedik. dedi
-haklısın usta, ararım. dedim içten içe çocuk gibi sevinerek.
emrahla da vedalaştıktan sonra arabaya bindim ve durağa doğru sürdüm.

mahalleye yaklaşırken ilk işim eylül'ün cdıbına bakmak oldu.
pencere ve perde yine kapalıydı.
duraktaki bütün taksiler dışardaydı yine.
durak benim haricimde maşallah iyi iş yapıyordu.
taksisi ve plakası kendine ait olanlar durağa aylık kira veriyor, onun haricinde ne kadar kazanırsa cebine kalıyordu.
Rüstem abi biz müşteriye gitsek de gitmesek de parasını zaten alıyordu bizden ama müşteri aradığı zaman "taksi yok" demekten nefret ettiği için bizi hizaya sokmak adına patron edasıyla takılıyordu.
düşünce tarzı doğru olduğu ve en büyüğümüz olduğu için yaşına hürmeten duraktaki herkes de ona saygı duyuyordu.
ben durağa geldiğimde Rüstem abi yine aynı moddaydı.
-nerdesin ömer 1 saattir. dedi.
-alemsin abi ya, müşteriye giden adama nerdesin 1 saattir denir mi, aysel'i almaya gittim ya. dedim yalanım ortaya çıkmasın diye gülerek.
-gittiği yer kesmemiş aysel'i demek ki, sen çıktıktan sonra aradı, bi daha gitmek istiyormuş aynı yere, evde bekliyor seni. dedi ve ellerini arkadan bağlayarak içeri girdi. sinirlendiği çok belliydi.
aysel huursunun zamansızlığı yüzünden ortaya çıkmıştı yalanım.
bi ara kıvırmaya niyetlendim ama sonra "boşuna uğraşma amk, daha neyi kıvırcan" dedim kendi kendime ve sustum.
aysel in hala beni beklediğini bilerek arabaya bindim ve aysel in evine doğru sürdüm.
kızın suçu günahı yoktu farkındaydım ama yine de çok sinirlenmiştim.
bu sefer çatacaktım.
ayselin kapısının önünde durdum.
normalde 2 defa kısa kısa korna çalar çıkana kadar beklerdim.
ama bu sefer uzun uzun basmıştım.
müstakil evin salon perdesi aralandı.
aysel ben olduğumu teyid etmek için sokağa bakıyordu.
çok geçmedi ki aysel geldi.
benle konuşurken "canım" kelimesini ağzından düşürmeyen aysel bu sefer sadece "merhaba" diyerek bindi arabaya,
üstelik arka koltuğa.
müşterilerin arka koltuğa oturması gayet normaldi ama konu aysel olunca bu bir ilkti.
güyya kızacak tavır yapacaktım ama anlaşılan o ki benden önce kızmış biri vardı.
-nereye. diye sordum.
-sen git ben tarif ederim. dedi.
vay amk aysel ilk defa bana böyle davranıyordu. seven gibilir giben sevilir hesabı garip bi şekilde o an Aysel le ilgilenme isteği uyandı içimde. allahtan çok kısa sürdü.
neyse dedim illa ki konuşur diye bekledim.
ama öylece dümdüz mal gibi gidiyorduk.
iyice meraklanmıştım.
muhabbet olsun diye hem de sanki onla ilgileniyormuşum gibi:
-niye işe gitmedin bugün sen. diye sordum.
-bugün cumartesi. dedi
hay amk ofsayta düşmüştük.
büyük parkın oraya kadar gelmiştik ki neyseki sonunda yolu tarif etmeye başladı.
daha önce hiç gitmediğimiz bi yere gidiyorduk.
sahile geldik.
bi cafenin önüne yaklaşırken
-burda duralım. dedi
konuşmaya bile tenezzül etmeden kafasını uzatıp taksimetreye baktı.
cüzdanını karıştırıyordu ki
-dün peşin aldım parasını, gerek yok, iyi günler. dedim
-peki sen bilirsin. diyerek indi arabadan.
vay amk ciddi ciddi ayseli tanıdığım günden beri ilk defa bana böyle davranıyordu.
