Bir cin vakası anlatıyorum. ~ Deepweb,2018,illuminati,korku,hikaye,cin,hack,credit,card,uzaylı,aog


İnci Sözlük yazarı ve AOG Üyesi |Tugay Sr.| Bilginin arasında jupitere kadar koşanların arasına hoş geldin.Artık başımdan geçen ibretlik/komik anıları Başıma geldi menüsünden okuyabilirsin.

Bir cin vakası anlatıyorum.

lise 1’i yeni bitirmiştim o sıralarda da bizim aile yadigarı olan 40-50 senelik çiftliği tekrardan hayata geçirme çabası vardı babam ve dedemde. yalanına sokuyumcular için tam yeri istanbul çatalca’nın kabakça köyü alın bu da google earth http://img.webme.com/pic/a/airsoftturkiye/ciftlik.png babam, dedem, üvey babaannem ve amcamın çiftlikte geçen garip olaylarını dinleyerek büyümüştüm. sırf o hikayelerden kitap yazılır ama o zamanlar inanmıyorduk işte çocukluk. 

söylentilere göre kurtuluş savaşı’nda kabakça köyünde savaş olmuş ve bir sürü isimsiz şehit varmış tam da bizim çiftliğin altında. doğru olduğuna inanıyorum lakin bizimkilerin olayları açıklamak için uydurduğu bir bahane de olabilir tabi bu. her neyse, lisede iğrenç bi öğrenciydim lise 1 de 6 tane zayıfım vardı 6 lan 6 babam bana eğer ikmallerde geçersen bütün yaz çiftlikteyiz dedi ve öyle de oldu. keşke bir sene daha lise 1 de kalsaydım da oraya gitmeseydim.
4 saat yolculuğun ardın yorgun argın düşmüş bi şekilde vardık çiftliğe. bi sürü hikaye duyucam diye hazırlamıştım kendimi önceden ama beni etkileyeceklerini bilmiyodum. amcaoğluyla akşama kadar ata binip sigara içiyoduk gece de sabaha kadar poker oynuyoduk. acayip eğlenceliydi ta ki o geceye kadar. (http://img.webme.com/pic/a/airsoftturkiye/ciftlik2.png kırmızıyla gösterdiğim yer bizim ev yeşil olan ahır siyah olan da bakıcı evi)
bizim ev 2 katlı ama alt katı kullanmıyoruz o zamanlar çünkü sürekli su basıyor kışın alt katta bilardo masası var başka bi bok yok içeri girdiğinizde kendinizi amerikan filmlerinde hazırladıkları cadılar bayramı evlerinden birine girmiş gibi hissediyorsunuz. duvarlar sperm rengi kapılar buzlu camlı bir kat işte. her gece 1 e kadar bilardo oynayıp sonra pokere geçerdik. bizim bakıcı remzi abi 24 yaşında o da bizle beraber bilardo oynuyoruz. saat 12,5 falan remzi abi artık gidelim gençler geç oldu dedi ben de tamam şu oyun bitsin gideriz dedim. 100 sayılık 3 topta kuzenim 77 ben 56 hiç unutmam. neyse oyunu bitirdik sigaraları söndürdük yukarı çıkıcaz kuzen ışıkları kapattı kapı da kapalı birden girilmesin diye kapının kolunu indirmesiyle olum kapı açılmıyo lann demesi bir oldu ben zannettim bu bizle taşak geçiyor hadi lan ordan yemezler dedim ben de ikinci çıkışa gittim kolu indirdim indirmemle ananı sikiyimmm demem bir oldu. kilitlenmiştik resmen oraya. dizlerimin üstüne çöküp ne kadar bildiğim dua varsa okumaya başladım ışıklar kapalı hiçbir yer gözükmüyor zifiri karanlık ve ne remzi abiden ne de kuzenden ses seda yoktu tek duyduğum hemen duvarın karşısındaki ahırdan gelen ineklerin sesiydi. yaklaşık 5 ya da 10 dakika sonra 2 tane ses duydum. bu ses kilit sesiydi ve bir anda ışıklar yandı. hayatım boyunca hiç unutamayacağım bir kareydi karşımda gördüğüm. remzi abi ve kuzen koltukta birbirlerine sarılmış gözler kapalı dua okuyorlardı. o gece konuşmadan direk yattık.

ertesi gün kalktığımda olayın şokunu henüz atlatamamıştım hala şaşkınlık üzerimdeydi. kahvaltı etmeden direk atı eğerleyip derenin oraya indim atı bağlayıp güneş altında kavrulup hamam suyundan beter olan suyla elimi yüzümü yıkadım. çiftlik ortamı ve lise 1 e giden çocuğun beline tabanca takan bir babam var. çocuğuz tabi ne anlayalım yere oturmamla belimde sıkışmış tetiğin merminin içindeki barutu tutuşturup patlatması bir oldu. kulaklarım patlayacakmış gibi oldu anlık korkuyla kalkıp belimde tabancayı çektim başka biri ateş etti sanmıştım. tabancadan çıkan dumanları görünce sığ dereye tabancayı fırlattım ve ata binip geri döndüm. kuzen kalkmıştı oturup kahvaltımızı ettik ve dün gece yaşadıklarımızı değerlendirmek için içerdeki salona geçtik.

kuzen hala uyanamamış, şaşkın şaşkın etrafa bakınıyordu. konuyu açan ben oldum. 
-olum lan ne oldu dün gece öyle?
hala dalmış bir vaziyette sabit bir yere bakıyordu
-laan!?
-he noldu kuzen
-soru soruyorum duymuyo musun olum?
-dalmışım kuzen kusura bakma
-ne oldu dün akşam diyorum?
-kuzen konuşmayalım bunu lütfen
-neden olum noluyo lan?
-sen onu görmedin mi?
-neyi lan neyi?
-kuzen valla bak boşver hadi yürü inekleri otlatıcaz sonra anlatırım.

kafamdaki soru işaretleri ile kuzenin peşinden gittim. remzi abinin kapısını çalıp uyandırdıktan sonra kuzenle ben atları eğerleyip biz atta, remzi abi önümüzde inekleri tarlaya çıkardık http://img.webme.com/pic/a/airsoftturkiye/ciftlik3.png remzi abi oturmuş sigarasını içerken biz atlarla dağılan inekleri sürünün içinde tutuyorduk. büyümüş mısırları bilen bilir sapları çok sert olur tarla ful mısır olduğundan atın üstünde kafamız anca mısırların üstüne çıkıyordu. sanırım atın ayağı o topraktaki saplardan birine takıldı atla beraber yere düştük. ama bu piçler yardım ediceklerine karşımda durup yarıla yarıla gülüyolardı. biraz cüsseliyimdir, atın üstünde kaldığımdan at ezilmesin diye hemen kalkmaya çalıştım üzerinden çekildim üstümü başımı silkeledim ama at hala yerde ölü gibi yatıyordu. gözlerini kırparak sanki elinden şekeri alınmış bebek gibi ne olur yardım edin edasıyla bakınıyordu etrafa. bir kaç kere hafifçe kırbaçladıysak da kalkmadı. ne yapıcaz lan şeklinde birbirimize bakıyorduk.
biz öyle muallak gibi bakışırken atın kalkmaya çalıştığını gördüm. dizginleri yakalamak için hamle yaptım ama tutamadım at kalktığı gibi dereye doğru koşmaya başladı. biz öyle eli kolu bağlanmış gibi at ufukta kaybolana kadar arkasından baktık durduk. elden bir şey gelmiyordu zaten gördüğümüz manzaradan sonra o ata binmek isteyeceğimi de pek zannetmiyordum. remzi abi hadi boşverin toplayalım şu inekleri de gidelim artık dedi. toplanıp çiftliğe gittikten sonra resimde siyahla gösterdiğim yerdeki tek odalık eve girdik http://img.webme.com/pic/a/airsoftturkiye/ciftlik4.png oturup sigaraları yaktık içmeye başladık. remzi abi bırakın at döner iki güne diye teselli etmeye çalıştı bizi. o zamanlar annem babam dedem üvey babaannem falan hiç biri bilmiyor sigara içtiğimi bir tek babaanneme söylemiştim. onu yakın hissederdim kendime o da hiçbir şey demezdi bana ama dedemle 20 30 senedir ayrı oldukları için babaannem yazlıktaydı o sıralar. zaten istanbul’a gittiğimde hep önce babaanneme sonra çiftliğe giderdim rahmetli olana kadar babaannem. her neyse, bi de bu remzi piçinin babası var özer baba o da aynı şekilde bakıcı çiftlikte baba oğul ineklere bakıyolar. özer aradı remziyi ahırda bok temizleyeceklermiş bu gitti biz kaldık kuzenle.

yine konuyu ben açtım ağzına sıçıyım adamın ağzını bıçak açmıyor benden bi yaş küçük bu. geldiğimden beri bi tuhaflık var bunda sürekli bir yerlere dalıp gidiyo o sene de gemlikten taşınmışlardı çiftliğe okulu falan değişti ondandır diye üstelemedim pek ama bu soruma da cevap vermeyince

-ne oldu lan sana bi derdin mi var olum neden konuşmuyosun?
irkilerek birden bana baktı
-ne derdi olum ya yok bi şey
-sen böyle değildin kuzen sürekli bi yerlere dalıp gidiyosun anlamıyorum
-kuzen tamam her şeyi göstericem ama şimdi değil
-neyi göstericen olum bi anlatsana
-akşama kadar sabret anlıycaksın her şeyi.
tamam dedim çıkıp eve gittik. kuzen ben sıkıldım gel ava çıkalım beraber dedim buna 
-yok kuzen ya boşver sonra çıkarız
-hadi be olum zaten kırk yılın başı gelmişim kırma beni
-kuzen valla başım ağrıyo sonra gidelim
-sikicem artık ama ha

dedim hızlı hızlı eve çıkıp fişekliği taktım boynuma kısa çifteyi aldım kafamda kovboy şapkası çıktım dağ bayır dolanmaya gösterdiğim yerler baya eğimli yüksekte kalıyor çiftlikten ve oralardayım http://img.webme.com/pic/a/airsoftturkiye/ciftlik5.png erken kalktığımızdan öğle saatleri güneş tepede mudurnu tavuk gibi kızarmışım 15 20 metre ağaçlarla çevrili ortası gölgelik bir alan gördüm gideyim şurda dinleneyim biraz dedim gittim oturdum. yayla gibi olduğundan düm düz her yer. gölgelik dediğim alan da baya büyük rahat 1 dönüm vardır. çifteyi kırık vaziyette yere koydum parlamentimi yaktım içiyorum. derin bi nefes alıp yaşadıklarımı düşünmeye başladım. ulan nereye gelmiştim ben? oysa ki çocukken hep buralarda büyümüştüm ama başıma böyle olaylar gelmemişti hiçbir zaman. havaya bakınırken beyaz bi kuş gördüm. çiftede 2 tane kuş saçması var sigarayı attım hemen sarıldım tüfeğe nişan alıp ateş ettim ama ıska. benle dalga geçer gibi yavaş yavaş gidip ağaca kondu. onun ordan kalkmasını beklerken tam arkamdan aynı kuştan bi tane daha çıkıp öbür ağaca gidip kondu. sürekli aynısı olmaya başladı. nereye baksam tam arkamdan kuş geçiyordu. tüfeğin diğer namlusundaki fişeğe güvenip sabit bir ağaca bakmaya başladım. ama sanki bana inat baktığım taraftan hiç kuş geçmedi. öyle odaklanmış olarak bakarken arkamdan vuuufff diye bi şeyin geçtiğini hissettim. tüfeği bel hizama indirip arkamı döndüm ama hiç bi şey yoktu. dönmemle tüfeğin elimden kayıp düşmesi bir oldu. bilirsiniz, çifte yere düştüğü zaman patlar o yüzden avcılar yere düşerse patlamasın diye namlular kırık vaziyette taşırlar çifteyi. evet patladı paslı ve yağlı sağ namludaki mermi. ayakkabımın ucunu sıyırıp toprakta büyük bir iz bıraktı. o an aynı şekilde arkamdan birinin geçtiğini hissettim ama bu sefer aldırmadan tüfeği yerden alıp eve yürümeye başladım.