"sevgili mi yaptı lan acaba" diye merak etsem de sonradan "neyse ya bana ne amk" dedim.
durağa dönüyordum ki yoldan 2 müşteri daha kaptım.
onu al oraya zütür, bunu al ordan getir derken saat öğlen 1 olmuştu.
yolda bir kaç müşteri daha el kol yapsa da görmezden gelip almadım,
acıkmıştım.
durağa gidip kendime yiyecek bi şey söyleyecektim.
normalde direk durağın aşağısındaki esnaf lokantasına gider sadece süzme mercimek içerdim öğlenleri ama artık eylül vardı ve ben aklımı gibeyim ki artık bambaşka bir adamdım.
Rüstem abinin masasının üzerinden kartları çıkarttım.
aşağıdaki köftecinin telefon numarasını buldum.
yarım ekmek köfte bir de ayran söyledim kendime.
çardağa oturmuş hem köfteyi hem de eylül ü bekliyordum.
20 dk kadar geçmişti eylül hala yoktu ki
neyse köfte geldi.
köftenin sarılı olduğu kağıdı sıyırıp yemeye başladım.
yarısına kadar gelmiştim.
durağa koşa koşa biri yaklaşıyordu.
bu bizim enişteydi.
panik oldum, elimdeki ayranı döktüm, elimdeki köfte ekmeği de oturduğumuz banka koyup fırladım dışarı.
bizim enişte çok sakin, çok mülayim adamdı.
acil bi durum olmasa böyle koşmazdı.
yanıma geldiğinde soluğu neredeyse tükenişti, ellerine dizlerine koydu, nefes almaktan konuşamıyordu.
-ablann, ablannnnn. diyebildi sadece. ama devdıbını getiremiyordu.
zaman kaybetmemek için enişteyi kolundan tuttuğum gibi arabaya attım.
hızla kalktım. ablamın evi de bizim eve çok yakındı.
gitmemiz 2 dk yı bulmamıştı o hızla.
koşarak bahçeden geçmiş evin açık kapısından içeri dalmıştık.
ablam koridorda öylece yatıyordu.
içimden sadece "allahım nolur ölmemiş olsun, allahım yalvarırım ölmesin" diyordum.
göğsü inip kalkıyor nefes aldığı belli oluyordu ama baygın bir şekilde yerde yatıyordu.
-düştü mü. dedim enişteye.
-hayır. dedi
-noldu, peki. diye sordum
-hiç bi şeyi yoktu, içeri yemek hazırlamaya gidiyordu, yığıldı kaldı. dedi
kıyamadığım için yumuşak yumuşak tokatladım ama fayda etmedi.
ablam hala baygındı.
bu böyle olmayacak diyerekten ablamı kucakladığım gibi arabanın arka koltuğuna yatırdım.
o panikle ambulans çağırmak aklımın ucundan bile geçmemişti.
kocaeli devlet hastanesine doğru dörtlüleri yakmış deli gibi gidiyordum.
acil girişine çektim arabayı.
panikle el kol yaptıktan sonra sedyeyle beraber 2 tane görevli geldi hızlıca yanımıza.
ablamı arabadan çıkartıp sedyeye yatırdık.
hızlı hızlı zütürüyorlardı ablamı.
onu öylece sedyede görünce daha da kötü oldum amk.
ağladım ağlıcam, tutamıyordum kendimi.
sedyenin peşinden koştuk enişteyle biz de.
ilk müdehale odasına aldılar.
doktorlardan biri içeri koştu, hemşirelerden biri yanımıza geldi.
-ne oldu. diye sordu önce bana sonra enişteme bakarak.
ben enişteye baktım,
enişte:
-evdeydik, hiç bi şey yoktu, sonra birden bayıldı, biz de direk getirdik. dedi
içerden çıkan, doktor mu hemşire mi olduğunu anlamadığım mavi önlüklü biri diğerine nabız çok düşük diyordu.
"ablamdan bahsediyorsanız giberim sizi, ablam değil o, değildir di mi, ablam olmasın nolur allahım yalvarırım" diyordum içimden.
odaya bir sürü alet taşıdılar.
beni ağlatmaya yetecek kadar hareket vardı ablamı aldıkları odada.
kimse bize bi şey demiyordu.
bizi gibleyen yoktu.
"ablam lan o benim ablam" diye haykırıyordum içimden.
annem gittikten, abim içeri girdikten, selimle bağlarımız koptuktan, babam gibtir olup gittikten sonra burda doğduğum yerde tek dayanağımdı ablam.
zaten uzun olan hikayeyi daha da fazla uzatmamak için çok anlatmadım ama başta da dedim ya anam kadar emeği vardı üzerimde.
haftada 1 de gitsem yanına
onun varlığı güç veriyordu bana.