leş gibi terlemiştim, kafamdaki saman şapka kafama yapışmış acayip rahatsız ediyordu. eve gidip hemen duş aldım ve dinlenmek için 2. salona uzandım. babamla amcam evde değil her gün gidiyorlar çiftliğin daha yeni canlanmasından dolayı düzen tam oturmamış, sürekli birileriyle görüşüyorlardı. dedem desen sabahtan akşama kadar hep aynı koltukta oturup sigara içer, tuvalete gidip gelince bile nefes nefese kalırdı. ben uzanmışken kuzen geldi yanıma nerdeydin lan dedi dolaştım geldim dedim. akşam yine iniyoruz dimi bilardoya dedi kuzene kızgındım ama göstereceği şeyi de merak ediyordum evet incez dedim tamam dedi içeri gitti. yine düşüncelerimle baş başaydım. yaşadıklarımı ve akşam ne olacak diye düşünmeden duramıyodum. gerçi bi daha da oraya inmek istemiyodum ama merak işte. düşünürken uyuyakalmışım akşam yemeğinde uyandırdı kuzen 
-hadi kalk yemek yicez kuzen
-tamam geliyorum
elimi yüzümü yıkadım oturduk yemek yedik. babamlar daha gelmemiş biz de beklemedik çıktık dışarı. çiftliğin etrafta hiçbir ışık yok zamanında dedem koymuş ama artık çalışmıyordu hiçbiri o yüzden bahçede el fenerleriyle gezerdik. biraz çiftliği kolaçan ettikten sonra remziyi çağırmak için gittik ibne özerin evine.
kapıya özer piçi çıktı remzi abi nerde dedik uyuyo dedi hay amına koyim edasıyla yürümeye başladık. ben kuzene bakıyom ne gösterceksen göster artık yoksa verecem ağzına malafatı diye ne bakıyon olum dedi lan ne zaman anlatacan? şimdi değil gece tam 3te

sikecem üçünü beşini sokturtma kafana dedim olum düzgün konuş karışmam bak ha dedi allah allah ne olcak lan dedim sinirli bi şekilde değil taşak geçme edasında çocuk gibi çakıl çiftliğin yolunda, zifiri karanlıkta boğuşmaya başladık 5 10 dakika boğuştan sonra küfürlerimizi bi çığlık sesi böldü. uzakta bizim çiftliğin arkasına doğru bir ev daha var o taraflardan geldi ses. hep aynı klişeler falan demeyin size yemin ederim aynı bu şekilde oldu beyler. üstümüz başımız toz içinde birden ayağa fırladık karanlıkta mal mal elimizde fenerle ileri doğru bakıyoruz sanki bi şey görebilecekmiş gibi. dayanamadım kuzen yürü gidelim eve korkuyorum olum ben dedim ve koşarak alt kata girdik. anasını sikiyim neden alt kata giriyoruz ama işte o an korkudan dalıverdik içeri.

bu sefer bi şey olmadı içerde ama ikimiz de üç buçuk atıyoduk. dışarı da çıkamıyoruz allahım nolur bitsin artık bu şeyler diye dua ediyorum içimden. 5 dakika sonra remzi abi geldi uyanmış huur napıyonuz len eşekler dedi cevap vermedik ama remzi abiyi görünce rahatlamıştım biraz ne yalan söyliyim. hadi kalkın bilardo oynayalım dedi kafayı dağıtırız diye tamam dedik ama bi yandan da şaşırıyorum bu adam nasıl bu kadar rahat diye. neyse gece bi şey olmadı fazla kaptırmışız kendimizi bilardoya babamların bizi pokere çağırdığını hatırlıyorum. remzi abi saate bakıp oo çok geç olmuş sabah sağıma gircem ben gideyim artık dedi gitti biz de kuzenle yukarı pokere çıktık ama gece 3 aklımda tabi.

bir bir buçuk saat kadar oynadık diye hatırlıyorum saat 2.30 du ben sıkıldık gidelim biz dedim iyi tamam dediler indik bilardo salonuna. kuzen yarım saat kaldı hazır mısın dedi bu sikik bana ben neye amına koduğum dedim sus olum kızdıracaksın bak kızsan ne olcak lan dedim ben değil ki dedi iyice kafam gitti benim orda tamamen afallamış vaziyette kalakaldım. ne olcaksa olsun diye düşünüp senelerce farelerin kemirmesinden ve su baskınına uğramaktan bitap düşmüş koltuğa attım kendimi.