Derken doktorlardan biri geldi yanımıza..
yüzünde korktuğum bir ifade yoktu.
gayet rahat bir şekilde bize doğru geliyordu.
-hasta yakını siz misiniz. dedi
-evet. dedim heyecanla.
-hastanın eşi kim. diye sordu.
-benim. diye atladı enişte.
-bu haberi ilk defa böyle veriyorum. dedi doktor yüzünü buruşturarak.
huur çocuğu resmen işkence çektiriyordu o an bize.
sormaktan korkarak merakla gözlerle yüzüne baktık doktorun.
-eşiniz hamile. dedi enişteme bakarak.
3 ay çavuşa dokunmayıp sonra boşaldığınızı düşünün beyler.
o anki rahatlamamın yanında inanın hiç kalırdı.
"çok şükür allahım" diyebildim içimden.
ama doktorun cümleye girişi ve duruşu daha devdıbının olduğunu gösteriyordu
-ama malesef vücut bebeği kabul etmiyor. bilmem ne bulguları eşinizin bilmem ne bölgelerine bilmem ne yaptığından bilmem ne enzimleri bilmem ne seviyesine çıkmış ve baygınlığa sebebiyet vermiş. dedi.
herif orda resmen latince konuştuğundan sadece ilk ve en önemli cümlesini anlamıştık.
-yani? diye sordu enişte.
-yanisi eşiniz şu an 4 aylık hamile, ama bebeği almak zorundayız, vücut bebeği yabancı bir madde olarak görüyor ve dışarı atmaya çalışıyor, bu döngü böyle devam ettikçe eşinizde bayılmalar, yüksek ateş, kusma sıklaşacak ve sonunda da zaten düşük yapacak. dedi
olayı acı bir şekilde kavramıştık.
1 dk içinde önce bir yiğenim olacağını sonra da öleceğini öğrenmiştim.
çok kötü oldum lan beyler.
enişte desen zaten direk yıkıldı.
ben ona destek olabilmek için daha sert durmaya çalışıyordum.
tek ve en önemli tesellimiz ablamın şu an için iyi olmasıydı.
aradan yarım saat kadar geçmişti.
ablam hala içerdeydi.
cep telefonum olmadığı için arayıp durumu öğrenemeyen şöför arkadaşlar bizi ablamın evinde bulamayınca direk en yakın hastane olan bu hasteneye gelmişlerdi.
bizi görüp heyecanla koştular.
sakince ablamın iyi olduğunu anlattık ve detaya girmeden durumdan bahsettik.
hepsi üzülmüştü ama yapacak bir şey yoktu.
şöför arkadaşlarla konuşurken kafalarının arasındaki boşluktan koridorda duran eylül ü gördüm.
öylece durmuş bize bakıyordu...
benim Eylül'e odaklandığımı farkeden şöförlerden biri ben daha sormadan cevap verdi.
-camdan görmüş seni, sonra biz de apar topar gelince takıldı peşimize, bi şey diyemedik. dedi.
ben hiç cevap vermeden eniştenin sırtını sıvazlayıp, şöför arkadaşlara "enişteye göz kulak olun" der gibi baktıntan sonra Eylül'ün yanına doğru yürüdüm.
ev haliyle çıkmıştı.
ama bu haliyle bile o kadar güzeldi ki, anlatamam be binler.
moralim çok bozuktu ama Eylül'ü görmek çok mutlu etmişti beni.
tebessüm edebilmiştim.
o da aynı şekilde karşılık verdi bana.
-ablan, iyi mi. diye sordu.
az önce şöför arkadaşlara anlattığım mevzuyu Eylül daha rahat anlar diye anladığım kadarını daha detaylı anlattım.
o da üzülmüştü.
-ablan iyi olacak, belki bebek de, üzülme. dedi
herkesin söyleyebileceği şu basit 1-2 kelimeyi Eylül'den duymak harbiden iyi gelmişti.
derken koridorun başından sesler duyduk.
panikle arkamı döndüm.
hay amk.
enişte fenalaşmıştı.
"gerçi bu kadar bile iyi dayandı" dedim kendi kendime.
arkamı döndüm ve koştum hemen.
hemen ardımdan Eylül de geliyordu hızlı adımlarla.
şöför arkadaşlar bizim enişteyi direk kucaklayıp hemen yan odadaki sedyeye yatırdılar.
hemşire içeri girdi, 5 dk sonra çıktı. çıkarken
-baba bey çok heyecanlı galiba. dedi, mevzuyu detaylı bilmediği belliydi.
tansiyonu düşmüştü bizim eniştenin.
şöför arkadaşlar:
-ömer yapabileceğimiz bişey var mı? diye sordular.
gelmeleri, destek olmaları bile yeterdi, öyle de dedim.
-saolun abiler, çok sağolun. dedim ve gönderdim hepsini
tam arkalarını dönmüş gidiyorlardı ki aralarından biri döndü ve Eylül'e bakıp.
-hanım kızım sen gelmiyor musun? diye sordu.
-ben biraz daha kalayım. dedi Eylül mahçup bir şekilde.
bırakıp gidememişti beni canını yediğim.
enişte bir odada, ablam diğer odada yatıyordu.
biz de koridordaki bank tarzı oturma yerlerinde oturuyorduk.
kafamı duvara dayamış yukarı doğru bakıyordum.
düşünüyordum.
bundan sonra ne olacaktı.
ablam bebeğini kaybediceğini öğrenince ne hisseecekti.
ben bile bu kadar kötü olduysam o bir anne olarak ne kadar üzülecekti.
derken eniştem ayılmış ama hemşireler oda zaten boş olduğu için yatıp dinlenmesini söyledikleri için çıkmamıştı içerden.
yarım saatte bir bazen ben bazen Eylül içeri girip yokluyorduk enişteyi.
ablamsa kendine gelse bile sürekli bi test sürekli bi kontrol yapılıyordu doktorlar ve hemşireler tarafından.
acil müdehale odasından normal hasta odasına aldılar ablamı.
yine aynı kattaydık.
bi oraya gidiyor bi oraya gidiyorduk.
ablamın yanına 1-2 defa girebildik, çok müsade etmediler.
akşam olmuştu beyler.
yorgun düşmüştük.
ablamın da eniştemin de iyi olduğunu bilmek rahatlatsa da beni henüz doğmamış yiğenimin ölecek olması çıkmıyordu aklımdan.
tam içim geçiyordu ki birileri benden önce davrandı.
Eylül'ün başı omuzuma düştü beyler.
uyuykalmıştı.
çok heyecanlanmış ama uyanmasın diye nefes alış verişimi bile yavaşlatmıştım.
ona ilk defa bu kadar yakından bakabiliyordum.
kafamı çok fazla çevirmeden görüş alanımın sınırlanırını zorluyordum.
yüzünün her detayını inceliyordum.
yüzünde 1 gram makyaj yoktu ama ona rağmen pürüzsüzdü sanki.
sadece alnının sağ köşesinde ufak bir çizik vardı,
o da belli ki çocukluktan kalma bir yaraydı.
saçlarının kokusunu duyabiliyordum.
çok güzel kokuyordu diyemem ama içime her çektiğimde huzur doluyordum lan beyler.
çok garipti.
kolumda saatim olmadığı için bakamadım saate ama tahminimce saat akşam 8 civarıydı.
Eylül'ü rahatsız etmemek için cansız mankeni oynuyordum.
o durumda asla uyumazdım ama bu koşturmaca bana da ağır gelmişti.
çalan telefon uyandırdı uykumuzdan bizi.
benim de içim geçmiş kafamı Eylül'ün kafasına dayamışım.
uyanınca farkettim.
çaktırmadan yan gözle baktım.
"Emre arıyor" yazıyordu ekranda.
Eylül hiç düşünmeden direk meşgule aldı, telefonu çantaya koymadı, elinde bekliyordu ki çok geçmeden 2. ye çaldı telefon.
Eylül yine direk meşgule aldı.
Derken 3. çaldı.
Eylül bu sefer uzatmadı, aramayı susturup telefonu sessize alıp çantasına attı.
Kafam yine trilyon olmuştu.
Bunlar daha bu sabah birbirlerine mutlu mutu el sallamıyorlar mıydı.
Şimdi ise Eylül Emre'nin telefonunu açmıyordu.
O zaman belli ki Eylül'ün yanımda konuşmaktan çekindiği bir şey vardı.
Bunu öğrenmek için bir süre sonra yerimden kalktım.