bi sigara yakıp rahatlarım diye düşündüm ama amına kodugumun ibnesi bi camdaki perdeye bi de bit pazarından aldığı dandik saate bakıp duruyodu. sormadım ne yapıyon diye. saat tam üç olduğunda beni çağırdı ışıkları kapatıp eliyle dışarıda yanan tek lambanın ışığı ile aydınlanan perdeyi işaret etti. sarı ve soluk ışığa bakıp ne olucak diye merak ederken ne lan bu dedim şşşşşş yaptı eliyle fısıldayarak bakmaya devam et dedi. kafamı çevirdim ve görmemle dizlerimin üstüne çöküp başımı ellerimin arasına almam bir oldu.

bir şey soldan sağa doğru yavaş yavaş yürüyüp tam camın önünde durdu ve ağır ağır yüzünü bize döndü. perde kapalı olduğundan allahtan sadece gölgesini görebiliyorduk. gölgenin normal insan gibi kol bacak ve kafası belli oluyordu ama bir insan olamayacak kadar uzun bir şeydi. http://img.webme.com/pic/a/airsoftturkiye/o.png beyaz yer bizim bulunduğumuz cam ve yerle nerdeyse bitişik kahverengi yer de o şeyin durduğunu tahmin ettiğim yer. birden cama doğru yürümeye başladı ama normal insan gibi değil, sanki kayıyormuşçasına. ben korkudan ayağı fırlayıp kaçmaya çalıştım ama kuzen kolumdan tuttu fısıldayarak dur dedi. gölge yaklaştı yaklaştı yaklaştı bütün perde gölgeyle 1 ya da 2 saniyeliğine kaplandı ve sonra birden yok oldu. yerde oturmuş ağlıyordum. artık tek istediğim bu yerden gitmekti.

kuzen hiç etkilenmemişçesine gidip ışıkları açtı şimdi anladın mı dedi neyi anlayacaktım ki? bunların hiçbir açıklaması yoktu ve daha çok kafamı karıştırıp korkmamı sağlamıştı. bir şey demeden kapıya yöneldim tam çıkacakken kuzen dur dedi şimdi çıkarsan hiç güzel olmaz, 10 dakika daha bekle. saatime baktığımda saat 3.50 ydi. evet gençler 3.50 bir saat boyunca biz o şeye bakıp durmuş ve bana sanki zaman atlaması yaşamışız gibi gelmişti. geri döndüm koltuğa oturdum ve kuzen hatırlıyor musun? dedi

babamın babaannesi balkon tam karşıda kalacak şekilde duran koltuğa otururmuş hep. çok yaşlı olduğu dönemlerde olmuş bu olay da. çok büyük bi şey değil ama bana göre bir kanıttı anlatılanların gerçek olduğuna dair. bi gece babam büyükbabam babamın babaannesi oturuyolarmış salonda. büyük babam o zamanlar daha genç, kalkmış tuvalete gitmiş. babamın babaannesi 5 dk sonra babama, oğlum bak bakıyım baban balkona çıktı galiba demiş babam da yok babaanne babam tuvalette demiş babaanne e balkondaki kim deyince babam balkonda oturan beyaz gömlekli adamı görmüş. olayda büyütülecek bi şey yok gerçi ama benim kafamdaki taşların yerine oturmasına bi nebze yardımcı olmuştu o zamanlar.

kuzen bunu tekrar anlattıktan sonra ekledi: her cuma gece 3 te o adamı görüyoruz kuzen. haftanın her günü de daha demin gördüğümüz olay oluyor sürekli bu artık herkes için normal. getirmediğimiz hoca kalmadı hepsi de burdan çıkın, sizi istemiyorlar dedi ama şu ana kadar bize bir zararları olmadı dedi. bizi istemediklerini aynı sene içinde anlayacaktım ama çok geç olacaktı.

bir an afalladım. kim olduklarını, neden bizi istemediklerini bilmek falan istemiyordum artık. eve çıkıp yatağa girdim ama uyuyamadım sabaha kadar. kötü niyetli varlıklar olmadıklarını biliyordum çünkü amaçları korkutmak olsa her gece rüyama girerdi ama orda kaldığım sürece hiç bir zaman rüya görmedim. belki de hz. ali nin resminin olduğu odada yatmamdan dolayıdır.

sabah ezanına doğru uyumuşum. sabah uyandığımda saat 2 civarı idi. acayip uyumuşum. kahvaltımı ettikten sonra dışarı kuzeni bulmaya gittim. köpeklere yemek veriyodu bu arada atı anlatmayı unuttum 2 gün sonra ileriki köyde buldular atı. ama eğeri ve nalları yoktu her neyse kuzenin yanına gittim
-günaydın
-hele şükür uyandın 
cevap vermeden atı eğerlemeye gittim. kuzen arkamdan koşup elinde yemek kabıyla
-ne oldu olum?
-nasıl ne oldu lan? nasıl ne oldu ağzına sıçtımın geri zekalısı psikolojimi siktiniz buraya geldiğimden beri bi de ne oldu diye mi soruyosun şerefsiz.
-kuzen tamam ne kızıyosun biraz ani oldu belki ama bunları bilmen gerekliydi. hem sen istedin göstermemi.
arkamı dönüp yürümeye devam ettim. gözlerimden akan 2 damla yaşı tutamadım zaten tutmaya da çalışmamıştım. o gün hiçbir şey olmamıştı, geceye kadar tabi.
o gece remzi abilere gittik. o zamanlar ferre merre yok remzi dergi almış ona bakıyoruz elimiz sikimizde. özer baba da gelip yatıyorum deyip gitti. biz dergiye bakmaya devam ediyoruz aradan 10 dakika geçti odanın kapısını tıklattı biri. kalkıp baktık kimse yok allah allah diyip devam ettik dergiye. bi 5dk sonra bu sefer tak tak şeklinde ve daha sert bi şekilde vuruldu kapı remzi çıktı ne var baba ne çalıyosun kapıyı falan dedi özer baba ordan ne çalcam kapını gece gece delirdiniz mi yatın uyuyun artık diye bağırdı.
o gece remzi abilere gittik. büyükbabamlar öbür evlerine, babam bursaya amcam da köye gitmişti ve yalnızdık. o zamanlar ferre merre yok remzi dergi almış ona bakıyoruz elimiz sikimizde. özer baba da gelip yatıyorum deyip gitti. biz dergiye bakmaya devam ediyoruz aradan 10 dakika geçti odanın kapısını tıklattı biri. kalkıp baktık kimse yok allah allah diyip devam ettik dergiye. bi 5dk sonra bu sefer tak tak şeklinde ve daha sert bi şekilde vuruldu kapı remzi çıktı ne var baba ne çalıyosun kapıyı falan dedi özer baba ordan ne çalcam kapını gece gece delirdiniz mi yatın uyuyun artık diye bağırdı. kuzene kalk hadi eve gidelim dedim bu yarak bana dur iki dakka daha bakalım gideriz dedi. ulan amına kodum sikicekler belamızı adamın umrunda değil. neyse remziyle bu yine dergiye gömüldüler ben de oturuyorum öyle. 5 dakika sonra kapıya öyle güçlü bir şekilde vuruldu ki bizim evden bile duyulmuştur. ananı sikiiim eşliğinde hepimiz birden ayağı fırladık. özer baba yan odadan bağırmaya başladı ne yapıyonuz piç kuruları bu saatte yavaş olun kapının camı kırılcak öküzler. biz iyice üç buçuk atmaya başladık. içtimaya çıkan askerler gibi odanın içinde yan yana dizilmiş, kapıya bakıyorduk ama kapıyı açmaya götümüz yemiyordu bu sefer.

dergiyi yatağın üstünden aldığım gibi camdan dışarı fırlattım. biraz rahatlayıp dinlendikten sonra kuzenle artık gidelim diyip kalktık. sokak kapısına çıktığımızda evin ordan gelen ama elma ağıcının dallarının görmemi engellediği soluk bir ışık gördüm. biraz kenara çekilip baktığımda ışığın, bizim evin mutfak camından geldiğini görmem zor olmadı. mutfağın ışığı yanıyordu beyler, evde kimse yok. mutfağın kalın, püsküllü ve sert kumaş meyve desenli yıllarca beklemekten rengi beyazdan griye dönmüş perdesinin arkasında bir gölgenin belirdiğini gördüm. gölgeyi görür görmez hemen remzilerin evin solunda kalan, arabaları parkettiğimiz yere kafamı çevirip amcamın arabasını aradım ama, yoktu.

bu gölgeye o kadar şaşırmamıştım aslında. çünkü artık normal geliyordu hemen kuzeni dürttüm ve pencereyi gösterdim. o da gölgeyi gördüğü gibi amcamın beyaz kartalını aradı ama göremeyince,
-bu gece oraya gidemeyiz dedi.
-bence de gitmeyelim kuzen
remzi abi noluyo lan keraneciler diye atladı olaya. ona da gösterdik, o da gitmeyin dedi. biz kapıda bu değerlendirmeyi yaparken bize yaklaşan soluk sarı iki ışık gördüm.
amcamın kartalının farlarından geliyordu bu ışıklar. gelip hemen sokak kapısının solundaki çitlerin arkasına parketti. küçük ve dandik paslanmış bahçe kapısından içeri girerken, napıyonuz kapıda dedi. sarmaşıkların engellemesinden kurtulan ilerdeki mutfağın ışığını görünce oraya doğru bakıp evde kim var dedi. biz kimse yok dedik kuzenle. remzi abi atladı, abi bu gece o eve girilmez gitmeyin çocuklar bizde kalıcak dedi. amcam da haklısın remzi ben de arabada yatayım diye tam arkasını dönüp arabaya yönelmişken, duyduğumuz sesle hepimiz yerimizden zıpladık. arabanın kaportasından, galatasaray fenerbahçe maçından sonra yenilen takımın taraftarının gs/fb plakalı arabaya beyzbol sopasıyla vurmasına eş değer bir ses çıkmıştı. amcam durdu, elindeki feneri yakıp pili zayıflamış fenerin zayıf ışığında arabaya doğru bakıyordu. görebildiğimiz tek şeyse, kaportanın üzerindeki insan yumruğunun iki katı büyüklüğünde bir göçüktü.

amcam hiç bir tepki vermeden arkasını dönüp feneri kapayarak remzilerin eve girdi. arkasından biz de içeri girdik. o gece orda yattık remzi abi ben kuzen yerde, amcam remzi abinin yatağındaydı. köydeki küçük camiden gelen, tiz ve zor duyulan sabah ezanının sesiyle uyandım. dün akşam yaşadıklarımı tekrar düşününce bizi burda istemediklerini anlamıştım. evimize sokmamışlardı lan bizi ötesi var mı? belki de bizi kötü niyetlilerden korumak için bazen böyle engellemeler yapıyorlardı ama artık canıma tak etmişti. dayanamıyordum bu strese, korkuya. kapının önüne çıkıp biraz nefeslendikten sonra gözüm arabaya takıldı. o kocaman göçük, yeni aydınlanmaya başlayan havanın ışığında daha da belirgin gözüküyordu. biraz orda onu inceledikten sonra içeri girip tekrar yattım.