-kendime çay alıcam, acıkmışsındır, ne alayım sana. diye sordum.
-ben de çay içerim. dedi
ısrar etmedim, nerde olduğunu bilmediğim kantine doğru yürüdüm.
koridorun köşesini döndüm ve döndüğüm yerde 1 dk kadar bekledim.
kafamı korka korka koridordan geri uzattım.
Al işte amk,
Eylül telefonla konuşuyordu.
Hayır amaç neydi ki yani.
Sevgilisi varsa var sonuçta daha benim adımı bile bilmiyordu, benden neden saklıyordu.
Bu duruma çok pis ayar olmuştum.
O an daha büyük sorunlarım olmasa daha çok kafaya takardım ama "du bakalım Ömer" diyerekten kantine doğru geri döndüm.
Akşam vakti olduğu için biz gibi millet de acıkmış kantinin önü sıra olmuştu.
Yaklaşık bi 10 dk kadar bekledikten sonra sıra bana gelmişti.
iki çay 1 tane de kaşarlı tost aldım Eylül için.
tepsiye koydum ve Eylül'ün yanına dönüyordum.
koridoru döndüm ki bir de ne göreyim amk giderken yalnız bıraktığım Eylül'ün yanında biri vardı.
ama bu herhangi biri değil yavşak Emre oğlanıydı.
koridorun tam köşesinde durdum.
ayak üstü bi şeyler konuştuktan sonra çocuk Eylül'ün kolundan tuttu ve benim ters istikametime doğru yürümeye başladılar.
Eylül zorla gidiyor gibiydi ama istese de durabilirdi yani öyle bi kıvamdaydı.
giderken bi defa beni arayan gözlerle bu tarafa doğru baktı ama kalabalıktan dolayı farketmedi beni.
onların gittiğinden emin olduktan sonra elimdeki tepsiyle oturduğumuz yere döndüm.
tepsiyi hemen yanıma Eylül'ün oturduğu yere bıraktım.
ne çaya dokunabildim ne de tosta.
Eylül'ün bu hareketi beynimi gibmişti yine.
keşke hiç gelmeseydi diye düşündüm o an.
bin gibi kalmıştım...
beyler aradaki sorulara genel bi cevap vermek istiyorum: hikayenin ne kadar süreceği hakkında inanın en ufak bi fikrim yok, beraber görücez.
bazı kısımları beğenmeyen arkadaşlar olmuş; kusura bakmasınlar yaşanmışlıkları değiştiremiyorum, olanı yazıyorum
hala taksicilik mi yapıyorsun diyenler ver ama spoiler olmasın diye: hala çalışıyorum ama nerde ne şekilde ileryelen bölümlerde göreceksiniz

düşünmekten başım ağrımıştı ki
"boş koy be Ömer" dedim.
hem kafamı dağıtmak hem de merak ettiğim için ablamın yanına giremediğimden dolayı eniştenin odasına doğru yürüdüm.
kapı önünde hemşirelerden oluşan bi kalabalık vardı.
birinin elinde çay diğerlerine bi şey anlatıyordu.
öğlenden beri buralarda takılıyordum.
bi kaç görevli "bekleme salonuna alabilir miyiz sizi, burası acil girişi" dese de ayrılamadım yerimden.
nasıl ayrılacaktım ki amk, içerde canımdan kıymetlim, ablam yatıyordu.
her an bana ihtiyacı olabilirdi.
enişte de cabasıydı.
şimdi bi de bu hemşireler laf etmesin diye azcık dolandım oralarda.
resmen volta atıyordum koridorda.
5 dk kadar sonra olaysız dağıldılar.
ben de hafif aralık olan kapıyı elimle ittim ve girmeden kafamı uzattım içeriye.
hala uyuyordu.
bu ne uykusuydu amk.
karısı içerde yarı baygın ama bizim enişte keyif yapıyordu.