8 gibi tekrar uyandım. odada kimse kalmamıştı ben kalkana kadar. muhtemelen sağıma gitmişlerdir diye düşündüm. elimi yüzümü yıkadıktan sonra aklıma ev geldi toz içinde kalmış asker kamufulajlı pantolonumun cebinden anahtarı çıkarıp eve doğru yol aldım. merdivenleri çıkarken, içimi bir korku sarmıştı. kendimi korku filmlerindeki hiçbir şeyden habersiz kurban gibi hissediyordum. durun lan, aslında harbiden öyleydi.

kapının önüne geldiğimde içerdeki her şey zaten gözüküyordu. ama bir tuhaflık göremiyordum. dereye fırlattığım tabanca karşılığında babamın tekrar belime taktığı, bu sefer kurusıkı olan tabancayı çekip içeri girdim. ne de olsa, dün akşamki hırsız olabilirdi. salonda hiçbir değişiklik yoktu fakat mutfağın koyu kahverengi kapısı kapalıydı. etrafı iyice kolaçan ettikten sonra altın sarısı işlemeli soğuk mutfak kapısının kolunu indirdim.

menteşeleri paslanmış ve çürümeye yüz tutmuş kapı büyük gıcırtılarla açıldı. ve ben karşımda ne görüyordum biliyor musunuz? normal dışı hiçbir şey. evet , hiçbir şey yoktu. dün akşam soluk beyaz meyve desenli perdeye yansıyan sarı ışık kapatılmış, adeta hiçbir şey olmamışçasına her şey yerli yerindeydi. aslında böyle olmasına daha çok şaşırmıştım çünkü bu kadar korkunun üzerine incin bir ev bekliyordum. arka odaları da kontrol ettikten sonra kapıyı kapatıp ahıra gittim. remzi abi inekleri sağıyor, o vakum makinelerinin sesi altında kuzenimle muhabbet ediyordu. amcam ise çoktan arabasına binip gitmişti.

sağım bittikten sonra inekleri salıp otlatacaktık bu yüzden kuzen beni görünce atı eğerlemeye gittik. kaçan atımız yeni bulunduğundan ve nalları sökülmüş olduğundan onu değil sadece fırtınayı eğerledik. bugün at sırası remzideydi. ben de siz yaparsınız heralde bugünlük dedim kuzene o da hallederiz keyfine bak sen dedi. kurtulmuştum pis ineklerin boklu kuyruklarıyla attıkları şaplaklardan. eskiden duyduğum ve her zaman karşı köyden çiftliğe gelirken gördüğüm bir değirmen vardı. osmanlı zamanlarından kalma bir değirmen. http://img.webme.com/pic/a/airsoftturkiye/ciftlik7.png siyah okla gösterdiğim yere doğru gidince sol tarafta kalıyordu o zamanlar. geçenlerde yol açarken yıkmışlardı halk korkuyor diye. isteyen çatalca belediyesinin dökümanlarından bakabilir. ne zamandır merak ederdim orayı. gitmeye karar verdim aklımı sikiyim.

sivas kangal-gerçek kurt kırması ayaz ve haskan sivas kangal sultanın iplerini çözüp değirmene doğru yola koyuldum. ne olur ne olmaz diye de superpose u taktım sırtıma. iki elimde köpek, sırtımda tüfek gören eşkıya zannedecekti. değirmeni yakından ilk görüşümdü o. yolun solunda kot farkıyla aşağıda kalan, her yerini ve özellikle de girişini çalıların kapladığı bir yapıydı. değirmen taşı yer yer kırılmış, adeta yıkılmaya yüz tutmuştu. yanına doğru yavaş yavaş yaklaştığımda, köpekler havlamaya başladı. tasmalarından çekiştiriyor ama bir adım bile attıramıyordum. değirmenin orda bir şeye havlıyorlardı sanki. daha fazla onlarla uğraşmayıp yerde çakılı olan kazığa taktırdım zincirlerini ve kapıya doğru ağır adımlarla yol aldım. kapının önüne geldiğimde, tepede kemeri olan kapı tavana kadar çalıyla kaplanmıştı. sanki bir şeyler içeri girilmesini engelliyordu. tüfeği omzumdan çıkarıp duvara dayadım ve zorlukla aralayarak içeri girdim. üstüm başım her yerim ot, diken, çalı olmuştu. silkelendikten sonra bir nefes çekip kafamı kaldırdım. hiçbir şey yoktu içerde sadece unun öğütüldüğü taşın yanında, kovboy filmlerinde barlarda gördüğünüz fıçıların aynısından vardı. yavaş yavaş fıçıya doğru ilerledim.

yukarı doğru eğimlendirilmiş tahtaları yan yana tutan paslı yuvarlak demire ellerimi dayayıp fıçının içine doğru sarktım. içinde sadece bir nesne vardı. mauzer tüfekleri bilirsiniz onun mermisine benzer bir mermi. kolumu fıçının içine sokup mermiye doğru uzandım. uzandığım anda sultan ve ayazın kalın havlama sesleri kesilmiş, kedi ağlamasına benzer sesler çıkarmaya başlamışlardı. bu dikkatimi çekti ve biraz durdum ve ardından uzanmaya devam ettim. ama ben dokunamadan mermi, yuvarlanarak yana doğru kaydı. ürküp bir anda elimi çektim acayip şaşırmıştım. bir daha denemeyerek dışarı köpeklere bakmak üzere kapıya yöneldim. tekrar zorlukla o çalılıkların arasından çıkarak köpeklere baktım hiçbir şey yapmadan diller dışarıda yerde yatmış etrafa bakınıyorlardı. duvara dayadığım tüfeği alıp, köpeklerin tasmalarını çıkardım ve çiftliğe doğru yola koyuldum.

tam bir hafta sonra salonda oturmuş kuzenimle yine büyükbabamın hikayelerini dinliyorduk
“bundan yaklaşık 20 sene önce, bütün ailenin evde olduğu ve saat gece 2 de dağıldıkları bir geceydi. biz de babaannenizle etrafı toplayıp yattık. 5 dakika kadar sonra alt kattan bilardo toplarının seslerini duymaya başladık. tıkır tıkır bilardo oynuyorlardı aşağıda. korkudan gece inemedik ama ertesi sabah aşağı inip burda bilardo oynamak 2 altındır diye yazı astım ondan sonra bir daha da bu sesleri duymadık. fena mı olurdu iki altın bıraksalar her gece” diyip güldü. biz de güldük ayıp olmasın diye adama ama artık anlattıklarının gerçek olduğuna daha çok inanıyordum. o anda aklıma bir fikir geldi.
çiftlikte her gün yaptığımız işlerden sonra kuzeni bilardoya gitmek için ikna ettim. gidip biraz bilardo oynadık. işte aklıma gelen fikir, burda uygulamaya koyuluyordu. oyun bittikten sonra, bilardo toplarının yerlerini ezberleyip, çıkarken her zaman demir kapının üzerinde bulunan anahtarı kapıyı kilitleyip aldım. bakalım ertesi sabah ne olacaktı.

o gece her şey normaldi. sabah 7 ye kadar babamlarla poker oynadık. uyandığımda saat akşamüstü 4 olmuştu hemen elimi cebime attım, anahtar cebimdeydi. kalkıp ilk iş alt kata yöneldim. kapıyı açıp içeri girerken kalbim yerinden çıkacak gibiydi. direk bilardo masasına yönelip toplara baktım. beklediğim şey olmuş, topların yerleri değişmişti.

ertesi gün babam amcam ben köye doğru yola koyulduk. taşınacak şeyler varmış ondan beni de yanlarına aldılar. her şeyi beyaz kartalın bagajına yükledikten sonra, köydekilerle konuşacakları varmış kahveye oturduk dinliyoruz. tayfun abi geldi bize çoğu inekleri satan adam. biraz işlerden konuştuktan sonra, bayadır dillerde dolanan değirmendeki define hikayesini ikinci baskı yaptı;
-hüseyin abi(amcam), değirmenin hikayesini biliyorsun değil mi?
-biliyorum tayfun ne oldu ki?
-abi oraya bir gitsek diyoruz.
-çok tehlikeli be koçum onu düşündük ama cesaret edemedik
-abi ne olacak bea 5 6 kişi gittik mi hiçbir şeycikler olmaz metal dedektörü de almış bizim hamdi. hem tasini taragini sikerim de gelir kazariz hep beraber.
-bi düşünelim bakalım…
uzun konuşmanın ardından izinsiz kazı yasak olduğundan gece 1 2 gibi gitmeye karar verdiler. beni ne bulaştırıyosunuz be amına koyim. baba sözü tabi, itraz edemedik.
saat oldu gece 12. çiftlik köyün biraz dışında kaldığından hemen hazırlıkları yapıp büyükbabamın o zamanlar yeni aldığı sıfır, bagajı geniş bmw ye atlayıp köyün yolunu tuttuk. herkesi alıp değirmenin yolunu tutmamız 00.30 u bulmuştu. baştan beri kötü bir şey olacağını biliyordum ama kimseye renk vermedim korktu bu demesinler diye. zifiri karanlık, toprak yolda önümüzü farlarla zorlukla görüyoruz. değirmene vardık.

yüksek toprağın üzerine çıkarak farlar kapıyı aydınlatacak şekilde bıraktık arabayı. bıraktığımız yer hafif eğimli, arabanın el freni çekik, vites r de inip bagajdan kazma kürek dedektör ve çalı makasını aldık. tayfun abi kapıdaki otları kesti hep beraber içeri doluştuk anormal hiçbir şey yoktu. babam dedektörle biraz gezinip öten yeri bulduktan sonra amcam eline kazmayı aldı, tayfun abi hamdi abi ve ben elimizde küreklerle bekliyoruz. bismillahirahmanirrahim diye amcamın ilk kazma darbesini yerdeki ince çatlaklı betona indirmesiyle…

arabanın alarmının çalmaya başlaması bir oldu. bu kadar sağlam ve cuk oturan bir zamanlamayı hayatım boyunca hiç görmemiştim. panikle bir anda dışarı fırladık ve gördüğümüz, el freni çekik geri viteste bıraktığımız arabanın çürümeye yüz tutmuş tahtalardan yapılmış değirmene doğru kaymaya başlamış olmasıydı. babam koşarak siyah bmw nin açık camından kolunu sokarak inmiş elfrenini çekti. kazma kürek ne varsa orda bırakıp, apar topar arabaya doluştuk.

yolda, sessizliği bozan tek şey arabanın çalmaya devam eden alarmıydı. ve arabada bir tuhaflık olduğu çok rahat anlaşılıyordu. durduk yerde birden gaz veriyor, frene basıldığında ya aniden duruyor, ya da hiç durmuyordu. çiftliğe yaklaşık 500 metre kala zifiri karanlık çakıl-toprak yolun ortasında motor durdu. motor durdu ama, alarm ve korna çalmaya, kafamızı sikmeye devam ediyordu. şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. ve kimsenin dışarı çıkmaya götü yemiyordu beyler kimin yer ki gecenin 2.30 unda zifiri karanlık, allahın unuttuğu bir yerde kalakalmıştık. amcam daha fazla dayanamayıp arabadan indi, kaputu açıp akünün kutbunu çekti. alarm susmuştu ama farlar da gitmişti. hamdi abi babam ve amcam motora bakarken biz tayfun abiyle arabanın bagajının arkasında fenerlerle etrafa bakıyorduk. tek duyabildiğimiz belli belirsiz birkaç köpek havlaması ve kurt ulumasıydı.