şüphelendim.
mantıklı değildi çünkü.
hemşirelerden birinin yanına gidip, eniştenin odasını gösterip
-pardon, içerdeki hastanın yakınıyım, bayadır uyuyor, bi sorun olmasın, bakabilir misiniz rica etsem. dedim
-endişe edecek bi durum yok, bi kaç defa kalkmak istedi, ama pek iyi görünmüyordu, ağladı da bi kaç kez, biz de doktor beyin isteğiyle sakinleştirici iğne yaptık kendisine, muhtemelen sabaha karşı uyanır, merak etmeyin, biz kontrol ediyoruz da zaten. dedi.
rahatlamıştım.
muhtemelen biz Eylül ile uyurken olmuştu bunlar.
eniştenin de boşuna günahını almıştık.
herifin zaten az olan günahlarını sıfırlamıştık amk.
oturduğum yere geri döndüm.
yüzümü ellerimin arasına almış,
dirseklerimi dizlerime dayamış öyle mal mal düşünüyordum ki...
cemil usta onu kandırdığımızı bi duysa emrahla beni üst üste koyup öyle giberdi.
henüz yeşil ışık yanmamıştı.
-seni de eve bırakıyorum. diye şansımı denedim.
-istersen dene ama akşam akşam beni hastaneye geri yürütme bence. dedi
şansımı zormalamın alemi yoktu.
çünkü emrah'ı çok iyi tanıyordum.
yeşil yandı ve biz U dönüşü yapılmaz tabelasının dibinden geri hastaneye doğru döndük.
zaten çok uzaklaşmadığımız için yaklaşık 1 dk sonra hastanenin acil kapısının önüne geldik.
arabayı aynı yere parkedip içeri girdik.
içeri girer girmez ablamla ilgilenen hemşirenin yanına gittim, durumunu sordum.
-2 test daha kaldı, onların sonucu çıkacak yarım saate kadar onları da alıp doktor beye göstericez, duruma göre hareket edicez ama bu akşam çıkabileceğini sanmıyorum. dedi
"peki" diyerek aynı yere oturduk yine.
zaman resmen geçmek bilmiyordu amk.
ne uzun yarım saatti.
hele bi de haber bekleyince hiç geçmedi.
emrah omzumu dürterek:
-annenleri aradın mı lan. dedi.
emrah sorana kadar durumu anneme haber vermek hiç aklıma gelmemişti.
babamın nerde olduğunu bilsem, telefondan ulaşabilsem ona haber verirdim belki ama annem olmazdı, çok üzülürdü. hem ablama çok şükür bi şey olmamıştı ve olmayacaktı ki. annem bi torunu olacağını öğrenmeden torununu kaybedecekti. diye düşündüm o an.
-gerek yok abi boşu boşuna telaşlanmasın. dedim.
-sen bilirsin. dedi.
derken biraz zaman sonra hemşire elinde bazı kağıtlarla yanıma geldi.
-doktor beyin talebiyle hastamızı kadın doğum ünitesine nakledeceğiz. diyerek elime 2 tane kağıt sıkıştırdı.
-önce kayıt kabul kısmından hastanın nüfus cüzdanıyla girişini yaptırıp bu kağıdı imzalatın sonra da nakil için hasta bilgilerini bu forma doldurun. diye ekledi.
formu doldurmak kolaydı da kayıt için ablamın nüfus cüzdanı lazımdı.
o panikle eniştemin, ablamın nüfus cüzdanını aldığını hiç zannetmiyordum.
eve gidip nüfus cüzdanını almak lazımdı, ama eve girmek için önce anahtarı bulmalıydım.
eniştemin yattığı odaya girdim.
züt cebi dahil bütün ceplerini yokladım.
öküz gibi uyuyordu, uyanmadı.
ceplerinde biraz bozuk para, cep telefonu ve züt cebinde de cüzdan vardı.
anahtar yoktu.
herif bırak nüfus cüzdanını almayı, evin anahtarını bile unutmuştu.
odadan çıkıp durumu emrah'a anlattım.
-arabanın anahtarını ver, ben halledicem. dedi emrah.
emrah bi şeyi yapıcam dediyse onu mutlaka yapardı. bunu bildiğim için sorgulamadım.
-çantasındadır di mi nüfus cüzdanı. diye sordu.
-bilmiyorum olabilir. dedim
tamam diyerek çıktı emrah.
hemşireye durumu izah edip "arkadaş birazdan getirecek nüfus cüzdanını, kayıt işlemlerin halledip getiricem formları size". dedim
-tamam bekliyorum. dedi
zütümün şekliği aldığı koltuğumsu sandalyeye geri oturdum.
o kadar yorulmuşum ki emrah'ı beklerken uyumuşum.
gözlerimi açtığımda sabah olmuştu ve başımda hiç ummadığım biri bekliyordu...
1 yıldan fazla süredir görmediğim babam denilen adam resmen uyanmamı bekliyordu.
Önce daha uyanmadığımı, rüya gördüğümü sansam da her şey çok gerçekti lan beyler.
Pazar sabahı olmasından dolayı hastane dün geceye göre daha sakin, daha sessizdi.
Sarılmakla küfür etmek gibi çok geniş bir arada kaldım o an.
Tepkisiz kalarak açıklama bekleyen bir ifadeyle ayağa kalkmadan baktım babama.
Giderken açıklama yapmayan adam döndüğünde ne açıklama yapacaktı ya, neyse..
1 dk kadar öyle konuşmadan bekledik ikimizde.
sonra ayağa kalktım.
gözüm Emrah'ı arıyordu ama göremiyordum.
tam enişteye bakmak için hareketlenmiştim ki
-ablan seni görmek istiyor. dedi babam
hiç bi şey demeden sadece başımla onayladım.
kadın doğum bölümünün nerde olduğunu bilmiyordum,
ama sanki biliyormuş gibi hızlı adımlarla yürüdüm.
bakmamıştım ama babam da beni takip ediyordu.
kantine giden koridorun köşesinden döndüm,
kapının üstünde yazan yönlendirme tabelalarını gördüm.
"Yenidoğan / Kadın Doğum Bölümü 2. kat" yazıyordu.
önce asansöre doğru gitmeye niyetlensem de asansörün önünde bekleyen yaşlı teyzeleri görünce merdivenlere doğru yöneldim.
koşar adımlarla 2. kata çıktım.
muhtemelen babam ablamın odasını biliyordu ama hiç sormadan danışmaya doğru yürüdüm.
ablamın adını soyadını verip oda numarasını öğrendim.
odanın önüne geldim.
içeri girerken yan gözle babamın hala peşimden geldiğini gördüm.
içeri girdim.
ablam yatakta yatıyor, enişte yanında oturuyor, emrah da ayakta bekliyordu.
ablamın üzgün olduğunu görünce durumu öğrendiğini anladım.
ben de hala çok üzgündüm ama ablama söyleme sorumluluğunu üzerimden attığım için bi nebze de olsa rahatlamıştım beyler.

2 dk kadar geçmişti odaya gireli ama belli ki babam kapıda bekliyordu.
girmemişti içeri.
babamdan ve eylül'den dolayı zaten beyin amcıklaması geçiriyordum.
ablamın durumu da ortadaydı.
tam bir mala dönmüştüm.
halimden tavrımdan çok belli oluyordu ki ben ona sormam gerekirken o bana sordu;
-iyi misin ablacım. dedi.
cevap vermeden direk güç verirmişcesine sarıldım ablama.
ama güç vermekten öte ondan güç alıyordum sanki.
ona sarılırken gözlerim doldu ama kız gibi ağlamadım beyler.
geri çekildiğimde farkettirmedim yaşlı gözlerimi.
-asıl sen iyi misin. diye sordum.
-iyiyim ablacım. dedi yalan söyleyerek.
ablam güçlü durma konusunda anneme çok benziyordu,
ters giden her şeyin altından bi mutluluk çıkarırdı.
ve yine aynısını yaptı.
ben bi şey diyemeden söze devam etti.
önce enişteye, sonra benle emrah'a bakarak;
-sana bir evlat, size de bir yiğen verebilmeyi çok isterdim. ama yukardaki yazmış bi kere herkesin yazgısını, bize de boyun eğmek düşer, hayırlısı buymuş demek ki. hem zaten bi çocuk da planlamamıştık, böyle bi dünyaya çocuk mu getirilir hem, baksana bizim halimize. dedi gülmeye çalışarak.
ama yapmacık olduğu çok belliydi.
resmen önce enişte sonra da biz üzülmeyelim diye kedinin ulaşamadığı çiğere tak atması misali palavra atıyordu.
ablamın çocukları çok sevdiğini herkesten çok ben bilirdim.
beni bile sevmişti amk, çocukları nasıl sevmezdi.
odada kimse cevap veremedi.
sahte bir gülümsemeyle karşılık verdik sadece.
-babamla konuştun mu. dedi ablam.
-hayır. dedim.