tayfun abiyle bir yandan etrafa bakıp, bir yandan da babamları dinleyerek kurt seslerini duymamaya çalışıyorduk.
-hamdi ne oldu lan bu arabaya?
-valla ne bileyim hüseyin abi ama hemen sorunu halledip gitmezsek sonumuz hiç iyi olmayacak bea.
-hamdi haklı bir an önce siktirip gidelim burdan
... 
konuşmalarıyla bilinçaltımdaki korkuyu bastırmaya çalışırken, tayfun abinin sabit bir yere bakakaldığını ve bacaklarının titremeye başladığını gördüm. adeta nutku tutulmuş, ne konuşabiliyor ne de hareket edebiliyordu. baktığı yere bakmayı hem merak ediyordum, hem de cesaret edemiyordum. sağa döndürerek tayfun abiye baktığım kafamı, ağır bir şekilde önğme doğru çevirmeye başladım. boynumun dönmesinden kaynaklanan, omurilik soğanımın çıkardığı sesi duya duya, her salise korkumun katsayısı arta arta dönüyordum o tarafa doğru. belki de delirmeme neden olan şeyi görecektim ama buna mecburdum. kafamı hizaya getirip, uykusuzluktan örümcek ağı bağlamış göz kapaklarımı ağır ağır açtım. karşımda gördüğüm şey, aslında bütün ailenin gördüğü, ama benim ruhumun kaldıramayacağı kadar ağır gerçekleri önüme seren bir varlıktı.

evet, o bahsedilen beyaz gömlekli adamı görüyordum. vücudum kilitlenmiş, dilim geriye çekilmiş ve korkudan buz kesilmiş bir beden ile zaten gördüklerim yetmezmiş gibi, her yönden beynimin içinde yankılanan bir ses duydum. "bilardo oyununu beğendin mi?"
son duyduğum bu sesten sonra, gözlerimi evde, ikinci salonda açtım. amcam babam kuzenim hamdi abi tayfun abi herkes burdaydı. kafamı biraz kaldırdığımda başucumda kur'an-ı kerim okuyan büyükbabamı gördüm. ne oldu bana doğrulmaya çalışırken elleriyle göğsümden bastırıp kalkmamı engellediler. büyükbabam okumayı durdurduğunda, doğrulup 35 yıllık gıcırdayan koltukta oturur vaziyete geçtim. o gün bana hiç bir şey anlatmadılar ama, sonradan öğrendiğime göre, arabanın arkasında nöbet tutarken bağıra bağıra arapça bir şeyler söylemişim, arkasından birden yere düşmüşüm. uykumda da arapça kelimeler söyleyip sanki biriyle kavga ediyormuşçasına konuştuğumu görmüşler. işin tuhaf yanı, hiç bir zaman arapça öğrenmedim.

büyükbabam kur'an-ı kerimi kapatmasıyla pof diye çıkan sesle, 20 senedir kapısından dahi girilmemiş çiftlik evinin bulunduğumuz salonunda, sarı taşlardan yapılmış şöminenin üzerinde, çıkıntıya dayalı bir şekilde duran hz. ali'nin resminin yere düştüğündeki çıkardığı ses birbirine karışmıştı. bir anda ani bir refleksle herkes gözünü yere düşen resme çevirdi. artık bir tek ben değil, yaşadıklarımı görmüş olduklarından herkesin korkmaya başladığını hissedebiliyordum. herkesin üzerinde ölüm sessizliği vardı. büyükbabam kapadığına pişman olduğu kalın, işlemeli kur'an-ı kerim'in kapağını tekrar açıp kaldığı yerden okumaya devam etti. bir zararı dokunmadı bize o gece ama hayatımda büyük bir iz kalacaktı.

ertesi gün olduğunda artık kimsenin orada kalmaması gerektiği açıkça anlaşılmıştı. babamla ben bursaya, amcamlar babaanneme, büyükbabamlar da bir haftalığına öbür evlerine gitmek üzere hazırlık yapmaktaydık hep beraber.
bir hafta sonra büyükbabamlar çiftliğe döndüğünde ne oldu biliyor musunuz beyler? bizi orda istemediklerini anladım. günde 30 kilo süt veren rekortmen ineğimiz, günde 3 kilo süt vermeye başladı. ve bundan da 5 gün sonra bütün ineklerimiz sırasıyla rahmetli oldu. çiftliğe ne oldu derseniz, battığımız için satıldı ve satın alan adamın bu başlığı okumasını istemiyorum. gel gelelim bana ve beyaz gömlekli adama, hala kurtulamadım bu şeyden. ara ara tuvalette aynadan görüp ürküyorum benle beraber geldi. sürülerce hocaya, psikoloğa gittim ama hiç biri sorunumu çözemedi. hocalar muska, psikoloklar uyuşturucu kıvamında ilaç verdi. ilacı kullandığım günlerde bile gördüğümden onu artık ilacı kullanmıyorum. bundan 20 veya 30 sene sonra bütün hayat hikayemi ve işlediğim suçları anlatacağım tabi hayatta olursam. haydi şimdilik kalın sağlıcakla.

Önceki
Sonraki »