-geri gidecek galiba, senle konuşmak istiyor, bi git yanına. dedi
konuşmak hiç istemiyordum, ama ablam "üzme beni" der gibi baktı bana,
kıyabilir miydim hiç amk.
ikiletmeden çıktım dışarı.
kapının yanında beni bekliyordu.
o da üzülmüştü beyler, her ne kadar bizi pek giblemese de ondan bi parçaydık amk.
bi şey demek ister gibi bana bakıyordu,
tam lafa girecekti ki...

Aşağıya kafeteryaya geçelim mi. diye sordum.
kafasıyla onayladı beni.
geldiğimiz gibi merdivenlerden geri döndük.
bu sabah uyandığım oturakların yanından geçip köşeyi döndükten sonra kafeteryaya geldik.
boş bi masa bulduk.
oturduk.
-bişey içer misin. dedim.
-yok. dedi
-peki. dedim ve kendime çay almak için kalktım ayağa.
sabah erken vakit olduğu için kuyruk falan yoktu bu sefer allahtan ve "1 çay alabilir miyim" diye seslendim çalışana, sonra içimdeki vicdanlı bebeye hakim olamayarak "2 olsun lütfen" diye düzelttim.
köpek gibi acıkmıştım.
ama yemek yiyecek halim yoktu, o yüzden yiyecek bi şey söylemeye yeltenmedim bile.
1 dk geçmedi ki kağıt bardakta 2 çay, bi kaç şeker, 1 de tepsi uzattı çalışan kız.
çayları alıp masaya geri döndüm.
çayın birini babamın önüne doğru uzattım.
teşekkür etti.
"eee anlat bakalım, seni dinliyorum" dercesine baktım.
bakışlarıma fazla direnemeyip girdi konuya.
-Ömer. dedi
efendim "baba" demeyi çok istedim ama dilim varmadı lan beyler, babamdan çok "baba" demeyi özlemiştim ama diyemedim işte amk.
-efendim. dedim sadece.
-Biliyorum bana kızgınsın, kimseye bi tak demeden çektim gittim, hepiniz çok haklısınız. geçerli bi bahanem olmasını çok isterdim ama yok malesef. şu zıkkım hayatımı mahfetti. dedi içkiyi kastederek.
zaten taksiye kafasına göre çıkıyordu, kazandığını da içkiye sigaraya gömüyordu.
bunlar zaten bildiğim şeylerdi, yeni bi şey duymamıştım henüz.
"eee" der gibi babama bakıyordum, ve devam etti.
-bu zıkkımı bırakamadım be Ömer. sonra bi hatunun peşine takıldık. hayatımı kendi ellerimle mahfettim. annen zaten abinden dolayı perişanken bir de bu mevzuyu öğrense hastalıklara kalırdı kadın. sonra takıldığım hatun karınla konuşucam artık, boşanın ayağı yapınca da göze alamadım. onu da alıp istanbul'a gittim. kaçtım be Ömer, bildiğin kaçtım, başlarda mutlu olduğumu sandım ama şimdi arkamı dönüp baktığımda deydi mi diye soruyorum sadece kendime. dedi
babam mevzuyu panpasına anlatır gibi anlatıyordu.
bi kaç defa babamın pavyona takıldığı gelmişti mahalledeki binlerden kulağıma ama bi hatunun peşine takılıp gideceği hiç gelmemişti aklıma.
vay amk dedim içimden.
-devam et lütfen. dedim.
-annenizi tarsusa göndermek kimin fikriydi bilmiyorum ama kim düşünmüşse çok iyi düşünmüş. duyduğumda içten içe evde oturup beni beklemediğini düşünerek sevindim açıkcası. anneniz gittikten sonra da 1-2 defa dönmeyi düşündüm ama göze alamadım be Ömer. dedi
-millete o kadar borç takıp geri dönemezdin zaten, Rüstem amca seni gördüğü yerde... dedim sinirlendiğimden dolayı cesaretimi toplayıp, ama cümlenin devdıbını getiremedim kendime yakıştıramayıp.
-Ben gittikten sonra dönmemi en çok Rüstem istedi zaten. dedi...




Önceki
Sonraki »

2 yorum

yorum
Metehan
admin
10 Temmuz 2017 01:38 ×

Abi devamıni bekliyorum lütfeb hep boyle seyler yaz o agir bir abazaydim turundende sikmisim ulliminattiyik

Cevap
avatar
Adsız
admin
24 Nisan 2018 12:29 ×

güzell

Cevap
avatar

DönüştürDönüştür İfadeİfade